Aydınlanma: Lux/Lumen, Perspectiva

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Optik 13. Yüzyılda gözde bir bilime dönüşmüştü. Roger Bacon, John Pecham, Erazmus Ciolek Witelo gibi isimler öne çıkarken hem optikçi olan hem de çalışmalarından bir ışık/görme metafiziği çıkaran Robert Grosseteste’nin ışık konusunu daha da ileriye taşıdığı kabul ediliyor. Grosseteste –Eski Fransızca; grosse tête, Latince Grossum Caput- “koca kafa” anlamına geliyor. 1175 yılında doğan ve Oxford’da okuyan, hocalık yapan ve yeni oluşturulan Chancellor görevini üstlenen Grosseteste hem bir bilim adamı hem de bir filozof idi. Dönemin bu terime verdiği anlama uygun biçimde Averroes –İbn-i Rüşd, Avicenna –İbn-i Sina, Aristo ve Platon’dan etkilendiği düşünülüyor. İlginç bir detay olarak Magna Carta Kral John tarafından Runnymede’de imzalanırken Grosseteste oradaydı.

Söz konusu perspektivistler bilme/biliş yetisini görme duyusunda biriken verilerin soyutlanması olarak görüyorlardı. Optik, ışık, perspektif terimleri aşağı yukarı aynı anlama geliyordu. Zaten “görme” duyuların “en asili” değil miydi? Elbette öncesi var: The Optics (kitāb al-Manāzir or Perspectiva/De aspectibus of Abū ʿAlī ibn al-Haytham al-Ḥasan ibn al-Ḥasan (c. 965-1040). ‘Alhazen’ veya ‘Alhacen’ adıyla Latinceye çevrilen bu köşe taşı eserin 1028-1038 arası Kahire’de yazıldığı düşünülüyor. Ama zaten Alain de Libera 12/13. Yüzyılların Latin Hristiyanlığı aydınlanmasının (“Erken Aydınlanma”) bir Arap-Grek felsefesi (İslam felsefesi) adaptasyonu olduğunu 30 sene önce söylememiş miydi? Sorbonne’un yanındaki felsefe kitapçısı bu borcu kabul eden eserlerle doludur.  

Optiğin öneminin artması kilisenin giderek daha fazla “görünür olmasıyla” ve görsel sembolleri artan şekilde kullanmasıyla da bağlantılıdır. Dante ve “yeni görüşü” –Novella Vista- burada önem kazanıyor. Görmek vizyonerlikti ve giderek “görüş” sahibi olan insan Tanrı’nın (gönül) gözüyle de görebilir hale gelecekti. Optikle bu kadar ilgilenmek, kardinallerin, papaların optik merakları aynı zamanda teolojik tonlar taşıyordu. Martin Jay büyük papa Gregorius’un –Gregory the Great- heykeller için “okuma yazma bilmeyenlerin kitapları” dediğini yazıyor. 15. Yüzyılda Nicolas de Cues “görüş” ve “inanç” birlikteliğini besleyen yaklaşımı daha da ileriye taşıyacaktı.

Nicolas de Cues dikkat çekici bir insandı ve tıpkı Robert Grosseteste gibi ilgiyi hak ediyor. Bilinemeyecek olan Tanrı – “Gizli Tanrı”- kendisini aynada ve bilmece olarak insanlara gösteriyorsa, Tanrı hangi “gözle” görülebilir? Tanrı her şeyi gören –omnivoyant- ise onun her şeyi gördüğü ve yarattığı insana “baktığı” bir dünyada insan Tanrı’ya nasıl “bakacaktır”? Bakabilir mi? De Cues’ün “tablosu” veya Tanrı’nın vizyonu (görüşü, bize bakışı ve bizim de ona bakışımız; karşılıklı bakışı sağlayacak ikona) perspektif öncesi –hatta geometri gerektirmeyecek kadar düz- bir “görüş ve inanç” tasarımı mı vaaz ediyordu? De Cues gerçekten de dünya merkezli olmayan sonsuz bir evren fikrine dayalı bir kosmoloji mi öne sürmüştü?

