Ütopyanın peşinde
Francis Ford Coppola’nın fütüristik bir distopya ile antik Roma’yı harmanladığı, sinema dünyasında tartışılacak bir yapım olan ‘Megalopolis’ vizyonda…
CANAN DEMİRAY
Francis Ford Coppola, sinema tarihine damga vurmuş, ‘The Godfather’ serisiyle kültürel bir fenomen yaratan, nesilleri etkileyen bir yönetmen. Coppola’nın anlatımının karakterleri derinleştirdiği ve hikayeleri unutulmaz hale getirdiğine şüphe yok. ‘Apocalypse Now’, ‘The Conversation’, ‘Bram Stoker’s Dracula’ gibi sinema dünyasına kazandırdığı birçok yapım, yönetmenin sinemaya tutkusunun da zorluklara rağmen kendi vizyonunu sürdürme isteğinin de göstergesi.
‘Megalopolis’ ise Coppola’nın tutku projesi. Görsel açıdan büyüleyici bir yapım olan 1927 sessiz dönem yapımı Fritz Lang’ın bilim kurgu başyapıtı ‘Metropolis’e de bir selam veriyor.
İlk olarak 1980'lerde üstünde çalışmaya başladığı hikaye için 2001 yılında Coppola, New York’ta masa okumaları yaparak projenin ilk ciddi adımlarını attı. Robert De Niro, Paul Newman ve Leonardo DiCaprio gibi isimler bu denemelere katıldı. Ancak 11 Eylül saldırılarının ardından derinden etkilenen Coppola, ütopya üzerine bir film yapmanın o dönemde doğru olmayacağına kanaat getirdi. Proje yıllarca rafta beklese de o, Megalopolis’ten hiç vazgeçmedi. Projeye Hollywood’da stüdyoların istediği desteği vermemesi nedeniyle Coppola, 120 milyon dolarlık bütçeyi kendi cebinden finanse etti. Coppola, son filmi için “Her şeyimi kaybedebilirim. Ama artık kaybedecek bir şeyim yok” diyor.
Cannes Film Festivali’nde prömiyer yapan, ilk izleyenlerin olumlu yorumları yanında, karmaşık ve dağınık bulanların da olduğu filmin, gündeme getirdiği önemli sorularla dikkat çekeceği kesin. Güçlü karakter çatışmalarının Adam Driver ve Giancarlo Esposito gibi yetenekli oyuncuların performanslarıyla zenginleştiği Megalopolis, ustanın, sınırları zorlayan yönetmenliğini izlemek isteyenlere, iddialı bir sinema deneyimi sunuyor.
HEDEFİM KALBİMLE BİR FİLM YAPMAK
Coppola, verdiği söyleşide bu projeye olan tutkusunu şöyle özetliyor: “Megalopolis’in tohumları çocukken H.G. Wells’in ‘Things to Come’ eserini izlediğimde atıldı diyebilirim. Geleceğin dünyasını inşa etme fikrini hep o film aklımda tuttu, yıllar boyunca bu yolda notlar biriktirdim. Roma destanını modern Amerika’ya uyarlama fikri de böyle doğdu. Özellikle New York’un mali krizleri ve toplumsal dinamikleri, hikayenin yapı taşlarını oluşturdu. Yıllar içinde tam 300 kez taslağını yeniden yazdım, her seferinde biraz daha iyi olacağını umarak. Bu projeyle hem kişisel tarzımı keşfetmek hem de topluma dair derin bir sorgulama yapmak istedim. Roma tarihine olan ilgim beni MÖ 63'te geçen Cicero ile Catiline komplosunu modern bir hikayeye dönüştürmeye yönlendirdi. Catiline’i Cesar olarak yeniden adlandırdım ve onunla Cicero’nun çatışmasını günümüz New York’una uyarladım. Tarihin kazananlar tarafından yazıldığını hep düşünmüşümdür; belki de Catiline vizyoner bir liderdi, Cicero ise gerici. Bu fikirle, tarihin döngüselliğini ve toplumsal çatışmaların sürekliliğini modern bir anlatıya taşımaya çalıştım.
Megalopolis’i inşa ederken, filmi sinema eseri olmaktan öte bir tablo gibi hayal ettim. Bu proje benim için bir tutkuya dönüştü; insanlığın yaratıcı gücüne ve sorunları çözme kapasitesine olan inancımı yansıtmak istedim. Her şeyin sonunda, bu film insanlık, aşk ve sadakat üzerine bir sorgulamanın hikayesi. Gezegenimiz tehlikede ve insanlık neredeyse intihara meyilli, ancak sonunda çok iyimser bir film haline geldi; insanın önüne konan her sorunu çözme dehasına sahip olduğuna dair bir inanç taşıyor.”
Adam Driver, bir felaketten sonra büyük bir şehri yeniden inşa etmeye çalışan mimar Cesar'ı canlandırıyor. Bir gökdelenin dik çatısından inerken ve adımını atmadan önce “Zaman, dur!” diye bağırıyor ve zamanın akışını durdurmayı başarıyor; aşağıdaki trafik hareketsiz kalıyor.
Megalopolis, siyaset, ırkçılık, mimari, felsefe, başarı, güç sarhoşluğu, cinsellik, aşk ve sadakat gibi temaları işleyerek izleyiciyi yenilikçi tekniklerle sürekli olarak şaşırtıyor.