BEPS’ten Pillar Two’ya küresel vergi düzeninin kırılgan mimarisi -II-
Burcu ALPTEKİN
Vergi Müfettişi
(Yazımızın I. Bölümünde BEPS’ten Pillar Two’ya Uluslararası Vergi Mimarisinin Kurumsal Dönüşümü, Pillar Two’nun Normatif Temelleri ve GloBE Kuralları’nın Doğuşu, AB’nin 2022/2523 Sayılı Direktifi ve Avrupa Uyum Rejimi, ABD ve GILTI – Küresel Asgari Verginin Öncülü, Asya Ülkeleri Japonya, Kore ve Singapur Uygulamaları, Türkiye ve Gelişmekte Olan Ülkelerin Kurumsal Gerilimi, Globe Kurallarının Derin Yapısı Hukuki Mekanizmalar, Uygulama Sorunları Ve Uyum Maliyetleri, Income Inclusion Rule (IIR) Konsolide Vergilendirmenin Yeni Teorisi ve dahasını içeriklendirerek sizlerle paylaşmış, görüşlerinize sunmuştuk. Bugün aynı yazımızın II. bölümüyle sizlerleyiz…)
Karşılaştırmalı Uygulamalar: AB, ABD, Japonya Ve Kore’de Pillar Two Rejimi
Küresel asgari vergi rejiminin teknik omurgası OECD tarafından oluşturulmuş olsa da, bu sistemin gerçek etkinliği, onu iç hukuk düzenlerine adapte eden ülkelerin yasama ve idari süreçlerinde şekillenmektedir. Her ülke, kendi vergi felsefesi, anayasal çerçevesi, mali özerklik algısı ve yatırım stratejisi doğrultusunda Pillar Two kurallarını özümsemekte veya yeniden biçimlendirmektedir. Bu farklılıklar, küresel vergi sisteminin görünürde homojen, özde ise parçalı uyum (fragmented compliance) karakterini açıkça ortaya koymaktadır.
Avrupa Birliği: Mali Egemenliğin Kolektif Yorumlanışı
Hatırlayalım… Avrupa Birliği (AB), küresel asgari vergi sistemini bölgesel düzeyde ilk kurumsallaştıran yapı olmuştur. 15 Aralık 2022 tarihinde kabul edilen AB Direktifi 2022/2523, tüm üye devletler için Pillar Two kurallarının bağlayıcı hale gelmesini öngörmektedir. Direktifin 1. maddesi, amacını “asgari etkin vergi oranını sağlamak suretiyle, üye devletler arasında adil rekabeti tesis etmek” olarak tanımlarken, 2. maddede GloBE kurallarının kapsamı, 3. ve 4. maddelerde ise “IIR” ve “UTPR” mekanizmalarının doğrudan uygulanabilirliği düzenlenmiştir.
Bu Direktif, uluslararası hukuk düzeyinde bir norm içselleştirme devrimi niteliğini taşımaktadır. Çünkü OECD’nin Model Rules metni, AB hukukuna doğrudan aktarılmış, dolayısıyla artık üye ülkelerin ulusal yasaları üzerinde üstün norm haline gelmiştir.
Bu, denilebilir ki, klasik anlamda “soft law”un “hard law”a dönüşümünün en somut örneğidir.
Bilindiği üzere, Direktif uyarınca, üye devletler 31 Aralık 2023’e kadar kendi iç hukuklarını uyumlu hale getirmek zorundaydı. Bu çerçevede, Fransa, 29 Aralık 2023 tarihli Loi de Finances pour 2024 ile Direktif’i iç hukuka aktarmış; Almanya, 2024 Mindestbesteuerungsrichtlinie-Umsetzungsgesetz (MinBestRL-UmsG) ile aynı uyumu sağlamıştır.
Benzer şeklide, her iki ülke de IIR’i 2024 kazançları için, UTPR’yi ise 2025 kazançları için uygulamaya koymuştur.
Ancak görünen o ki, AB içinde yeknesaklık yalnızca formel düzeyde sağlanabilmiştir; uygulamada ciddi farklılıklar mevcuttur. Örneğin Fransa, QDMTT uygulamasını “bütçe gelirini koruma” aracı olarak güçlendirmiş; Almanya ise bu mekanizmayı minimal düzeyde uygulayarak idari yükü azaltmıştır.
