Trump’ın gümrük vergileri AB-Çin yakınlaşmasını tetikler mi?
Trump’ın gümrük vergileri, Avrupa’yı Çin’le yakınlaşma arayışına itiyor. Ancak Ukrayna savaşı, insan hakları ihlalleri ve ekonomik rekabet gibi başlıklar, bu yakınlaşmanın önünde ciddi engeller oluşturuyor. AB, Çin’le yeni dengeler çerçevesinde pazarlık yapma sürecine temkinli yaklaşıyor.
Donald Trump’ın uygulamaya koyduğu gümrük vergileriyle tetiklenen ekonomik belirsizlik, Avrupa Birliği (AB) ile Çin arasında olası bir yakınlaşma ihtimaline dair tartışmaları yeniden gündeme taşıdı. Ancak bu tür bir yakınlaşmanın önünde ciddi engeller bulunuyor.
Çin, günümüzün küresel sorunlarının çözümünde stratejik bir ortak mı, yoksa Avrupa topraklarında 1945’ten bu yana görülen en büyük silahlı çatışmanın (Ukrayna savaşı) dolaylı destekçisi mi? Bu sorunun yanıtı, kime sorulduğuna göre değişiyor.
Trump’ın Beyaz Saray’a olası dönüşü, küresel düzeyde ciddi dalgalanmalara neden olurken ülkeler, ABD'nin öngörülemez politikalarına karşı pozisyonlarını gözden geçirme ihtiyacı hissediyor. Trump’ın ticaret politikaları, özellikle de geniş çaplı gümrük vergileri, uzun yıllardır istikrarlı işleyen küresel tedarik zincirleri ve ticaret akışlarını tehdit ediyor.
AB, alternatif ticari açılımlara yöneliyor
Avrupa Birliği için bu vergiler adeta bir şok etkisi yarattı. Beyaz Saray'ın bazı geri adımlarına rağmen, AB malları hâlâ yüzde 10’luk temel vergiye tabi tutulacak. Dahası, çelik, alüminyum ve otomobiller gibi sektörlerde yüzde 25 oranında ek vergi uygulanması planlanıyor. Trump ayrıca, Avrupa’nın güçlü olduğu ilaç sektörü için de ek vergiler uygulayabileceğini ima etti.
Transatlantik ilişkilerin hızla zayıfladığı ve Amerikan pazarının daha kısıtlayıcı hale geldiği bu ortamda, Brüksel alternatif ticari açılımlar arayışına yöneliyor. Bu arayışta öne çıkan aktör ise Çin.
Geniş ve zenginleşen orta sınıfı sayesinde Çin, Avrupalı şirketler için hem yeni bir müşteri tabanı hem de yatırım fırsatları sunuyor. Avrupa'nın içeride düşük büyüme, dışarıda ise siyasi çalkantılarla karşı karşıya olduğu bir dönemde, Çin cazip bir ekonomik partner olarak konumlanıyor.
Dünyanın en büyük iki pazarı
Eurostat verilerine göre 2023 yılında ABD, AB’den yapılan ihracatta 501,9 milyar euro ile ilk sıradaydı. Onu 223,5 milyar euro ile Çin izledi. Ancak Çin, aynı yıl AB’ye 516,2 milyar euro ile en çok mal satan ülke konumundaydı; bu alanda ABD ikinci sırada yer aldı (346,7 milyar euro).
Trump’ın gümrük vergilerine yönelik açıklamalarından sadece birkaç gün sonra Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Çin Başbakanı Li Qiang ile yaptığı telefon görüşmesi dikkat çekti. Görüşmede ikili ilişkilerin yanı sıra küresel ekonomik gelişmeler de ele alındı.
Avrupa Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, Von der Leyen’in, Avrupa ve Çin’in “dünyanın en büyük iki pazarı olarak, serbest ve adil kurallara dayalı bir ticaret sistemini güçlendirme sorumluluğuna” sahip olduğunu vurguladığı bildirildi.
Çin’den AB’ye davet
Pekin tarafından yapılan açıklamada ise ilişkilerde “istikrarlı büyüme” vurgusu öne çıktı. Başbakan Li, “Çin, Çin-AB ilişkilerinin sağlam ve istikrarlı gelişimini desteklemek için Avrupa tarafıyla birlikte çalışmaya hazırdır” ifadelerini kullandı. Trump’ın politikaları açık şekilde eleştirilirken, Li bu politikaları “ekonomik zorbalık” olarak nitelendirdi.
Bir dönem Çin’e karşı daha temkinli bir politika izleyen von der Leyen, son aylarda daha “işlem odaklı” ve “yapıcı” bir ilişki söylemine yöneldi. Bu yumuşama, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez’in Pekin’e giderek Devlet Başkanı Şi Cinping ile yaptığı görüşmeyle daha da belirgin hale geldi. Sanchez, Çin’i “önemli bir ortak” olarak tanımlayarak, iş birliğinin artırılması çağrısında bulundu.
