Demir çelik sektörü geçmişteki hataları aşarak bugüne geldi

Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

Ülke ekonomileri için geçen yüzyılın ilk çeyreğinde en stratejik maddeler kömür ve demirdi. Bu nedenle Zonguldak’taki kömür madenlerinde verimliliğin artırılması için önlem alınmış ve yüksek fırınlı entegre bir demir-çelik fabrikası kurulması kararlaştırılmıştı. O yıllarda ekonomik kalkınmada özel sektörün rolü konusunda farklı düşünen dönemin iki devlet adamı İsmet İnönü ve Celal Bayar, demir çeliğin önemi konusunda aynı görüşteydi. İsmet Paşa bir konuşmasında “Kömürsüz ve demirsiz bir medeniyetin yürüyeceğini iddia boş bir sözdür” demişti. Celal Bayar’ın tespiti de farklı değildi:“Bugünkü medeniyet kömüre ve demire dayalıdır.”

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine bu yatırım için TBMM’ye sevk edilen tasarı 17 Mart 1926 tarihinde 786 sayılı Kanun ile kabul edildi. Projeyi Avusturya’daki Leoben Madencilik Yüksek Okulu’nda öğretim üyesi olan ve Türkçe dahil yedi dil bilen Bartel Granigg hazırlamıştı. Granigg’in hesabına göre yerli cevher kullanacak yüksek fırınlı bir demir çelik tesisinin kuruluş maliyeti 11 milyon liraydı. Bu maliyete yüksek fırın, Siemens-Martin ve kok fırınları ile haddehaneler ve demirhaneler dahildi.

11 yıllık gecikme

Tam temel atılmak üzereyken dönemin Maden İşleri Umum Müdürü Bekir Sıdkı Bey’in Avrupa ülkelerindeki incelemelerinden sonra verdiği rapor tereddütlere yol açmıştı. Raporda ekonomik açıdan rasyonel bir tesisin yılda en az 150 bin ton demir ve çelik üretmesi gerektiği, oysa Türkiye’nin demir-çelik ithalatının 90 bin ton olduğu belirtilmişti. Umum Müdür, gelecek yıllardaki nüfus artışını, betonarme inşaatın yaygınlaşmasını ve demiryolu rayı, madeni eşya, makine, pulluk, teneke ve silah imalatının girdi ihtiyacını dikkate almadan raporunu yazmıştı.

İthalat içinde demir ve çelikten mamul madeni eşya ve makinelerin oranı 1925’de gerçekten düşük ve yüzde 13 düzeyindeydi. Ancak bu oran 1930 yılında yüzde 25.2’ye yükselmiş, 1935’te ise yüzde 35.8olmuştu. Değişen ve gelişen ekonomide demir talebi yüksek bir hızla artmıştı.

Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın temeli 1937’de atılmış üretim yaklaşık 11 yıllık bir gecikme ile ancak 1939’da başlatılabilmişti.

Bir gecikme daha

Nüfusu artan, sanayileşen, şehirleşme hızı yükselen ve konut inşaat sektörü canlanan Türkiye’nin demir-çelik tüketimi her geçen yıl artıyordu. Karabük’ün artan üretimine rağmen 1952 yılında demir çelik ihtiyacının üçte ikisi ithalat ile karşılanıyordu. Karabük’te üretim kapasitesi iki yeni yüksek fırınla artırılması da sorunu çözememişti.

Geçen yüzyılın 30’lı yıllarında ABD’de otomobil ve her tür beyaz eşya lüks olmaktan çıkması ve fiyatların makul düzeylere inmesi satışları artırıyordu. Aynı süreç Avrupa’da 50’li yıllarda ortaya çıkmıştı. Türkiye’de ise girişimciler aynı dönemde kamyon ve cip ile beyaz eşya üretimine montajdan başlayarak girmeye hazırlanıyordu. Ancak Karabük bir adı da “sac” olan yassı ürünü üretmiyor, 1954’te başlayan döviz sıkıntısı ise ithalatı zorlaştırıyordu. O yıllarda bazı sanayiciler kullanılmış varilleri keserek elde ettikleri sacı makine imalatında kullanmak zorunda kalıyordu.

İktidardaki Demokrat Parti hükümeti 1950 yılında yassı ürün üretecek ikinci bir entegre demir çelik tesisinin temelini atabilseydi, otomotiv ve beyaz eşya sanayileri üretim atılımını 10 yıl önce gerçekleştirebilecekti. Özel sektör girişimcileri o sırada bu tür bir yatırımı gerçekleştirecek teknik bilgi ve sermaye birikimine sahip değildi. O dönemde bu tür bir tesis için kredi ve teknik bilgi sağlayacak tek ülke olan ABD ise Türkiye’de hem devletin fabrika kurmasına hem de ağır sanayi yatırım projelerine karşı çıkıyordu.

