“Türkiye makroekonomi fetişi olan bir ülkedir.”

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Geçen hafta, “Asimetrik tartışmalar çare üretmiyor” başlıklı yazıda, makroekonomik sorunları tartıştığımız ağırlıkta, yoğunlukta ve derinlikte işyeri ölçeğindeki mikro ekonomik ölçekli sorunları da tartışmazsak çare üretemeyeceğimizi yazdım.

Bir gün sonra Oksijen gazetesinin 166’ıncı sayısında Cambridge Üniversitesi Sidney Sussex Koleji öğretim üyesi Dr. Özge Öner kapsamlı analizinde aynı konunun başka bir yönünü irdeliyordu. Diyordu ki: “Gözden kaçan daha kuvvetli bir olgu olduğunu düşünüyorum: Yereli ıskalamak!

Benim iddiam odur ki Türkiye makroekonomi fetişi olan bir ülkedir. Türkiye’de ekonomi dendiğinde hemen akla enflasyon, faiz oranları ve kurdaki yükseliş gibi makro değişkenler gelir. O kadar ki özünde bir kıtlık bilimi (science of scarcity) olan economics ve ekonomik göstergeler çerçevesinde genel durumu tarif eden economy, Türkçe’de aynı kavramla, yani ‘ekonomi’ ile karşılık bulmuştur. Bu minvalde seçmen davranışlarını belirleyen ekonomi, makro iktisadi değişkenlerden ziyade kıtlık kavramıyla ya da daha genel geçer bir deyişle yoksunlukla ilişkilendirilir diye düşünüyorum.”

Dr. Öner yoksulluğun ikiye ayırıyordu: Biri, bireyin geçmişte erişimi olan kaynaklara erişememe durumu. Bu durum bireyin refah düzeyini alt üst eden, hatta hayatta kalması için gereken asgari koşulları karşılamakta bile güçlük çekme haliydi, yani “mutlak yoksulluk”. Diğeri ise, “Bireyin kendisiyle karşılaştırılabilir bulduğu diğer bireylerin erişimi olan kaynaklara erişemeyişi üzerinden hissettiği, yani “göreli yoksulluk’.”

Mutlak ve göreli yoksulluk kavramları değişik bakış açıları üretir. Mutlak yoksulluk, yaşadığımız yerden bağımsız olarak iktisadi koşulların yarattığı, derinleştirdiği ve yaygınlaştığı bir sorun. Dr. Öner’in altını çizdiği gibi, görelilik karşılaştırma gerektirir. Referans aldığımız çevreye göre değişik algılanır; algıyı yaratan çevre koşullarının doğru okunmasında “makro iktisadi anlatı” yetersiz kalır.

Yetersizliği aşmanın yolu “saha gözlemlerini” ciddiye almaktan geçer.

Medya ve toplumun farkındalığı

Yaygın basılı medyanın bir alt kolu olan “ekonomik gösterge-odaklı ihtisas gazeteciliğinin” yarım yüzyıla yaklaşan tarihinde gelişmeleri yakından izleyenlerden biriyim. Gözlemlerimin ulaştırdığı genellemeleri anlatarak ve yazarak sürekli paylaştım. Yazıya aktardığım düşünceleri yönlendiren temel ilkelerin bugün de geçerli olduklarını düşünüyorum.

Önemli ve öncelikli ilke, “net bilgi olmadan öngörme ve önlem alma disiplini” uygulanamayacağıdır. O nedenle, “dinamik envanteri” büyükten küçüğe bütün örgüt yönetimlerinin içselleştirmiş olmaları atılması gereken ilk adım olmalı.

Dinamik envanter sağlıklı veri üretmenin ilk adımıdır. Verinin temel bileşenlerinden biri olan “sayıları” kullanırken, sayıların oluşturma metotlarını açıklamazsak, sayılar kötülükleri saklamanın araçlarına dönüşebilir.

Verilerin temel bileşeninden bir diğer olan “görseller” insanları ikna etme konusunda sayılardan daha etkili. Görsellerle anlatım yaparken, nicelik gelişmeleri kadar nitelikleri göz önünde bulundurma özeni gerekir.

Verinin üçüncü bileşeni “kavramlardır”; kavramları nesnelere indirgemeden bir anlatım aracı olarak değerlendirme, gelişme dinamiğinin temel güçlerinden biridir. Net bilgiye varmak için veri bileşenlerinin oluşumunun arka planını açık ortamlarda paylaşırsak, ihtiyaçlarımızı ve önceliklerimizi hayatın öz gerçeğine uyumlandırılabilir.

