Yeşilde ihracatı mı, yatırımı mı teşvik etmeli?

23 Şubat tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 8191 sayılı “İhracat Destekleri Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Karar” ile 5973 sayılı “İhracat Destekleri Hakkında Karar”a “Yeşil mutabakata uyum projesi: Avrupa Yeşil Mutabakatına uyum amacıyla şirketlerin ihtiyaç analizinin yapılmasına yönelik projeyi… ifade eder” tanımı eklendi. Aynı Kararla, 5973 sayılı Karar’ın 14’üncü maddesi başlığı ile birlikte şu şekilde değiştirildi:

“Yeşil mutabakata uyum projesi desteği; Madde 14- (1) Şirketler tarafından yeşil mutabakata uyum projesi kapsamında alınan danışmanlık hizmeti giderleri, 5 yıl süresince %50 oranında ve toplamda 10 milyon TL’ye kadar desteklenir.”

Kararın yayımlanmasıyla birlikte ihracatçılar ciddi bir heyecan fırtınasına tutuldu. Kaynak bulmakta zorlanan işletmeler bu ihracat desteğine nasıl ulaşabileceklerinin arayışına girdi.

Yürürlüğe konulan bu düzenlemenin ne ölçüde “amaca uygun olduğu” hususunun irdelenmesinde yarar var.

5973 sayılı Karar’ın amacı 1’inci maddede şu şekilde tanımlanıyor: “Bu Karar; şirketlerin ihracata hazırlanması ve uluslararası pazarlarda rekabet avantajı kazandırılması amacıyla tasarım ve kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesi, ürünlerinin yurt dışında tanıtımı, pazarlanması, tutundurulması ve markalaşmasının desteklenmesine yönelik giderler ile ihracatımızın sürdürülebilir artışının sağlanması için gerekli diğer faaliyetlere ilişkin giderlerin Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu’ndan (DFİF) karşılanmasını düzenlemek amacıyla hazırlanmıştır.”

İhracat Destekleri Hakkında Karar kapsamındaki tüm desteklerin verilmesi ve özel durumların veya mücbir sebeplerin değerlendirilmesi konusunda Ticaret Bakanlığı İhracat Genel Müdürlüğü’nün yetkili olduğuna dair 6 adet de genelge yayımlanmış durumda.

Avrupa Birliği’nde yürürlüğe konulan Yeşil Mutabakat yeni sanayi stratejisi, döngüsel ekonomi eylem planı, tarladan - sofraya tarım stratejisi, biyoçeşitlilik stratejisi, temiz enerji, sürdürülebilir akıllı ulaşım, sınırda karbon düzenlemesi, yeşil finansman ve diplomasi adlı alt açılımları olan bir proje demetinden oluşuyor. “Diplomasi” başlığı altında batı balkanlar için yeşil günden oluşturulması, Çin ile iklim ve çevre ortaklığı geliştirilmesi, Afrika ile kapsamlı bir strateji geliştirilmesiyle, bu alanda “uluslararası çalışmalara liderlik etme” hedefi açıklandı.

Yeşil Finansman alt başlığında konuya ilişkin fonlar ve kimlerin yararlanabileceğine yer veriliyor. Avrupa Yeşil Mutabakat Planı kapsamında, AB’de sürdürülebilir yatırımların desteklenmesi için 1 trilyon Euro tutarında kaynak sağlanacağı; yeşil geçişten ekonomik ve sosyal açıdan en çok etkilenecek kesimlerin desteklenmesi için de Adil Geçiş Fonu kapsamında 100 milyar Euro kaynak tahsis edileceği belirtiliyor. Bu iki kalem fondan Türk girişimcilerin bizim ülkemizdeki yatırımları için yararlanma olanağı bulunmuyor. Bununla birlikte daha küçük ölçekli, InvestEU Birlik Programı, Yeşil Ar-Ge, LIVE Birlik Programı gibi daha çok inceleme ve araştırma programlarından Türk girişimcilerinin yararlanabileceği anlaşılıyor.