ABD bu konudaki tutumunu 1955 sonrasında yumuşatınca Menderes hükümeti 1960 yılı başında yassı ürün üretecek ikinci bir entegre tesisin kurulmasını kararlaştırdı. ABD’nin engellemeleri olması 1955’te üretime başlayabilecek Ereğli Demir Çelik Fabrikası ancak 1965’te faaliyete geçebilmişti.

Bir yanlış hesap

1960 yılında İzmir’de Metaş’ın üretime geçmesi ile başlayan elektrikli ark ocakları ile demir çelik üretimi sonraki on yıllarda hızla gelişti. Sonraki yıllarda 24 ark ocaklı ve beş de indüksiyon ocaklı tesis, demir ve çelik üretimini ve ihracatını artırdı ama uzun veya yuvarlak ürün ile yassı ürün arasındaki dengesizlik uzun yıllar boyunca ortadan kaldırılamadı.

70’li yıllarda hazırlanan iki beş yıllık planda 1995 yılına kadar olan dönemde yassı ürün talebinin uzun ürün talebine göre daha hızlı artacağı öngörüsü yapılmıştı. Bu öngörüye rağmen 1977’de üretime başlayan İskenderun Demir-Çelik’in uzun üründe uzmanlaşması kararlaştırıldı. Plancılara göre artan yassı ürün talebi, 1985-1989 Beşinci Beş Yıllık Plan döneminde, hem uzun hem de yassı ürün üretmesi planlanan dördüncü entegre tesisin faaliyete geçmesi ile karşılanacaktı. 10 milyon ton kapasiteli olması düşünülen dördüncü büyük tesis Turgut Özal’ın başbakan olduğu 1985-1989 döneminde ve sonraki 18 yılda kurulamadı. Sivas Demir Çelik Fabrikası ise yıllarca atıl durumda kaldı. 2007 yılında Dokuzuncu Beş Yıllık Plan için hazırlanan Demir Çelik Özel İhtisas Komisyonu raporunda yaklaşık 80 yıldır bir düzene sokulamayan demir çelik üretimi şöyle eleştiriliyordu: “AB’de üretilen çelik ürünlerinin yüzde 60’ı yassı ürünlerden, yüzde 40’ı ise uzun ürünlerden oluşmaktadır. Ülkemizde aynı oran yüzde 20’ye yüzde 80 gibi büyük bir farkla yassı ürün aleyhinedir. Bu durum çelik endüstrimizdeki ana sorun olan yassı-uzun dengesizliğini gözler önüne sermektedir.”

Sorun İskenderun Demir-Çelik’in 2008’de yassı ürün üretmeye başlaması ile çözüm yoluna girdi. Ancak sonraki yıllarda yassı ürünlerde kalıcı olarak net ihracatçı konumuna geçilmesi ve daha fazla alaşımlı çelik üretimi ile paslanmaz çelik, vasıflı çelik, yapısal çelik ve dikişsiz boru gibi katma değeri yüksek ürünlerin üretiminde henüz dişe dokunur bir başarı sağlanamadı.

Trend körlüğü nedir

İnsanlar daha çok acil ve kısa vadeli sorunlarla ilgilenir. Toplumları uzun vadede etkileyen ve trendlerin yön verdiği büyük sorunlara, devlet katında bazı kurumların ve ileri görüşlü yöneticilerin çözüm aradığı varsayılır. Bu varsayım gerçekleşmediğinde bazı önemli ve büyük sorunlar sahipsiz kalır. Sorunlar zamanla biriktikçe, çözüm daha da zorlaşır. ABD’li bilim insanı Daniel Burrus, “trend körlüğü” adını verdiği bu olaya şu örneği vermişti: ABD’de İkinci Dünya Savaşı sonrasında artan doğumlara “bebek patlaması” (baby boom) adı verilmiş ve bu olgu on yıllar boyunca her platformda tartışılmıştı. Ancak bu olgu, politikacılar tarafından dikkate alınmayınca, önce doğumevlerinde ve ana okullarında. sonra üniversitelere girişte, 70’li yıllarda işgücü pazarında, 90’lı ve 2000’li yıllarda ise emeklilik sis­teminde yetersizlik ve sıkıntı yaşan­dı”.

Türkiye’de demir çelik sektöründeki önemli sorunlara yaklaşık 100 yıl boyunca kalıcı çözümler bulunamaması trend körlüğü konusunda somut bir örnek oluşturdu, Benzer sorunlar, kimya, makine ve elektronik sektöründe de yaşandı.

Cari işlemler açığının yalnız tasarruf oranının artırılması ve kısa vadeli para, kur ve faiz politikası önlemleri ile çözülmeye çalışılması ve sektörlerin teknolojik yoğunluğunun yükseltilmesinin (upgrading) ihmal edilmesi trend körlüğüne verilebi­lecek diğer bir örneği oldu.

Tüm yazılarını göster