İrlanda’da ise tarihsel %12,5 kurumlar vergisi oranı korunmuş, ancak Pillar Two’ya tabi şirketler için %15 efektif oran getirilmiştir. Bu ikili yapı, AB içinde “ikili vergi egemenliği” tartışmasını doğurmuştur, şöyle ki, bir yanda küçük ölçekli ulusal firmalar düşük oranlı sistemde kalırken, çokuluslu firmalar küresel normlara tabi hâle gelmiştir.
Bu durum, AB hukukunda “iç pazarın bütünlüğü” ilkesiyle çelişmektedir. Zira aynı ekonomik bölgede, farklı vergi rejimlerinin uygulanması, rekabet eşitliğini bozma potansiyeli taşımaktadır. Avrupa Komisyonu bu çelişkiyi gidermek üzere, 2025 yılı itibarıyla “Business in Europe: Framework for Income Taxation (BEFIT)” adlı yeni bir harmonizasyon direktifini devreye almayı planlamıştır. BEFIT, Pillar Two kurallarıyla uyumlu bir konsolide vergi tabanı oluşturmayı hedeflemekte; bu da AB’nin fiilen bir “mali federasyon”a evrilmesi anlamına gelmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri: GILTI Rejimi, CAMT Sistemi ve Egemenlik Gerilimi
Denilebilir ki, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), küresel asgari vergi tartışmalarında tarihsel olarak çelişkili bir konuma sahiptir. Çünkü ABD, Pillar Two’nun fikri temellerini desteklemiş, ancak OECD Model Rules’un belirli bölümlerine (özellikle UTPR) açıkça rezerv koymuştur.
Ki burada bir parantez açalım… ABD’nin kendi iç mevzuatı, 2017 tarihli Tax Cuts and Jobs Act (TCJA) ile birlikte zaten bir tür “asgari vergi sistemi” içermekteydi: Global Intangible Low-Taxed Income (GILTI). GILTI, ABD merkezli çokuluslu şirketlerin, düşük vergili yargı alanlarındaki pasif gelirlerini belirli bir efektif oranın (yaklaşık %13,125) altına düşmesi durumunda ek vergilendirmeye tabi tutan bir yapıyı gözler önüne sermektedir.
Bu yapı, Pillar Two’daki IIR mekanizmasıyla benzer bir işlev görür, ancak teknik olarak farklıdır, daha açık ifadeyle, GILTI hesaplaması ülke bazında değil, toplam yabancı gelir bazında yapılmaktadır. Bu nedenle bu yönüyle uygulama OECD’nin “jurisdictional blending” yasağıyla çelişmektedir.
2022’de yürürlüğe giren Inflation Reduction Act ile de ABD ayrıca bir başka küresel asgari vergi benzeri sistem getirmiştir: Corporate Alternative Minimum Tax (CAMT).
CAMT, büyük şirketlerin finansal muhasebe kârı üzerinden %15 oranında minimum vergi ödemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak bu da Pillar Two’nun GloBE kurallarıyla tam uyumlu değildir; çünkü CAMT, yabancı iştirak gelirlerini kapsam dışı bırakan bir sistemi uygulamada aktif hale getirmektedir.
Sonuçta ABD’nin bu durumu, küresel asgari vergi sisteminde bir “paralel norm rejimi” oluşturmaktadır.
Dahası ABD Hazine Bakanlığı (Treasury), 2023 OECD Inclusive Framework toplantısında, GILTI ve CAMT sistemlerinin “Pillar Two ile karşılıklı tanınabilir” sayılması gerektiğini savunmuş; ancak hâlihazırda OECD Sekreteryası bu öneriyi henüz kabul etmemiştir.
Bu nedenle, ABD çokuluslu şirketleri için gelecekte çifte vergilendirme riski doğabilir ki, bu durum da aynı gelirin hem GILTI hem IIR kapsamında vergilenme riskini gündeme getirebilir.
