İstanbul’un unutulmayacak hemşerileri

“Bir İstanbul beyefendisini kaybettik bugün… Vapurlarımızın bilindik siması, bir yakadan diğerine giderken yolculuklarımıza tebessüm katan, nâm-ı diğer ‘Burhan Pazarlama’ aramızdan ayrıldı. Ruhu şad olsun, İstanbul onu hep hatırlayacak.” Bu cümleler, üç yıl önce yine Mart ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) sosyal medya hesabında yer almıştı, Burhan Demircan’dan söz ediliyordu. O, Kadıköy-Karaköy veya Eminönü-Kadıköy vapur hattında birçoğumuzun karşılaştığı, Burhan Pazarlama olarak bilinen, hepimizin çok sevdiği bir satıcıydı. Dile kolay 60 yıl boyunca tükenmez kalemden otomobile birçok şeyi özgün üslubuyla tanıtarak satmıştı. İstanbul’un renklerinden birisiydi. Tıpkı amigo, dolmuş şoförü Karıncaezmez Şevki, tıpkı Çiçek Pasajı’nın akordeoncusu Madam Anahit, tıpkı İstiklal Caddesi’nde içli köfte satan Sabırtaşı ve bir kitap konusu olabilecek daha birçok isim gibi…

Eski defterleri karıştırırken bir not olarak çıktı İBB’nin bu tweet’i. Artık aramızda olmayan bu isimleri hatırladım. Karıncaezmez Şevki’yi 2000’de, Madam Anahit’i 2003’te, Sabırtaşı’nı 2009’da kaybetmiştik. 70’lerden itibaren hepsiyle tanışmış, konuşmuştum. Karıncaezmez’in dolmuşuna binmiş, Madam Anahit’i dinlemiş, Sabırtaşı’ndan içli köfte yemiştim… Dördü de benim hayatıma dokunmuştu.

İstanbul’un bu hemşerilerini anmak istedim ve bilgisayarın başına oturdum:

Tarih boyunca farklı topluluklar, farklı dinler, farklı dillerden insanlarının gelip geçtiği, kalıp yerleştiği rengârenk bir kent İstanbul. Şehrin renklerini oluşturan insanları ansiklopedilerden, tarih kitaplarından okuyor, tanıyoruz. Bir de yukarıda sözünü ettiğim İstanbulluların hayatına dokunan insanlar var. Onlar ansiklopedilerde yer almıyorlar ama şehrin kadim belleğinde önemli bir yer tutuyorlar… Bu nedenle belki de ansiklopedilere giren kimilerinden çok çok daha fazla hafızalarda yaşayacaklar…

Burhan Pazarlama da onlardan birisiydi. Bir zamanların Anadolu yakasında oturan gazetecilerin klasiği olan vapur yolculuklarında sık sık karşıma çıkmıştı. Her defasında yeni ne getirdiğini merak ederdim. Bazen alışveriş de yapardım. Şık giyimi, güzel ses tonu, kibarlığıyla son derece inandırıcıydı. Ve emin olun, aldıklarımın fiyat-ürün kalitesinden asla pişman olmadım. Bol promosyonlu bu satışlar garantiliydi de… Burhan Pazarlama mutlaka yolculuklarımda yine karşıma çıkacaktı.

Vapurda satıcılığın baba mesleği olduğunu söylemişti bir söyleşide: “Babam zorla çalıştırır, para getiremediğimde eve almazdı; saçak altında yatardım. Sonra işi benimsedim. Babamın çantasını taşıyarak başlamıştım; sonra o benim çantamı taşıdı” demişti…

Belki de okullarda yeterli pazarlama eğitiminin olmadığı senelerde onunki ders kitaplarında okutulacak bir başarı öyküsüydü…

Galatasaray’ın şampiyon olduğu bir sene sarı kırmızılı olmaya karar verdim. Sarı kırmızılı her şey artık ilgimi çekiyordu. Ayakkabısından çorabına, gömleğine kadar her şeyi sarı kırmızı renklerdeki Galatasaray amigosunu da bilmemem mümkün değildi. Tabii yine içi sarı kırmızı renklerle donatılmış o “külüstür” dolmuşunu da…

Gerçek adı Şevki Güney'di. O'na Karıncaezmez nâmını devrin İstanbul Emniyet amiri, sonradan İçişleri Bakanlığı da yapan Orhan Eyüboğlu vermişti. Çünkü Şevki, bir tek kaza bile yapmamıştı. İstiklal Caddesi’nden geçerken Galatasaray Lisesi önünde arabasının üstüne çıkıp selam verirdi. Herkes onu böyle benimsemişti. Ancak iki çocuğunun annesi karısı, Galatasaray’ı bırakmadığı için boşanma davası açmıştı.