Ancak asıl kırılma optik prensiplere dayalı doğrusal perspektifin öne çıkması, doğanın özünü açığa vuran açık bir kitap gibi bakmak, doğayı ilahi ışımadan –lux/lumen- dolayı görmek yerine ona bir norm yerleştirmek, doğayı matematiksel bir nesne olarak görmeye başlamakla başladı. Doğrusal perspektif uzayı/uzamı odağa yerleştirirken, ilahi bir nitelik kazanan matematikçinin mundus’un –yer ve gök- ilahi uyumunu doğrusal ve normlandırılmış bir vektör uzayı ile temsil etmesinin yolu açılmış oluyordu. Buradan bir Gauss dünyasına, basit en küçük kareler metoduna götürecek minimum mesafeye, mikrokozmosun makrokozmos kadar ilahi olup doğanın yasaları ve işleyişinin ilahi tasarım nedeniyle etkin (optimal) olduğu tezine hala yüzyıllar vardı. Ancak yol açılmış, ışık, optik ve perspektif akla bir ana yol göstermişti. Aydınlanma başlarken optikten geometriye geçiliyor, Leibniz ve Newton ayrı ayrı diferansiyel hesabı dünyanın optimal geometrisine yerleştirmeye başlıyordu –ki al-Haytham infinitesimal matematik konusunda da yazmıştı ve 9-11. Yüzyıllar arasında İslam dünyası konuyu biliyordu.

Batıya dönelim. Descartes “aktör olacağıma seyirci olmayı denedim” derken vizyonu bir vektör alanına indirgediği ölçüde par excellence bir “Aydınlanma projesine” (Alasdair MacIntyre) yaklaşmış sayılabilir. 300 yıl kadar sonra Johann von Neumann sabit nokta teoremiyle bir vektör alanı formalizminde faydayı –utility; felicity- maksimize eden aktörlerin bir genel (ekonomik) dengeye ulaşacağı iddiasının –standart neoklasik iktisat tezi- ilk matematiksel ispatını ortaya koydu. [Neumann, J. von (1937): „Über ein ökonomisches Gleichungssystem und eine Verallgemeinerung des Brouwerschen Fixpunktsatzes“, Ergebnisse eines mathematischen Kolloquiums 8: 73-83 – Neumann, J. von (1945), “A Model of General Economic Equilibrium”, Review of Economic Studies 13: 1-9] İktisatçılar için hayli önemlidir. Değişen şuydu: Görüşü tözden bağımsızlaştıran bir doğrusal perspektif ve ona tutamak noktası sağlayan bir koni yerine konveks bir konide emek, değer ve üretimden (töz) bağımsız bir psikolojik/speküler vektör alanı insanlara ekonomik “dengeyi” verecekti. Nobel ödüllü Gérard Debreu’nun 1959 tarihli küçük kitabı Theory of Value belki de bu tezin 20. Yüzyıldaki şahikasıdır.          

Görme duyusunun en asil duyu olduğu tezi, en önemlisi olduğu iddiası perspektif ve geniş görüşün niteliği değişse bile İskoç Aydınlanmasına kadar nüfuz etmişti. Elbette bu kadarı yeterli değildi; siyasi açıdan da Aydınlanma=Devrim=Işık=Görme ilişkisi değişerek korunmuş, sonradan Mikhail Bakhtin’de Rabelais üzerinden ortaya çıkacak “şenlikli muhalefet” kavramına benzer şekilde devrim bir theatrum mundi haline gelivermişti. Devrimin her şeyin halkın gözü önünde oynandığı bir sokak tiyatrosu oluşu, dünyanın bir tiyatro sahnesi haline gelişi –theatrum mundi- bilinen bir tezdir. Theatrum mundi aslında bir Shakespeare kavramıdır. Theatrum mundi, trag(o)edia ve Trauerspiel kavramları bağlantılıdır. Theatrum Orbis Terrarum: Dünyanın haritasının 1570’de Antwerpen’de yayınlanması Shakespeare’i etkilemiş olabilir çünkü harita bir ‘tiyatro’, yani teoridir. Joachim Fest Hitler’in ‘devrimi kitleler için gösteri’ olarak gören eski usul duygusal devrimcileri sürekli eleştirdiği ve devrimin ‘lümpen proletaryaya dayanmadan düzenli biçimde yapılması gerektiğini’ söylediğini saptıyor. Bu elbette iktidara geldikten sonra Hitler ve Goebbels’in her ayrıntısını dikkatle inceleyerek hazırladıkları büyük sokak tiyatroları –devlet seremonileri- hazırlamadıkları anlamına gelmiyor. Theatrum Mundi değil yeni bir janr olarak görülmeli.