Bu hukuki gerilim, ABD’nin klasik “mali egemenlik” doktriniyle OECD’nin “küresel vergi düzeni” vizyonu arasındaki en net çatışma noktasını temsil etmektedir. ABD’nin kendi asgari vergi sistemini “evrensel” kabul etme eğilimi, aslında küresel vergi düzeninin hegemonik bir uzantısıdır; bu yapısal düzlemde ise Pillar Two’nun asıl sınavı, bu hegemonya ile çok taraflı norm inşasının dengesini bulmak olacaktır.
Japonya: Disiplin, Teknik Uyum ve Normatif Tutarlılık
Japonya, OECD’nin Pillar Two rejimini en hızlı ve en sistematik biçimde iç hukuka aktaran ülkelerden biri olmuştur. 2023 Mali Reform Yasası kapsamında yürürlüğe giren Global Minimum Tax Implementation Act, OECD Model Rules’un hemen tüm teknik maddelerini birebir yansıtmaktadır.
Japonya Maliye Bakanlığı (MOF), 2023 sonunda yayımladığı uygulama yönetmeliğinde, IIR’in 2024 kazanç döneminden itibaren, UTPR’nin ise 2025 döneminden itibaren uygulanacağını duyurmuştur.
Japonya’nın sistemi, OECD modeline yalnızca teknik değil, doğru ifadeyle felsefi düzeyde de bağlıdır. Çünkü bilindiği üzere, Japon vergi kültürü, uzun yıllardır “kurumsal uyum” (corporate compliance) ve “kamusal yükümlülük bilinci” üzerine kurulu bir sistemi yaşatan bir ekosistemin mimarı olmuştur. Bu nedenle, hiç şüphesiz Pillar Two’nun karmaşık hesaplama yöntemleri, Japonya’da neredeyse hiç dirençle karşılaşmamış, dahası ülkenin ileri düzey dijital vergi altyapısı (e-Tax sistemi), GloBE Information Return raporlamasıyla tam entegrasyon sağlamıştır. Bu durum, Japonya’yı küresel mali sistemde bir “uyum laboratuvarı” haline getirmiştir.
Ancak akademik çevrelerde, bu yüksek uyum düzeyinin uzun vadede ülkenin yatırım rekabet gücünü azaltabileceği tartışılmaktadır. Zira Pillar Two’nun en disiplinli uygulanışı, vergi esnekliğini minimize etme ve esneklik kaybı ise yatırım çeşitliliğini sınırlama riskini beraberinde getirmektedir. Bu nedenle bazı Japon iktisatçılar, sistemin “aşırı normatifleşmesi”nin ülke ekonomisine dolaylı maliyetler getirebileceğini de ileri sürmektedirler.
Kore: Hızlı Adaptasyon ve Stratejik Konumlanma
Kore Cumhuriyeti, Asya’da Pillar Two rejimini en erken uygulayan ülke olmuştur. 2023 yılında yürürlüğe giren Income Inclusion Rule Act ve Global Minimum Tax Enforcement Decree ile OECD kurallarını tam uyumlu biçimde iç hukuka aktarmıştır.
Kore, özellikle teknoloji ve imalat sektörlerinde faaliyet gösteren çokuluslu şirketlerin ana merkezlerinden biri olduğu için, GloBE uyumu stratejik bir zorunluluk olarak değerlendirilmiştir.
Kore sistemi, OECD modeline teknik açıdan birebir uyumlu olsa da, yerel muhasebe standartlarıyla (K-IFRS) tam entegrasyon sağlaması bakımından dikkat çekicidir. Ayrıca Kore Hazine Bakanlığı, QDMTT gelirlerini “Bölgesel Kalkınma Fonu”na yönlendirerek, asgari vergi gelirlerini doğrudan sanayi politikası aracı haline de getiren ülke konumundadır. Bu, Pillar Two’nun mali düzenleme işlevinin ötesine geçerek sanayi politikasıyla bütünleşmesinin tipik bir örneği olmuştur.
Bu dört ülke (ve AB bloğu) üzerinden bakıldığında, Pillar Two’nun görünürde aynı normatif çerçeveye sahip olsa da, farklı egemenlik stratejileriyle uygulandığı açıkça görülmektedir. Özetleyelim;
- AB, egemenliği kolektifleştirerek “bölgesel mali federasyon” yaratmıştır.