Sağlıklı ve güvenilir veri üretilemeyen toplumlarda değerlendirme yaparken “saha gözleminin” hayati önemini asla gözden ırak tutmamalı. Genel eğilimlerin yarattığı referans çerçevesi ile yerel gözlem ve analizlerin bulguları arasında uyum ve çelişkilerin izini sürerek dengeli ve sürdürülebilir gelişme yaratabilir.

Bir başka ilke, “eğilimlerin haberleştirilmesidir”. Eğilim haberlerine öncelik verilmesi konjönktürel ilgilere sırt çevirme anlamına gelmez.

Ekonomik gösterge odaklı ihtisas medyasının temel görevlerinden biri de, eğilimlerin olası fırsat ve tehlikeleri hakkında “erken uyarı” mekanizmaları oluşturmalarıdır.

Yaygın medyanın popülist ve pragmatist eğilimlere yönelmesi anlaşılabilir, ama bu eğilim ekonomik gösterge-odaklı ihtisas medyasının kurdudur. Orhan Pamuk’un “Kısa mesajla iletişim kurarsınız, asla düşünce geliştiremezsiniz” saptaması medya kanallarında giderek baskın hale gelen bilgi kirliliğini ve yetersizliğin i açıklayan özlü bir anlatımdır. Medya kanallarının yapıları, işlevleri ve kültürleri değişiyor. Bağlantılar, iletişim-etkileşimler, rekabet biçimleri, işbirliklerinin özellikleri, teknoloji etkileri, iş süreçlerinin farklılaşması ve işgücü profilleri katmanlaşması artıyor. Bütün bu gelişmeler karmaşanın artması demek. Karmaşayı kavrayışa dönüştürmek ise derin bilgi ve ihtisaslaşma gerektiriyor. Bir ihtisas gazetesinde, yazıları “doğru-yanlış” çerçevesinde irdeleme yerine, “uzun-kısa” değerlendirmesi yapılması çantamızdaki aracın felsefesini kavramamış olma ve başarılı örnekleri yakından izleme özeninin olmamasıyla ilgilidir.

 Ekonomik gösterge-odaklı ihtisas medyası “kendine sürekli yatırım yapmayı” gerektiren bir alandır. Kuramsal çerçeveleri izlemeden, modellerin deney yapma ve deneyim kazanma işlevini içselleştirmeden, metot belirlemenin kaynak veriminin temeli olduğunu kavramadan işin hakkı verilemez. Daha da önemlisi, sürekli yüzleşme ve sorgulama özgüveni olmaksızın sınırları giderek daralan yankı odalarındaki dukalıkların alkışının aldatıcılığıyla başa çıkarak, gerçek gelişme ve ilerlemeden yana bir tavır koyabilmek için popülist ve pragmatist çizgiden uzak durması gereken bir alandır ihtisas medyası.

Ortak çözüm bulmalıyız

Makroekonomi fetişi, sadece yazılı medyanın sorunu değil. Medyada var olan ve oluşmakta olan bütün kanallarda içerik hazırlama ve sunum yapmanın ortak sorunu. İş örgütleri yöneticilerinin ise temel sorunu. Ülkemizin üretim alanında bugün ulaştığı düzeyi bir basamak daha yukarıya çıkarmak istiyorsak, iş dünyası insanların vasatlığa oynayan iletişim-etkileşim etkinliklerine eleştirel yaklaşmaları ve ucuzluğa izin vermemeleri gerekir. Yeni normal koşullarının bağlantı, iletişim-etkileşim, rekabet, işbirlikleri ihtiyaçlarına göre konumlanmamız gereklerini hep birlikte yerine getirirsek daha etkili sonuçlar alabiliriz.

Neler yapmamız gerektiğini tartışmalıyız. Polemik tuzaklarına düşmeden, gerekçeli ve kanıta dayalı tartışmalarla toplumumuzu geleceğe hazırlayabiliriz. 

Yaşamın özü                                                

 

Öngörüp de önlem almazsan” eğer

Şaşkın ördek gibi “yönsüz” gezersin

Veri, malumat bilgiyi” çözersen

Engelleri teker teker ezersin

            “Bilgiye dayalı fikir” gücündür

            Hesap, kitap, ölçü senin özündür

            “Proje üret” somutlaşmış sözündür

            Üretirsen huzur ile gezersin

Maksadımız yaşamanın özüdür

Zenginlik üretmek” güzel yüzüdür

Tembellik yaşamın erken güzüdür

Diri dur hayattan erken gidersin

            “Doğru yapı” iş yapmanın temeli

            “Doğru işlev” üretmenin emeli

            “Doğru kültür” arkasından gelmeli

            Yanlışın peşinde kendin üzersin

Gülağa hayat bir savaş alanı

Verimlilik” dik durmanın temeli

Kaynak bul ki” yoklukları yenmeli

Şeffaflıkla” yolsuzluğu çözersin

           

Tüm yazılarını göster