Cumhuriyetimizin 98’inci yılını kutluyoruz. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, 29 Ekim 1923’te ‘cumhuriyetin ilanından bile aylar önce 17 Şubat 1923’te İzmir’de İktisat Kongresi topladığına’ göre, sonrasında uyguladığı ekonomi politikalarının nasıl şekillendiğini daha çok araştırmak ve anlamak bence geleceğe ışık tutabilir. Genellikle kendilerini sağlam Kemalist olarak gören iktisat hocalarının klasik söylemleri bu konuyu da belli ölçüde tabulaştırmış durumda.
Öyle ki “Atatürk devletçi ekonomi politikaları uyguladı. Özel sektöre de mecburen biraz alan bıraktı” şeklinde bir cümle ile bütün eski ve yeni Kemalist iktisat camiasının huzurunu muhafaza etmiş oluruz. İlave olarak biraz ‘özelleştirme karşıtlığı ve yabancı sermaye düşmanlığı’ da yapıp ‘Atamızın kurduğu şirketleri genellikle sağcı iktidarların pervasızca sattığını, gelirlerini de çarçur ettiklerini’ söylersek bu huzur mutlulukla taçlanır. Ancak, büyük önderin inandığı ‘iktisadi nazariye’ ile ‘uygulanmak zorunda kalınan ekonomi politikaları’ arasında çok önemli farklılıklar olduğuna inanıyorum.
Bence, Atatürk, ‘liberal’ ekonomiye inanıyordu ve özel sektöre çok büyük alan açmak istedi ama ağır sayılabilecek devletçi ekonomi politikalarını mecburen uygulamak zorunda kaldı. En azından bu konunun daha derin tartışılmaya değer olduğunu düşünüyorum.
Cumhuriyetin ilk 15 yılında ülkenin ekonomi politikalarının ‘uygulayıcısı’ olarak öne çıkan en önemli üç isim; Başbakan İsmet İnönü, onun İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey ve onların ‘sosyalizme çok yaklaşan ekonomi politikalarının’ değiştirilip özel sektöre yeniden alan açılması için İktisat Vekili ve Başbakan olarak atanan Celal Bayar’dır.
İlk iki ismi de ekonomide tam yetkilendiren Atatürk olduğuna göre ‘bir öyle bir böyle mi’ düşünmüştü? Tabii ki hayır, ilk iki isim Atatürk’ün ‘yerel ve küresel mecburiyetler’ sebebiyle uygulanmasına ‘olur’ verdiği ‘mutedil’ devletçiliği, ‘sosyalizm lehine’ abartınca, ‘liberal iktisadı savunan’ üçüncü isim yine Atatürk tarafından önce birinci ismin sonra da ikinci ismin yerine atandı. Büyük önder 10 Kasım 1938’de vefat ettiğinde Başbakanı, Celal Bayar’dı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin, Osmanlı’da ‘sıfırlanmış’ gümrük vergilerini yükseltmesi ne yazık ki Lozan’da 1929’a kadar önlenmişti. Türkiye’de cılız özel sektörün bu tarihe kadar imalat yatırımı yapması ‘Avrupa sanayisi ile rekabet edemeyeceği için’ mümkün olamadı. 1929’da gümrüklerimizde egemenlik kazandık ama bu defa da küresel ekonomik kriz patlamıştı. Yerli ya da yabancı özel sermaye yatırımları hayal olmuştu. Bütün dünyada devletler ekonomilerini ayağa kaldırmak için ‘kamu kaynaklarıyla’ devreye girmek zorunda kaldı. Türkiye’de de altyapı yatırımları ve sanayileşme için ekonomide ‘mutedil devletçilik’ uygulamak şart oldu.
Büyük önderin bu konudaki fikri o kadar açık ki ‘yok öyle değil böyle demek istemiş’ gibi sözler havada kalır. Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları (Afet İnan) adlı kitapta Atatürk, “Ferdin şahsi faaliyeti, iktisadi terakkinin esas memba-ı olarak kalmalıdır. Fertlerin inkişafına mani olmamak onların her nokta-i nazardan olduğu gibi bilhassa iktisadi sahada hürriyet ve teşebbüsleri önünde devleti kendi faaliyetleriyle bir mani vücuda getirmemek demokrasi prensiplerinin en mühim esasıdır. O halde diyebiliriz ki ferdiyet inkişafının mani karşısında kalmağa başladığı nokta devlet faaliyetinin hududunu teşkil eder” diyor.
Yakın tarih kaynaklarında Mustafa Kemal Atatürk’ün girişimci yönü için daha çok İş Bankası’nın kuruluşundaki cesareti ve sermaye operasyonu ele alınır ama başka konularda da girişimleri olduğuna dair bilgiler var. Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni adlı kitabında, Atatürk’ün, İstanbul’daki bir çelik fabrikasında yüzde 40 hisse sahibi olduğu, yoğurt, peynir, şarap, bira, malt, buz, soda, gazoz imalathaneleri, deri ve ziraat aletleri fabrikası kurduğu belirtiliyor. Tekir Çiftliği sahibi olarak da 9 köyü kapsayan bir tarım kredi kooperatifinin kuruluşu için bizzat dilekçe yazıp girişimde bulunmuş. Falih Rıfkı’nın anlattığına göre ise Atatürk, İş Bankası’nı kurmadan önce bir yabancı bankaya, ‘Sizdeki 100 bin liramız karşılığında size ortak olabilir miyiz’ şeklindeki sorusuna olumlu yanıt alamaz ve bunun üzerine bu bankadan 100 bin lirayı çekerek milli bir banka kurma kararını uygular.