- ABD, sistemin egemenliğini kendi sistemi üzerinden evrenselleştirmeye çalışmaktadır.
- Japonya, normatif uyumu disiplinle içselleştirmiştir.
- Kore, uyumu kalkınma stratejisinin parçası haline getirmiştir.
Bu dört farklı model, görüldüğü üzere, küresel vergi sisteminin geleceğini belirleyecek “mali jeopolitik eksenler”i de temsil etmektedir.
Küresel Vergi Egemenliğinin Geleceği: Uyum, Rekabet Ve Normatif Dönüşüm
Küresel asgari vergi rejimi, ilk bakışta yalnızca teknik bir düzenleme, yani çokuluslu şirketlerin düşük vergili yargı alanlarına yönelmesini önlemeyi amaçlayan bir vergi politikası aracı gibi görünse de, derin yapısal düzeyde değerlendirildiğinde, aslında ulus-devletin mali egemenliğini yeniden tanımlayan bir dönüşüm sürecini başlatmıştır. Bu dönüşüm, devletin klasik “vergilendirme yetkisi”ni yani egemenliğin en somut tezahürünü çok taraflı, kurumsallaşmış bir uluslararası çerçeveye devretmesi anlamına gelmektedir ki; bu nedenle Pillar Two yalnızca bir mali düzenleme değil, denilebilir ki, devletin kendisini yeniden tanımlama eşiği misyonunu da bünyesinde taşıyan bir düzenleme mahiyetindedir.
Hiç şüphesiz vergi, tarih boyunca egemenliğin en saf biçimi olmuştur, nasıl mı, betimlemesel mecrada, devletin “var olma hakkı”nı fiili olarak vatandaşlarından ve işletmelerden talep ettiği bir araç… Ancak 21. yüzyılda dijitalleşmiş, sınır aşan ve adeta coğrafyasızlaşmış sermaye biçimleri karşısında bu egemenlik, ulusal sınırların da dışına taşmıştır. OECD/G20 Kapsayıcı Çerçevesi tam da bu noktada, devletlerin bireysel egemenliklerinden doğan dağınık mali düzenleri küresel bir disiplin altına alarak, bir tür “mali anayasa” inşa etme girimi olmuş, bu anayasa, bu noktada, klasik “vergi egemenliği”nin yerini, “uyumlaştırılmış kolektif egemenlik” anlayışına bırakmada yol haritası inşasına rehberlik eder görünüm sergilemiştir.
Aslında Pillar Two, normatif yapısı itibarıyla uluslararası hukukun klasik “sovereign equality” (egemen eşitlik) ilkesini yeniden de yorumlamaktadır. Artık bu sistemin doğasında devletler eşit değildir; çünkü her biri küresel asgari vergi normuna bağlılık derecesi kadar sistemin içinde “saygın”dır. Bu yeni düzende egemenlik, yasama yetkisinin sınırlarıyla değil, uyum kapasitesinin gücüyle ölçülmektedir. Yani diğer bir değişle, egemenliğin meşruiyeti, bağımsızlıkla değil, uyumla tanımlanır hale gelmiştir.
Bu bağlamda Pillar Two, devletler için “bağımsızlık”tan “bağımlı işbirliği”ne geçişin de simgesi olmuştur.
OECD’nin GloBE Model Kuralları, her ne kadar “asgari vergi oranı” kavramını teknik bir eşik olarak (yüzde 15) belirlese de, bu oran, sembolik düzeyde uluslararası mali ahlakın eşiği haline gelmiştir denilebilir.
Bu durumu şu şekilde değerlendirelim… Sistemin içerisinde bir ülkenin efektif kurumlar vergisi oranı bu sınırın altına düştüğünde, artık yalnızca vergi avantajı sunan bir ülke değil; aynı zamanda küresel sistemde “etik dışı rekabetin aktörü” olarak etiketlenecektir ve bu durum da, klasik vergi rekabetinin ekonomik araçtan çıkıp, ahlaki bir yargı kategorisine dönüştüğünü gösterecektir. Bu nedenle Pillar Two, aynı zamanda bir normatif etik projesi mahiyetinde de değerlendirilebilir ki, bunun tanımsal ifadesi ise “uluslararası sermayenin vergisel sorumluluğunu ahlaki bir yükümlülüğe dönüştürmek” olabilir ne dersiniz…
Ne var ki bu yeni küresel düzen, aynı zamanda görünmez bir hiyerarşi de yaratmaktadır;
Küresel normları formüle eden ülkeler -özellikle OECD üyesi gelişmiş ekonomiler- sistemin “kural koyucu egemenleri” olurken, bu kuralları uygulamakla yükümlü olan gelişmekte olan ülkeler ise sistemin işleyişinde “uyum sağlayıcı egemenler” konumuna indirgenmektedir. Böylece Pillar Two, egemenlik eşitliği söylemi altında asimetrik bir vergi düzeni de doğurmaktadır.