Starobinski’nin “devrimin güneş miti” unutulmaz biçimde Güneş-Kral Louis XIV’ün amblemi ve mitinin nasıl dönüşerek Fransız Devrimi miti ve amblemi olduğunu anlatır. Devrimin sembolleri arasında “kaderin gözü”, giyotinin “gözü” –gözlüğü; « lunette de la guillotine », üçgen içindeki etrafı ışıklarla çevrili “her şeyi gören göz” sayılabilir. Her şeyi görmek, yukarıdan panoramik bakmak Aydınlanmayla daima ilişkilendirilmekle beraber konu bu kadar basit değil. Thomas Jefferson’un Monticello’daki malikânesinde, tepenin üstünden manzaraya bakışının Jefferson’un Aydınlanmayla ilişkisine bağlanabileceği bile öne sürülmüştü. Burada ‘papazlar, daha yüksek din adamları ve despotların mistikleştirmesinden kurtulmuş dünyayı zihnin –Jefferson’un zihninin- her şeyi gören gözü sabit bir bakışla’ izler.

Lambayla gerçeği arayan Diogenes figürünün Fransız Devrimi sırasında popülerleşmesi Aydınlanmanın siyasetin ve toplumun sonsuza kadar geçerli kalacak evrensel “yasalarını” –gizemini de diyebiliriz- aramasıyla tam olarak örtüşüyor. Burada devlet çözülmüş, corpus mysticum dağılarak siyaset toplumsal olana içkinleşmiş ve dolayımsızlaşmıştır. Aydınlanmanın tipik iddiası olan siyasetin her yerde oluşu ve siyasetin her şeyi çözeceği çifte tezi adeta sokağa inmiştir. Amerikan Devriminde olduğu gibi tartışma açıkta, sokakta yaşanmakta, bütün dünya bir sahne haline gelmektedir. Seyirciyle aktörün karıştığı bu sahnede 15. Yüzyıldan devralınan (doğrusal) perspektifi yine görsel olan verecektir ve devrim kendi giyimini, sanatını, amblemlerini hızla yaratacaktır. İngiliz Devrimine götüren süreçte nasıl emblemata Neo-Roman cumhuriyetçi teorinin taşınabildiği iki medya arasında yer aldıysa –diğeri fleta ile simgelediğimiz Common Law- Fransız Devrimi de kendi medium ve imgelerinin oluşturduğu siyasal kültür yatağında akacaktır. Zaten bir koninin ucunun verdiği perspektif, sonsuza kadar giden çizgilerden oluşan bir “görme alanı” –virtual (vector) field- ile Descartes’ın vision ile speculatio arasındaki yukarıda gördüğümüz tereddütlü hali –cogito ergo sum ama belki de “görüyorum ve aklın bu niteliği sayesinde” düşünüyorum ki varım- Aydınlanmaya bir ölçüde devir olmamış mıydı?  Michel de Certeau: “Descartes, « je dis » –ben söylüyorum- ile « vous voyez » –siz görüyorsunuz- arasında tereddütteydi.” Downcast Eyes isimli kitabında Martin Jay bunu Michel de Certeau ile özel bir görüşmeden aktarmıştı: Jay (1994: 79).

Her dönemin “karanlıkçıları” vardır: Tempier 1277 gibi. Perspektife karşı olanlar, İbn-i Rüşd’e karşı olanlar vb. gericiler her dönem olacaktır. Luca Bianchi (Il vescovo e i filosofi, 1990: 14-16) bu görüşle adeta dalga geçerek anakronik ve ideolojik niteliğini açığa vurur. Konudan, yani tam olarak neyin tartışıldığından bile habersiz Paris Başpiskoposunun muhtemelen Papalık siyaseti tarafından tetiklenen müdahalesini “tüm zamanların İbn-i Rüşdçülerine” karşı –1960 ve 1970’lerde Marksizm ve Yapısalcılık olarak yeni halleriyle- ideolojik bir mücadelenin silahı olarak görür. Bianchi (1990: 14): «L’ignaro vescovo della Parigia di fine Duecento diveniva così portatore e simbolico di un messaggio di valore universale, efficace contro «gli averroisti di ogni epoca», e quindi tuttora annuale di fronte alle contemporenee forme di ‘averroismo’: si chiamino struttarilismo o marxismo.» İsimler veya akımlar değişebilir ama Bianchi prensip olarak haklı. Karanlıkçılar ve Aydınlanmacılar hep var olmuştur.  

Aydınlanma –EnLIGHTenment- buysa ve barok dönemde kırılarak geleceğe aktarılsa bile politik işlevini de bilişsel önemini de Protestanlık sonrasında dahi kolay kolay yitirmeyen lux/lumen, perspectiva bir bağımsız değişken ve kesintili bir eğilim oluşturuyorsa Karşı-Aydınlanma (Aydınlanma karşıtlığı) nedir?

Tüm yazılarını göster