Ben, anne-babamdan onun dolmuşuna binmemizi ister, ısrar ederdim. Son derece kibar, müşterilerine karşı saygılıydı. Arabaya binince kendimi bir müzeye girmiş gibi hissederdim. Galatasaraylı futbolcuların resimleri, çiçekler, sarı kırmızı kurdeleler arasında mutlu olurdum.

Sevgili Tefo Abim (gazeteci Tevfik Yener) onun için “Şevki abi çekinmezdi. Biz Fenerbahçelilerin bulunduğu bölüme gelirdi ki zaten tüm Fenerbahçeliler tribünleri doldurmuş olurdu. Karıncaezmez sarı-kırmızılı forması ve bayrağıyla yuhalanmaz, alkışlanırdı. Fenerbahçelilerle el sıkışırdı. Onu herkes severdi ister Fenerbahçeli ister Beşiktaşlı. Çünkü o efendi adamdı. Futbolun bir oyun, bir eğlence olduğunu biliyordu. En önemlisi; sportmenliğin barış, kardeşlik ve de centilmenlik olduğunu hissettiriyordu” diyordu.

Aramızdan ayrılışı yalnız ve hüzünlü oldu, keşke kıymeti bilinseydi…

Beyoğlu maceram, babamla birlikte Atlantik’te sosisli yiyerek başlar. Bir süre sonra yalnız gitmeye başladığımda yanında bir de Arjantin alırdım! Çiçek Pasajı müdavimliğim de başlamıştı. Orayı duvarlarından yansıyan akordeon sesi ile hatırlarım. Masaların arasında dolaşan Madam Anahit çalıyordur… Dudağında kırmızı ruju, kocaman gözlükleri, saçlarında firketeleri ve yakasında kırmızı gülü ile Madam Anahit. Yani Anahit Yulanda Varan… Belki de Beyoğlu’ndaki sokak müzisyenlerinin ilki… Çiçek Pasajı’nın sembolü… İstanbul’un renklerinden biri…

Fransız şansonlarını onun akordeonundan dinleyerek sevdim. La Vie en Rose’un anlamını öğrenmeye çalıştım; Fransız Kültür’de üç yıl boyunca ders aldım.

İlhan Berk’in onu anlatan dizeleri “Akordeonu, Balık Pazarı’nı, dört kocasını, dört kedisini sevdi. Dünya o zaman kısır değildi, kırk yapraklı bir güldü” diye başlar. Sayısız filmde oynamış, kitaplarda yer almıştı. Çiçek Pasajı’nın eski fotoğraflarının bir köşesinde mutlaka onu görürüz. Son yıllarında pasaj esnafı onu incitmiş, o da Boncuk’a gitmeye başlamıştı. Bizim de sırf onu dinlemek için oraya gittiğimiz günler vardı…

O gidince İstanbul’un renklerinden biri daha soldu. Ama benim gibi onu tanıyanlar ne zaman İstiklâl’e çıksak Beyoğlu sokaklarında yankılanan akordeonun sesi hâlâ duyarız.

İçli köfte sever misiniz? İyisini bulmak epey zordur. Yapılışı zahmet ister. İçli köfteyi 80’lerin sonlarında bize Ali Baba sevdirmiştir. Kahramanmaraşlıdır, iflas edince ailece İstanbul’a göç etmişler, eşinin yaptığı içli köfteleri satmaya başlamıştır. İstiklâl Caddesi’ndeki voltalarımızda dikkatimizi bembeyaz önlüğü ve kravatı ile çekmişti. Neredeyse 20 yıl bir “sabırtaşı” gibi Galatasaray’a yakın bir noktada bir camekânın arkasında içli köfte satmaya devam etti. O, Sabırtaşı olarak tanınıyordu. Biz de ondan içli köfte yemeye devam ediyorduk.

Vefatından sonra tezgâhın arkasında oğlu Mustafa Bey’i görmeye başladık. Bir müddet sonra babasının ve kendisinin hikâyesini "Sabırtaşı-Beyoğlu’nda Bir Bey Oğlu" ismini verdiği bir kitap elime ulaştı.

Ders olarak anlatılabilecek bir girişimcilik hikâyesi Sabırtaşı’nınki. Bugün yine aynı noktada 35 yıldır olduğu gibi camekânı içinde içli köfteleri ile lezzet severleri bekliyor.

***

Anlattıklarım, şehrin üzerlerine kitaplar yazılabilecek sayısız renklerinden sadece dördü. Ben onları yazarken sizlerde merak uyandırmak istedim! Sahi, çevrenizde böyle renkler var mı?

Tüm yazılarını göster