Örneğin, AB ülkeleri kendi vergi idarelerini yüksek dijital uyum kapasitesiyle donatabilirken, Afrika ve Asya’daki birçok gelişmekte olan ülke, GloBE kurallarının hesaplama mekanizmasını dahi teknik olarak uygulayacak insan kaynağına ve veri altyapısına sahip değildir. Bu da küresel vergi sisteminde “yeni bir dijital bölünme” yaratmaktadır;
Vergi idari kapasitesi üzerinden şekillenen mali eşitsizlik…
Bununla birlikte, Pillar Two’nun uzun vadeli etkileri yalnızca devletler arası güç dengesiyle sınırlı değildir; aynı zamanda şirketlerin stratejik davranışlarını da dönüştürmektedir. Diğer bir ifadeyle çokuluslu firmalar artık vergi oranlarına göre değil, vergi şeffaflığına ve uyum kolaylığına göre yatırım kararları almaktadır. Bu durum da vergi rekabetinin biçimini değiştirmekte ve bu reaksiyon da oran temelli rekabetten, idari sadelik ve dijital raporlama rekabetine geçiş sürecini katalize etmektedir.
Başka bir ifadeyle, vergi oranları artık şirketleri çekmek için yeterli değildir; asıl belirleyici unsur, vergi rejiminin öngörülebilirliği ve uyum maliyetinin düşüklüğüdür.
Dolayısıyla, “vergi cenneti” kavramı yerini “uyum cenneti” kavramına bırakmaktadır ki, bu durum da basit ifadeyle düşük oranı değil, düşük bürokratik riski cazibe unsuru haline getirmektedir.
Bu bağlamda, hiç şüphesiz görünen o ki, geleceğin vergi politikası yalnızca oranlar üzerinden değil, veri üzerinden yönetilen bir politika olacaktır. Dolayısıyla bu iz düşümde, OECD’nin dijital raporlama standartları (CbCR, GloBE Information Return, ETR computation) artık devletlerin yalnızca vergi toplama değil, veri egemenliği kurma araçları haline gelmiştir. Diğer bir ifadeyle de, devletlerin vergi toplama gücü, bilgiye erişim kapasitesiyle doğru orantılı hale gelmiştir. Yani egemenlik, artık “vergi oranı belirleme” değil, “veri akışını yönetme” kudretiyle ölçülmektedir. Bu da klasik maliye teorisinin “egemenliğin mali temeli” anlayışını kökten dönüştürmektedir.
Bu yeni düzenin nihai formu da, bazı akademisyenlerin “Küresel Mali Anayasa (Global Fiscal Constitution)” olarak adlandırdığı yapı formu ile vücut bulmuştur.
Bu anayasa, yazılı bir belge olarak değil, OECD Model Kuralları, AB Direktifleri, ulusal uyum yasaları, bilgi değişimi anlaşmaları ve dijital raporlama protokolleri gibi birbirine bağlı normlardan oluşan dağınık ama işlevsel bir ağ biçimindedir. Bu ağ, uluslararası hukukun klasik “devletler arası” yapısından çok, devletlerin ötesinde işleyen bir idari evren yaratmaktadır.
Devletler artık yalnızca yasa koyucu değil, aynı zamanda küresel normların yerel uygulayıcı büroları haline gelmektedir. Bu nedenle Pillar Two, yalnızca bir vergi politikası değil, aynı zamanda bir idari egemenlik dönüşümü projesidir. Bu dönüşümün de nihai sonucu, vergi hukukunun ulusal kimliğini yitirmesi değil, aksine çok katmanlı bir kimlik kazanması anlamına gelmektedir.