Yeşil Mutabakat ile ilk kez 22 ay sonra yüzleşeceğiz. Çünkü (EU) 2023/956 sayılı CBAM Tüzüğü kapsamında 1 Ocak 2026 tarihinden sonra AB’ye ihraç edilen ürünlerin karbon ayak izi takip edilerek, bu ürünlerden karbon vergisi tahsilatına başlanılacak. Ancak, “Yetkili CBAM Beyan Sahibi” olarak adlandırılan ithalatçılara o tarihte tahsis edilecek ton/CO² karşılığı CBAM Sertifikası için 1 Ocak 2024 tarihinden itibaren veri toplanmaya başlandı bile.

Ülke insanı olarak karakterimiz “22 ay uzun bir süre, hele 1 Ocak 2026 tarihi gelsin, bakarız bir çaresine” anlayışını benimsemeye çok yatkın. Bunu “yumurta kapıya sıkışıncaya kadar sorunu halı altına süpürme yaklaşımı” diye de tanımlayabiliriz.

Ya da başka birimiz, “biz neden bu kadar telaşlanıyoruz ki, önce AB’ye en fazla ihracat yapan Çin gibi ülkeler ne yapacağını düşünsün” diyebilir.

Söyleyelim: Çin 2021 yılından beri pilot ETS (Emisyon Ticaret Sistemi) kurmuş durumda. Bu kapsamda 400 milyon AVRO tutarında bir piyasa geliştirmiş bile. Japonya, Güney Kore gibi gelişmiş ekonomileri bir kenara bırakalım. Endonezya 2021 yılında pilot ETS sistemi kurdu. Şili 2014 yılında “yeşil otomobil kriterleri”ni yürürlüğe koyduğu gibi, 2040 yılında tüm kömür santrallerini karşılıklı mutabakatla kapatma kararı aldı. Meksika 2020 yılında pilot ETS sistemi kurdu. Arjantin 2021 yılında ETS piyasasını tüm mekanizmalarıyla oluşturdu. Piyasada ton/CO² fiyatları 10 ABD Doları üzerinden işlem görüyor.

Biz ise henüz “farkındalığın artırılması”, “bilinçlendirme çalışmalarının yürütülmesi için seminer veya eğitim programlarının hazırlanması” düzeyinde “danışmanlık hizmet giderleri tahsisi” dönemini yaşıyoruz.

İşin ilginç tarafı bu kaynağı ihracatı teşvik için ayrılmış kaynaklardan yapıyoruz. “Kaynağın ne önemi var? Önemli olan Yeşil Mutabakat konusunda danışmanlık vermek değil mi?” denilebilir.

Oysa konuya dışarıdan bakan için tablo farklı görünecektir. Olaya işletme düzeyinde baktığımızda önemli olan üretim süreçlerini gözden geçirerek karbon salınımını azaltan yatırımlar yapmak mı, yoksa pazarlama departmanınızı Yeşil Mutabakat konusunda eğitmek mi olmalı? Eğer üretim süreçlerinizi değiştirmeksizin, pazarlama departmanı elemanlarınızı eğitiyorsanız göz boyamaya hazırlık yapıyorsunuz gibi algılanır.

İşletme düzeyinde değil de ülke düzeyinde konuya yaklaşıldığında, bu fonların Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından 5084 sayılı Yatırımların ve İstihdamın Teşviki Kanunu kapsamında tahsis edilmesi beklenir. Ticaret Bakanlığı (İhracat Genel Müdürlüğü) tarafından sağlanan Yeşil Mutabakat fonları, ürünü “allayıp pullayıp pazarlama faaliyeti” olarak değerlendirilebilir.

Ticaret Bakanlığı’nın niyeti ne kadar halis olursa olsun, olayın fotoğrafı Avrupa Birliği tarafından böyle çekilecektir.

Tüm yazılarını göster