Yıkılan binanın zihin haritası
Ben, Kader Apartmanı… Depremde yıkıldım. Yandaki ise benim zihin haritam. Siz ona felaket MR’ı da diyebilirsiniz. Bir dizi sebep beni ölümcül hale getirdi. Suçu depreme attılar ama öldüren zihnimdi. O işini milyonlarca yıldır yapıyor, yine yapacak. Ancak onunla yaşamayı beceremeyen insanoğlu, benim zihin haritamdaki her noktadan sorumlu tutulacaktır.
Şeref OĞUZ
Bir bina neden yıkılır? Bunu anlamak için o binanın zihin haritasına bakmak gerekebilir. Hiçbir bina kendini yıkmaz, varlığına son vermez. Zira veremez. Bu yıkımın sebebi, sebepleri vardır. Bunu anlamak için dostum Tınaz Titiz’in kurduğu Beyaz Nokta Gelişim Vakfı’nda “Adil Yaşam” grubunun hazırladığı zihin haritası, bize detaylı bilgi aktarabilir.
Çalışma; “öldüren nedir?” sorusuyla başlayan sebepsonuç yollarıyla yıkılan binanın zihin haritası sunuyor. Bu zihin haritasında ilk kademe; çok temel kavramlarla şekilleniyor; Nitelik düşüklüğü, ezber kültür modu, seküler-dindar kesimin ortak ahlak ilkelerine ihtiyaç duymayışı, bütünü görmezden gelen insan odaklı paradigma, korkmama özgürlüğü olmayışı, gelir yetersizliği, gösteriş merakı…
Tüm haritanın yol boyu kavşakları ve noktalarını anlatacak değilim. Haritayı önünüze serin ve burada size tanıdık gelen kavramları işaretleyin. Göreceğiniz, belki de bu zihin haritasında yer almayan farklı ve daha zengin bir sorunlar matrisidir. Haritayı işe yarar kılan husus; yıkılan binanın ve asıl öldürenin ne olduğunu irdeleme fırsatı sunmasıdır.
Ben bu haritayı önüme açıp incelediğimde; burada geçen her kelimenin neredeyse tamamına dair sayfalarca yazı yazmış olduğumu gördüm. Siz de kendi sohbetlerinizde, depremin gündem belirlediği şu günlerdeki konuşmalarınızda, eminin bu kelimelerin çoğunu irdelemişsinizdir.
Bu noktada ben, tespitten öteye taşmak arzusuyla birkaç konuyu mercek altına almak istiyorum. Bu da aymazlık başlığıyla ifade edilebilecek olan imar affı özrümüzdür. Özür diyorum zira bu özrü barındırmayanları da sakatlayan temel tutumlardan biri budur. Kurala uyan ile uymayan arasındaki ayırtı karıştıran yönetimler, ister istemez toplumda cehaleti, vurdumduymazlığı, adam sendeciliği örgütlemiş hatta kutsamış oluyorlar.
Ama artık beni enayi yerine koyamayacaksınız. Çünkü kurallara uymayanları sürekli affederek, benim gibi misal; vergisini zamanında ödeyen, yükümlülüklerini yerine getiren, yasalara uyan, yönetmeliklerdeki gibi davranan insanlar, çıkardığınız sürekli aflar sebebiyle, tüm bunlara uymayanları ödüllendiriyor beni de enayi yerine koyuyorsunuz.
Af konusunu imara ve depreme getirmeden önce vergiden gideyim: Vergi takvimi vardır. Şu tarih son diyerek duyurusu yapılır. Hatta son gün vergi dairelerinin kapılarında veya diğer kanallarda, vergisini zamanında ödeyenlerin kuyruklarına tanık oluruz. Dürüstyurttaşlar, kurumsal şirketler, buna özen gösterir ve affa ihtiyaç duymadan sorumlulukların uyar.
SİSTEM KURAL DİNLEMEYENLERDEN YANA
Ancak zar zor günü gününe yetiştirdiğin vergin ya da yükümlülüklerin ardından, bir bakıyorsun, “filan vergide son ödeme, şu tarihe kadar uzatıldı” açıklaması… İyi de ben neden kendimi paraladım? Niçin bu kadar titiz davrandım? Yasaya uydum, kural çiğnemedim de buna uymayanlar ödüllendirildi?
Bundan önceki maliye bakanı, göreve geldiğinin ertesinde şu açıklamayı yapmıştı; “artık hiç kimse vergi affı beklemesin, son günler uzatılmayacak, herkes zamanından ödeme yapsın zira bir daha ek süre göremeyeceksiniz.” Peki, ne oldu dersiniz? Ertesi gün Başbakan bizzat kendisi uzatıverdi.
İyi de bu aflar işe yarıyor mu?Kimse vergi ödemek istemediğinden ve çoğu zaten yüksek vergileri denkleştiremediğinden ödeme imkânı bulamayanlar var. Fakat sürekli af çıkarılınca, vergisini zamanında ödeyenler de cayar oldu.
Bu aflar neden çıkarılıyor? Bunun 2 sebebi var; birincisi popülizm. Genelde seçim süreçlerinde bu aflar çıkar. Ya tarih uzatılır veya anapara sabit tutulup faizden vazgeçilir. Nitekim şimdi bir yenisi gündemde ve kapsamı tartışılıyor. İkincisi; zaten Maliye, vergi idaresini, teknolojinin imkânlarına rağmen beceremiyordur.