Bilindiği üzere, her devlet, kendi iç hukuk sistemini küresel normlara bağlayarak, hem bağımsızlığını hem de uyum sorumluluğunu aynı anda taşır. Bu ikili yapı, devletin klasik anlamda “egemen” olma halini değil, koordineli egemenlik halini doğurmaktadır. Dolayısıyla, küresel vergi düzeni artık bir hiyerarşi değil, bir koordinasyon ağı üzerinden işleyecektir. Ve bu ağın merkezinde de, görünen o ki, sermaye akımlarının yönünü değil, uyum davranışının hızını belirleyen OECD bulunmaktadır.
Yani şunu söylemek yanlış olmayacaktır, küresel asgari vergi rejimi yalnızca mali bir reform değil, yeni bir egemenlik paradigmasıdır. Bu paradigma, devletin ekonomik kimliğini “vergi oranı koyan” bir yapı olmaktan çıkarıp, “veri yöneten, uyum sağlayan, disiplinli aktör” haline getirmektedir ki, bu noktada Pillar Two, 20. yüzyılın “vergi egemenliği” kavramını 21. yüzyılın “veri egemenliği” kavramıyla harmanlayarak, yeni bir mali uygarlığın da habercisi olmuştur.
Bu nedenle, küresel asgari vergi sistemi, yalnızca şirketleri değil, devletleri de disipline eden küresel mali etik rejimi mahiyetinde olmuştur ve tarih, bu dönüşümü “egemenliğin dijitalleşmesi” olarak da kayda geçirecektir.
Sonuç olarak;
Küresel Mali Anayasa ve Devletin Yeniden Tanımı
Küresel asgari vergi rejimi, biçimsel olarak teknik bir vergi düzenlemesi gibi görünse de, özünde devletin mali varlık alanını yeniden tanımlayan, egemenliğin kavramsal koordinatlarını dönüştüren ve uluslararası hukukun iç katmanlarında “mali bir anayasa” doğuran bir sistemsel kırılma olmuştur. Bu kırılma, klasik vergi egemenliği paradigmasını -yani devletin sınırları içinde mutlak vergi koyma, toplama ve harcama yetkisini- artık tam anlamıyla sürdürülemez hale getirmiş; egemenliğin artık sadece “vergi oranı belirleme” gücü değil, aynı zamanda “küresel normatif düzene uyum kapasitesi” olarak ölçülmesini de zorunlu kılmıştır. Böylece egemenlik, niceliksel bir yetkiden niteliksel bir işlevselliğe; vergi koyma hakkından vergi uyum yükümlülüğüne evrilmiştir.
Bu yeni düzende devlet, yalnızca kendi iç hukukunu belirleyen bir aktör değil, küresel normatif sistemin teknik bir alt birimi hâline gelmektedir. OECD’nin GloBE kuralları, AB’nin 2022/2523 sayılı Direktifi, ABD’nin GILTI ve CAMT düzenlemeleri, Japonya ve Kore’nin iç hukuka entegrasyon süreçleri, hepsi tek bir olgunun farklı tezahürleridir: vergi egemenliğinin artık yatay (devletler arası) değil, dikey (küresel norm–ulusal uygulama) bir koordinatta şekillenmesi… Bu dikeyleşme, uluslararası hukukta “egemenliğin içkin normatifliği” diyebileceğimiz yeni bir dönemi de başlatmıştır; ne anlama gelmektedir bu olgu… Yani devletler, artık sadece egemen oldukları için değil, uyum gösterebildikleri ölçüde egemen sayılacaklardır.
Böyle bir bağlamda, “küresel mali anayasa” kavramı sadece metafor olmayacaktır; çünkü Pillar Two düzeni, bir anayasanın taşıması gereken üç temel niteliği de fiilen yerine getirmektedir: (i) kurucu normatif üstünlük -ulusal vergi yasaları bu küresel çerçeveye uygun olmak zorundadır; (ii) kurumsal bağlayıcılık -IIR, UTPR ve QDMTT gibi mekanizmalar, ulusal yasama sınırlarını aşan doğrudan etki yaratmaktadır; (iii) davranışsal yönlendirme -hem devletlerin hem şirketlerin mali davranışlarını kalıcı biçimde şekillendirmektedir. Dolayısıyla küresel asgari vergi sistemi, uluslararası kamu hukukunun görünmeyen bir “anayasalizasyon süreci”nin de mali izdüşümü olmuştur.