AB süreçte temkinli
Brüksel ile Pekin, Çin yapımı elektrikli araçlara dair süregelen anlaşmazlığı çözmek adına “fiyat taahhütleri” gibi formülleri yeniden gündeme aldı. Bu girişim daha önce de masaya gelmiş ancak sonuç alınamamıştı. AB üyesi ülkelerin diplomatları, bu süreci temkinli şekilde izliyor.
Bir AB diplomatı, “AB, dünyada güvenilir bir ortak olarak görülmek istiyor ve buna ihtiyacı var,” diyerek Avrupa’nın Çin'e yaklaşımında tamamen bir dönüş olmadığını, ancak rüzgarların yön değiştirmekte olduğunu belirtti.
Ancak bu jeopolitik yön değişiminin Çin lehine geliştiğini söylemek için henüz erken.
AB-Çin yakınlaşmasının etkileri
Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenskiy, bu hafta başında yaptığı açıklamada, Ukrayna topraklarında Rusya saflarında savaşan iki Çin vatandaşının yakalandığını duyurdu. Ayrıca, Ukrayna’nın 150’den fazla Çin vatandaşının Rusya için savaştığına dair “kanıta dayalı” bilgiler topladığını öne sürdü.
Çin Dışişleri Bakanlığı ise iddiaları kesin şekilde reddetti. Bakanlık Sözcüsü Lin Jian, “Çin hükümeti, vatandaşlarının silahlı çatışma bölgelerinden uzak durmaları gerektiğini her zaman vurgulamıştır” dedi.
Bu gelişme, Von der Leyen’in Li ile yaptığı görüşmenin hemen ardından gelerek, olası bir yakınlaşma ihtimaline soğuk duş etkisi yaptı.
“Çin desteğini durdurursa, savaşın seyri değişebilir”
Son üç yıldır AB, Pekin’in Ukrayna’daki savaş konusundaki tarafsızlığına ve Şi Cinping ile Vladimir Putin arasındaki yakın ilişkilere kaygıyla yaklaşıyor. Şi’nin Moskova’daki 9 Mayıs Zafer Günü kutlamalarına katılacağı, buna karşın temmuz ayında yapılacak AB-Çin zirvesine katılmayacağı bildirildi.
AB Dış Politika Şefi Kaja Kallas, Çin’in Rusya’ya olan desteğini “savaşın en önemli destekçilerinden biri” olarak nitelendirdi. Kallas, “Eğer Çin desteğini durdurursa, savaşın seyri değişebilir” ifadelerini kullandı.
AB-Çin ilişkileri, sadece Ukrayna savaşı nedeniyle değil; aynı zamanda düşük maliyetli Çin mallarının yoğun ihracatı, devlet sübvansiyonları, Çin pazarına erişimdeki kısıtlamalar, insan hakları ihlalleri, Tayvan, Sincan, siber saldırılar ve dezenformasyon gibi çok sayıda başlıkta ciddi gerilimlere sahne oluyor.
Bir yanda iş birliği çağrıları, diğer yanda eleştiriler
Tüm bu başlıklar göz önüne alındığında, Trump’ın gümrük vergilerini dengelemek için Brüksel ile Pekin arasında derin ve sürdürülebilir bir iş birliği kurulması pek olası görünmüyor.
İspanya’dan Pedro Sanchez ve Macaristan’dan Viktor Orban gibi bazı liderler ilişkilerin normalleşmesini savunsa da örneğin Almanya'daki Friedrich Merz liderliğindeki yeni hükümet, Çin ile ilişkileri artık daha çok “sistemsel rekabet” ekseninde değerlendirmek gerektiğini belirtiyor.
AB içerisinde Çin’e karşı tutum konusunda süregelen fikir ayrılıkları da dikkat çekici. Bir yanda iş birliği çağrıları yapılırken, diğer yanda eleştirel ve ihtiyatlı bir yaklaşım sürdürülüyor. Bu kararsızlık, Çin’in Rusya’nın yanında durmasına rağmen devam ediyor ve Trump’ın küresel sistemi sarsan politikalarına karşı AB'nin yeni ortaklar arama sürecinde de etkisini sürdürüyor.
Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nden (ECFR) politika uzmanı Alicja Bachulska, “Çin ile yürütülen mevcut ticaret görüşmeleri Pekin ile daha yakın ilişki kurmakla ilgili değil. Bu süreç, mevcut jeopolitik belirsizlik ortamını Çin ile yeni koşullar ve dengeler çerçevesinde pazarlık için değerlendirme girişimidir. Bu, eski düzene dönüş değil. AB, Çin’den teknoloji transferi, yerli üretim oranları gibi konularda bazı tavizler koparmak istiyor. Pekin’in buna ne ölçüde açık olacağı ise hâlâ belirsiz” diye belirtiyor.