İMAR AFFEDER DEPREM DERE AFET AFFETMEZ
Dikkat edin, ne zaman yaylalarda, kentlerde, kırsalda veya dere yataklarında izinsiz yapılaşma olduğunda, bunu genelde afet zamanları gündeme getiriyoruz. Devlet; dere yatağına gökdelen dikeni affetmekle kalmıyor, zararını dahi tazmin ediyor. Hal böyle olunca dere yatağı, iskân alanı oluveriyor.
İmar aflarına dikkat edin. Affettiğiniz uygunsuz inşaat, depremde yıkılıveriyor. Siz affediyorsunuz ama dere affetmiyor, deprem affetmiyor, afet affetmiyor. İyi de hala neden affeder durursunuz? Çünkü affedenler de genelde yasaları çiğneyen, kuralları esnetenlerin ya bizzat kendileri veya “affedersin” diye devletin kapısına dayananların yakınları…
BETON ALTINDA EZİLMEKTEN BIKTIM
Ezcümle; ben enayi yerine konulmaktan bıktım. Ben depremlerde ölmekten bıktım. Ben Kahramanmaraş’ta enkaz altında kalmaktan, Hatay’da betonla ezilmekten bıktım. Ben bu haritada işlenen tüm günahların vebalini çekmekten bıktım.
Bundan böyle mademki kendiniz gibi yasa kural çiğnemeyenleri affedip duruyorsunuz, o halde ben de vergimi, yükümlülüklerimi yerine getirmeyip, af bekleyen saflarında yerimi alırım. Milletin daha doğrusu bu hükümetin tek enayisi ben miyim?
Değilim elbette… Şimdi depreme dönelim ve binanın zihin haritasında kavramlaştırılan temel sorunlara bütüncül bakalım. Binayı yıkan, bizi öldüren deprem mi? Cehalet mi? Popülizm mi? Yoksa kendi içimize yönelik bakışla kendimizde bulup itiraf edebileceğimiz günahlarımız mı?
HADDİNİ AŞAN ZIDDINA DÖNER
Misal çok kazanma arzusu, yıkılan binanın sebebi olabilir mi? Misal kusurlu hizmet beni öldüren zihin yapısının bir parçası değil midir? Haddini aşan, zıddına döner. Bana haddimi aşırtan hırs, nasıl oldu da şekillendi?
Ya cehalet? Aslında cehalet hep vardı ancak hiç bu kadar cesaretlendirilmemişti. Bilim insanını küçümseyen, teknik bilgi gerektiren kurumların başına alakasız disiplinden gelenleri yerleştiren kafa, sadece cahil midir? Yoksa işin içine gaflet, ihanet hatta hıyanet girmiş olabilir mi?
Benim gördüğüm, zalimlerin âlimleri dinlemediği, cahillerin ehillere fırsat vermediği bir dönemde yaşıyoruz. Bu; geçmişinde parlak başarıları olan, erdemli insanların yönettiği bir milletin, tereddüt dönemidir ve gelip geçecektir. Kötü haber ise bedeli mukabilinde bu süreç yaşanacaktır.
11 şehrimiz, onlarca ilçemiz, yüzlerce köyümüz ve binlerce insanımız ölmüş, yaralanmış iken dahi “öldüren kimdir?” sorusuna cevap oluşturamıyorsa, bundan daha büyük felaket olabilir mi?
DÖRT DÖRTLÜK İLKELER TEMELİ
Yıkılan binanın zihin haritası bu da yıkılmayanın önerisi ne ola ki? Çok basit; öncelikle uygun zemin… Ardından hakkına razı malik… Derken; çalmayan müteahhit ve nihayetinde işleyen denetim… Tüm bunları aynı anda ve sürgit dikkate aldığında o bina yıkılır mı? O deprem öldürür mü?
Haritanın enlemlerini takip ederken geçtikleri boylamları da dikkate almakta fayda var. Dikkat ederseniz başlangıçtan sonra ilk meridyen; “siyasi parti” boyutundadır. Onu; “dürüst partiliyi eğriler karşısında koruyamayış” izliyor. Üçüncü meridyen size tanıdık gelecektir, “dürüstlerin güçsüzlüğü.” Sonraki meridyene bakalım; “eğrilerin güç sahipliği.” Ve son meridyende duralım; “eğrilerin egemenliği.”
Lütfen bu haritayı incelerken enlemler yanı sıra boylamlardaki karşılıklarının nasıl ilerlediğini, dönüştüğünü ve binanın zihnini yıkıma nasıl taşıdığını, öldürenin ne olduğunu daha net görün.
Aynayı tuttum yüzüme; kendim göründüm gözüme 1-Deprem öncesi tedbir almadığım, 2-Konutun temeline bakmadığım, 3- Zemin etüdüne aldırmadığım, 4-Konteynerleri saklamayıp sattığım, 5-Daha fazla malmülk hırsım olduğu, 6-İskân alırken rüşvet verdiğim, 7-Çalmayan müteahhit sevmediğim, 8-Denetimden asla hazzetmediğim, 9-Depremde bilimi önemsemediğim, 10-Felaketleri kadere yüklediğim, 11-Nasılsa deprem olmaz aymazlığım göründü gözüme.