Ah ile, vah ile geçti bu ömür…

Ahmet Kasım HAN KAVANOZUN DİBİ

Bugün size yaklaşan seçimlere ilişkin kısa bir ara rapor vereceğim. Tabiri caizse bir fotoğraf çekmeye çalışacağım. Odağımdaysa Sayın Muharrem İnce ve Memleket Partisi'nin son iki ayda yaşadığı yükseliş olacak. Zira bu durum seçimler üzerinde belirleyici etki sahibi olmak potansiyeline sahip.

Bunu yapmadan iki konuya açıklık getireyim: Birincisi, bunlar bugünün verilerinin ışığında yapılmış yorumlardır ve malumunuz; siyasette yirmi dört saat çok uzun bir süredir”. İkincisi, bizim rejim ve seçim sistemimizde küçük oy değişimleri büyük farklar yaratabiliyor. Özellikle de parlamento aritmetiği söz konusu olduğunda.

Başlayalım…

İlkin, iki ana ittifakın, Millet ve Cumhur, ikisi de muhtemeldir ki parlamentoda basit çoğunluğa ulaşamayacak. Ancak, Sayın Muharrem İnce’nin partisinin oyları barajın hemen altında kaldığı takdirde bu denge Cumhur İttifakı lehine bozulabilir. Barajın az üzerine çıktığı ve kendi milletvekillerini çıkardığı takdirde bile, ucu ucuna bu sonuca yol açabilir İnce’nin partisi. Elbette bu daha düşük olasılıktır ve seçim bölgeleri özelinde birçok hassas matematik dengeye bağlıdır. Bunun ötesinde İnce’nin partisi daha sonra TBMM’de Millet İttifakı ile birlikte oy kullanmayı seçse dahi Cumhur İttifakı'nın bu parti sayesinde basit çoğunluğu sağlaması nedeniyle pratik sonucun değişmemesi olası. Üzerine o aşamada bu senkronizasyonu sağlamak da ayrıca güç olabilir.

Cumhurbaşkanlığı seçimleriyse çok büyük olasılıkla ikinci tura kalacak. İlk turda biterse Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanma ihtimali daha yüksek görünüyor. İkinci tura kalan bir seçimdeyse, steril şekilde, sanki bu seçimler uzay boşluğunda yapılacakmış gibi, adayları eşleştirip oy saymanın pek bir anlamı yok. Zira, ikinci tur parlamento aritmetiği ortaya çıktıktan sonra yapılacak. Tek parametre bu olmasa da bu değişken önemli farklar yaratabilir. Üstelik her şeye gebe bir on dört günlük süreden sonra. Uzun mu uzun, on dört tane yirmi dört saat…

Burada da İnce’nin etkisi önemli. Öncelikle şunu belirtmek lazım. İnce seçime girmeseydi de ikinci tur ihtimali bulunmaktaydı. Ancak, onun varlığı bu ihtimali neredeyse bir kesinliğe dönüştürdü. Fakat muhakkak olan İnce’nin, kendisinin iddia ettiğinin aksine, ikinci tura kalacak aday olmadığı. Bu durum, niyeti ne olursa olsun, onu muhalefet açısından “bir bölen” haline getiriyor. 

Denilebilir ki, İnce’nin de adaylık hakkı var. Bu doğrudur. Fakat defaatle “CHP’li” ve “CHP’nin çekirdekten gelmiş” evladı olduğunu vurgulayan bir adaydan bahsediyoruz. Oluşturduğu bu persona onu muhalefet seçmeninin büyük kısmının gözünde ister istemez tutarsızlıktan mâlûl kılıyor. Bu konum İnce’nin adaylığının 1994 İstanbul mahalli seçimleriyle, partisinin de 2002’nin Genç Partisi'yle mukayesesini kaçınılmaz hale getiriyor. En azından son yirmi yılda stratejik oy verme pratiği bakımından doktora sahibi olmuş muhalefet seçmeni açısından konu böyle.

Normatif yargılar bir yana, seçimler Memleket Partisi sayesinde Cumhur İttifakı'nın parlamento çoğunluğunu elde ettiği veya ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybettiği, ya da bu iki senaryonun birlikte gerçekleştiği, biçimde neticelenirse bu yukarıda bahsettiğim değerlendirmeler İnce ve partisine kuvvetle musallat olacaktır. Muhtemeldir ki böyle bir durum İnce ve partisinin müstakil biçimde alabilecekleri oy oranının mümkün en yüksek seviyesine bu seçimde ulaşmaları anlamına gelecektir. Böyle olursa bundan sonrasında siyaset onlar açısından pek de sürdürülebilir olmaz. Yani, İnce ve partisi için “hayat bir gün, o da bugün” olabilir… O takdirde konu bu duruma aldırıp aldırmadıkları sorusuna dönüşür. 

Bu seçim özelinde Sayın İnce ve partisi açısından iyi haber şu: Seçmen kitleleri, özellikle de verecekleri ilk oyu onlara verecek seçmenleri, söz konusu argümanlara pek aldırmıyor gibi. Bu protest oylar siyasetin çözüm üretme kapasitesine inanmıyor. İnce’nin bir iktidar programının veya kadrosunun olmaması çok umurlarında değil. Hatta, İnce klasik bir siyasi program formatında, vaatlerle, ortaya çıksaydı ona oy bile vermeyebilirlerdi. Onlar her iki kanadıyla da müesses siyasette kendi umutlarının, öfkelerinin ifadesini görmüyorlar. Bugün durakları İnce. Eğer müesses siyaset onlara bir umut sunmaz, çözüm kapasitesine sahip olduğunu kanıtlamazsa, yarın sayıları da artarak başka bir durağa gidebilirler. Bunun üzerine, her iki ana ittifakta da azımsanmayacak sayıda mevcut bulunan, hayal kırıklığına uğramışları eklemeliyiz. Böylelikle ortaya kendini siyaseten tatminkâr biçimde ifade imkanına sahip olmayan, veya böyle hisseden, önemli bir seçmen profili çıkıyor. Bugün bu oyların bir kısmı da İnce’ye ve partisine yönleniyor. Ancak, bana kalırsa bu durum İnce’nin ve partisinin bu seçimdeki etkisinin ötesinde ciddiye alınması gereken bir mesele.

Peki, İnce ve partisi açısından bu tespitler doğruysa neden kendisini seçimlerin ikinci turunda; Adama kazandırdım diyecek kişi pozisyonuna düşürüyor? Üstelik, muhalif seçmeni bir yana bırakalım, iktidar seçmeninin yarısına yakın bölümü dahi İnce’nin adaylığının, ve partisinin varlığının, Cumhur İttifakı açısından “faydalı” olduğunu düşünürken… Öfke? İlke? Hesaplaşma duygusu? Yanlış değerlendirme? Veya ne…?

Stratejik oy vermek zorunluluğu bize bugünkü sistemin ve ittifak siyasetinin dayattığı demokratik bir garabet. Ancak hal bu! Oy verdin mi dönüş yok. Bu nedenle olsa gerek yukarıdaki soru ve dinamikler aklıma çocukluğumun bir şarkısının sözlerini getiriyor. Ne dedirtiyordu Ülkü Aker, Zafer Dilek’in melodisine: Ah ile, vah ile geçti bu ömrüm”.

Fotoğraf kabaca böyle. Filmiyse hep birlikte seyredeceğiz, aslında oylarımızla biz çevireceğiz. Neticede seçim de film de bitecek. Ve filmin sonunda jenerik müziğini de yine beraber dinleyeceğiz…

Tüm yazılarını göster