Yeniden döneceğiz sana Antakya

Sevdiklerini enkazların altında bırakarak, yasları ve yaralarıyla, aileleri paramparça Türkiye’nin farklı bölgelerine savrulan Antakyalıların şehrin duvarlarına yazarak verdikleri bir söz var :“Yeniden sana döneceğiz.”

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Yeniden döneceğiz sana Antakya

Gila BENMAYOR

Orada doğmamış olsanız da sevdiklerinizin doğum yeri oldukları için bazı şehirlerin gönlünüzdeki yeri ayrıdır, özeldir. Edirne, Gaziantep ve Antakya benim için öyle şehirler.

Edirne annemin doğduğu şehir.

Gaziantep, hayatı boyunca şehrin tanıtımı için çırpınan, Zeugma’nın New York Times’ta yayınlanmasını sağlayan gazeteci dostumun Aykut Tuzcu’nun, Antakya ise birlikte yıllarca çalıştığımız Hürriyet Dış Haberlerin efsane Müdürü Şevki Adalı’nın doğum yeri.

Her ikisi de artık aramızda değil ama benim Gaziantep ve Antakya’ya bağlılığım devam ediyor.

Bu şehirleri ziyaret ettiğimde çevreme sevdiklerimin gözleriyle bakarım, sokaklarını onların aktardığı anılarla, duygularla arşınlarım.

Nitekim Antakya’yı ilk ziyaret ettiğimde, Şevki Adalı’nın asla unutmadığı yasemin ve portakal kokularını içime çektim, hep sözünü ettiği Asi Nehri’nin kıyısındaki yuvarlak hatlı tarihi Hatay Meclis Binası’nı gözlerimle sarıp sarmaladım.

Bir zamanlar künefe salonu olarak kullanılan, daha sonra Kültür ve Sanat Merkezi’ne dönüştürülen Hatay Meclis Binası artık ayakta değil.

1927 yılında, Fransız mandası döneminde mimar Leon Benjuda tarafından sinema olarak tasarlanan zarif bina depremde yıkıldı.

Oysa daha yeni restore edilmişti.

3 BİN YILLIK HEYKEL SAĞLAM

Roma döneminde, gece meşalelerle aydınlatılan, dolayısıyla “dünyanın ilk ışıklandırılmış caddesi” olarak bilinen Kurtuluş Caddesi’nde, fotoğraflarını çekmekten hiç bıkmadığım, ferforje süslemeli kapılarına hayranlıkla baktığım binaların çoğu da yok artık.

Halepli Mösyö George’un ortağı olduğu, bir zamanların gözde lokantası, vişneli kebabıyla ünlü Sveyka ayakta mı değil mi öğrenemedim.

Ancak yine Kurtuluş Caddesi’nde, Antakya ziyaretlerimin vazgeçilmez durağı 150 yıllık eski sabun fabrikası Savon Otel’i yıkılmamış.

“Antakya’da kazmayı vurduğunuz yerden tarih fışkırır” sözleri aklımda kalan Savon Oteli’nin sahibi Mehmet Ali Kuseyri’nin pamuk tarlasındaki Tell Tayinat Höyüğü’nden 1,5 ton ağırlığındaki meşhur Şuppiluliuma heykeli çıkmıştı.

Depremde az hasar gören Hatay Arkeoloji Müzesi’ndeki Şuppiluliuma heykeli sağlam.

3 bin yıllık heykel sağlam ama 7. yüzyılda Roma döneminde pagan tapınağı olarak inşa edilen, Bizans döneminde kiliseye çevrilen, daha sonra camiye dönüşen güzelim Habib-i Neccar Camii yerle bir.

“TARİHİM BİR ANDA YOK OLDU”

Antakya’da daha yeni ziyaret ettiğim, sevgili Emin Çapa ile çan kulesinin mimari üslubunu tartıştığımız Rum Ortodoks Kilisesi de öyle.

Birkaç aileden oluşan Yahudi Cemaatinin Başkanı Şaul Cenudi ve eşinin enkaz altında kalması, sinagogun büyük zarar görmesi şehirdeki 2 bin 500 yıllık cemaatin sonu anlamında.

Vedat Milor’un da ziyaret ettiği minik dükkanında humus ve bakla ezmesiyle harikalar yaratan İbrahim Usta, dönerci Tacettin hayatta ama artık işsiz. Çok kültürlü, çok dinli ve çok dilli Antakya acı kayıplarıyla derin bir yara aldı.

O yara Antakyalıların da içinde.

Sosyal medyadan izlediğim “Antakya’nın Kapıları” hesabının tweet’i şehirlerine tutkun insanların duygularını o kadar güzel ifade ediyor ki not etmekten alamadım kendimi.

“Kalbim, insanlarım, tarihim, kültürüm bir anda yok oldu. Kalbimin en güzel yerinde tuttuğum Antakya yok oldu. Ailem, arkadaşlarım ve diğer tüm insanlarıyla birlikte. Milli yas 7 gün sonra bitecek. Biz bir ömür yas tutacağız”.

Sevdiklerini enkazların altında bırakarak, yasları ve yaralarıyla, aileleri paramparça Türkiye’nin farklı bölgelerine savrulan Antakyalıların şehrin duvarlarına yazarak verdikleri bir söz var:

“Yeniden sana döneceğiz Antakya”.

Dilerim olur, şehir küllerinden yeniden doğar.

HAFTA