“Benim yazı masam, İstanbul ve sokaklarıdır”

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti 48. Sedat Simavi Ödülleri Edebiyat dalında “Tut Elimden İstanbul: İşgalin Romanı 1918-1923” adlı eseriyle övgüye değer bulunan Fügen Ünal Şen ile çalışma masasının başında...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
“Benim yazı masam, İstanbul ve sokaklarıdır”

FARUK ŞÜYÜN

Fügen Ünal Şen yazı masasını göstererek, “O, yalnızca elimin altında olsun diye çalışmam için gerekli her şeyi tuttuğum bir yer” diye söze başlıyor:

“Ancak, benim için ofis niteliği taşımıyor, geçici bir üs. Benim ofisim dışarısı, masam sokak; sokaktaki bir kıraathane, kafe de değil. Son kitaptan yola çıkacak olursak Galata Kulesi'nin dibindeki kahve, Üsküdar'da bir sokak arasındaki küçük çay ocağı. Daha iyi hissettiren, mahalle kültürünü duyumsatan şeylerin peşindeyim. Kuzey Yanım Ayazım’ı yazarken Kız Kulesi'nde yaşadım diyebilirim. Yazın da gittim kışın da… Sabah da gittim akşam da… Gerçekten kuzeyden gelen rüzgârla üşüyünce ‘kuzey yanım ayazım’ olduğunu anlıyorsunuz.”

TGC 48. Sedat Simavi Ödülleri’nde Edebiyat dalında “Tut Elimden İstanbul: İşgalin Romanı 1918-1923” adlı eseriyle “Övgüye Değer” bulunan Fügen Ünal Şen’in yayımlanmış altı kitabı var: Bir Avuç Mazi, Kuzey Yanım Ayazım, Kuytuda Büyür Hayat, Bir Anı Paylaşmak, Sonbahar Yakın… Şen, çalışmalarında yüzyıl öncesinden bugüne yaşanan süreci konu almayı tercih ediyor:

“Gazetecilikten geliyorum, antropoloji tahsili gördüm. Nephan Saran hocamız ‘bir antropoloğun ayakkabıları daima çamurlu olmalı’ derdi. Çocukluğum da sokaklarda geçince sokaktan, bir yere gidip insanlarla konuşarak onlardan beslenmeyi çok içselleştirmişim herhalde. O yüzden araştırmalarım da hep dışarıda, örneğin kütüphanelerde. Benim için yazı masası söylediğim gibi sokak aslında, ama sokaktan beslenerek aldığım notları defterlerden hikâyeye, bilgisayara aktarma sürecinde ise yazı masamın başındayım.”

Masada ve arkasındaki raflarda sıralanmış duran defterlere dolmakalemle not alıyor, diyor ki:

“Dolmakalemle yazmayı seviyorum. Hatta marketten alınacaklar listesini bile dolmakalemle yazıyorum. Çantamda, bu odada, sağda solda birkaç dolmakalemim hep durur elimin altında bulunsunlar diye. Ancak, çok da programlı bir yazar değilim. Her gün şu kadar sayfa yazayım diye bir kaygım yok. Duyguyu yakaladığım, hissettiğim zaman yazıyorum. Yani daha çok da duygular ön planda benim için.”

Ödül alan kitabının özelliklerinden birisi de bu; duygular, satırlardan okuyucuya geçiyor. İstanbul’un işgalinin başladığı 16 Mart sabahı biz uyansaydık, nasıl duygular içinde olurduk bunu hissedebiliyoruz. O yılları, o dönemin insanları üzerinden yaşamak ve yaşatmak istiyor. Peki, Sedat Simavi adına konulan bir ödül almak nasıl bir duygu?

“Kitap, bir gazeteci gözüyle işgalin ilk günü anlatılarak başlıyor. Yıllardır uzak kaldığım gazeteciliğimi bir parça hatırladım; okşadım, sevdim, özen gösterdim. Sedat Simavi'den bir övgü ödülü almak bir gazeteci için çok önemli. Gerçekten bir gazeteci titizliği, didiklemesi ile 4-5 yıllık bir araştırmanın ürünü kitap. Yanlış yazmamak adına da çok fazla özen gösterdim. Ödül, gazetecilik yanımın da tırnak içinde alkışlandığı hissi uyandırdı, o yanımı da mutlu etti.”

Masasın üzerindekileri konuşmaya vido’lu bezik tahtasıyla başlıyoruz:

“İlk oynamaya başladığım yıllarda annemle babam, beni biraz zorlamak için oyuna vido’yla başlarlardı, yani iki misli derlerdi. O tahta bana onları hatırlatmasının yanı sıra kendimi zorlama gerekliliğini de ifade ediyor, bu nedenle de vido çekilmiş durumda.”

Objeleri anlatmaya devam ediyor Fügen Ünal Şen:

“İş Bankası kumbaramda anahtarı artık bulunamadığı için çocukken biriktirdiğim paralar hâlâ duruyor. Babam, orada çalışıyordu ne zaman bankanın yeni bir kumbarası çıksa, getirirdi. Küçücük sepet içindeki çiçekleri annem tutkalla yapmıştı. İlkokul öğretmeniydi, boş zamanlarında bu tür uğraşları severdi.”

Kendisi de güzel sanatlarla ilgileniyor:

Resim yapmayı seviyorum, seramik kursuna da gittim. Kendi yaptığım seramik fincanlar ile kahve içmek hoşuma gidiyor. Biraz önce kahve içtiğimiz fincanları da ben yaptım. Ayran şişesinden yaptığım, suluboya fırçalarını koyduğum bu vazo 1990’lı yılların sonlarındaki çalışmalarımdan. Sonuçta kullanabileceğimiz şeyler yapmayı tercih ediyorum.”

Fügen Ünal Şen, Kızılderili kültürünü kendine yakın buluyor. Masadaki bardak altlıkları Nevaholar’ın kullandıklarından… Büyük fincan da öyle. “Kullanayım kullanmayayım bazı şeylerin yanımda olmasını seviyorum” diyor.

Sevimli peluş eşek ona “eşeklik eden birisini de affedebilirsin”i hatırlatıyor. Dolmakalem mürekkep şişeleri de masada, ki bitenlerini atmaya kıyamıyor, saklıyor. Paşabahçe vapuru resmi, onu üniversite yıllarına gazetecilik zamanına götüren bir çalışma. Karakalem resim çizdiği için bir arkadaşının hediye ettiği ördek şeklindeki kalemtıraş da masasında. Anneannesinin pirinç kahve değirmeni çocukluk yıllarını anımsatıyor. Yıllar önce Moskova’dan aldığı Rus mandolini de bunlardan birisi… Çocukluğunda mandolin çaldığı için uzun bir süre elinden bırakmamış. Gitar kursuna da gitmiş, gitarı hemen masasının yanında, elinin altında. Fırsat buldukça çalıyor. Sevdiği objeleri bir araya getirdiğimiz masasındakilerinden bazılarını daha öğreniyor, sohbetimizi onlarla sonlandırıyoruz:

“Bazılarını kullanmaya kıyamadığım not defterlerim daima masamdadır. Duvardaki bu ağaç görünümlü obje aslında kurutulmuş bir mercan, Bodrum'dan almıştım. Şnorkelle denizde dolaşmayı seviyor, çevremde denizle ilgili şeylerin bulunmasından mutlu oluyorum. Beyaz örtüyü annem işlemişti, bir tepsi altlığı olabilir, hemen karşımda duruyor, baktıkça onu anımsıyorum.”

HAFTA