Bu anayasalizasyonun en dikkat çekici sonucu, devletlerin kendi yurtiçi mali politikalarını tasarlarken artık yalnızca ekonomik rasyonaliteyi değil, aynı zamanda küresel uyum mantığını da gözetmek zorunda kalmalarıdır. Vergi politikası, artık rekabeti cezbetme sanatı değil, küresel düzenin parametreleri içinde “meşru farklılık” yaratma sanatı haline gelmiştir. Asgari vergi oranı, nominal olarak devletlerin elini bağlarken, aynı anda onları politik yaratıcılığa da zorlamaktadır: hangi teşvik, hangi muafiyet, hangi gider indirimi veya hangi amortisman rejimi, küresel normla çatışmadan uygulanabilir? Bu soru, artık ulusal bütçe tartışmalarının değil, küresel stratejik düşüncenin de merkezinde yer almaktadır.
Dolayısıyla devletlerin dönüşümü, sadece mali teknik düzeyde değil, siyasal-felsefi düzeyde de yaşanmaktadır. Egemen devlet, artık yalnızca vatandaşına vergi yükleyen bir otorite değil; aynı zamanda küresel sistemin mali bütünlüğünü koruyan bir “norm taşıyıcısı” haline gelmiştir. Bu dönüşüm, klasik Westphalia modelinin ötesinde bir “post-egemenlik” dönemine de işaret eder: Devlet, artık sınırları içinde mutlak değil; sınırlar üstü bir koordinasyon ağının rasyonel parçası olarak anlam kazanmaktadır.
Bu yeni küresel mali anayasanın belki de en çarpıcı yanı, onun yazılı olmamasına rağmen bağlayıcı olmasıdır. Hiçbir uluslararası antlaşma, hiçbir zorlayıcı mahkeme kararı olmaksızın, teknik standartlar, rehberler, hesaplama yöntemleri ve idari raporlama yükümlülükleri aracılığıyla devlet davranışlarını yönlendirmekte, hatta şekillendirmektedir. Hukuk, burada klasik biçiminden sıyrılarak veri tabanlı bir norm haline gelmiştir. GloBE raporlamaları, CbCR veri setleri, efektif vergi oranı hesaplama algoritmaları hepsi modern egemenliğin yeni dilini oluşturmaktadır.
Ve belki de en derin soru budur: Küresel vergi rejimi, adaleti sağlamak için mi egemenliği dönüştürmektedir, yoksa egemenliği dönüştürerek yeni bir adalet tanımı mı üretmektedir? Pillar Two’nun vaat ettiği adalet, tüm ülkelerin aynı kurallara tabi olduğu bir düzlemde yatarken; fiili sonuç, idari kapasitesi yüksek olanların avantaj sağladığı, teknik bilgiye erişimi sınırlı olanlarınsa marjinalleştiği bir düzen doğurmuştur. Bu çelişki, yeni küresel mali anayasanın aynı anda hem ilerici hem hiyerarşik karakterini de açığa çıkarmaktadır.
Nihai olarak, küresel asgari vergi rejimi devletleri zayıflatmamış, onları yeniden biçimlendirmiştir: Devlet artık vergi koyan değil, vergi düzenine katılan; kendi mali kimliğini inşa eden değil, küresel normun içinde konumlanan bir aktör haline gelmiştir. Bu dönüşümün de geri dönüşü yoktur. Zira vergi, artık sadece bir gelir aracı değil; küresel sistemin meşruiyet dili haline de gelmiştir…
Epilog: Egemenliğin Sessiz Reformu
Tarihin her döneminde egemenlik, sessiz dönüşümlerle biçimlenmiştir; kimi zaman savaşlarla, kimi zaman anlaşmalarla, kimi zamansa kelimelerin arkasına gizlenen teknik kavramlarla… Bugün bu dönüşüm, “asgari vergi oranı” adı verilen teknik bir eşikle gerçekleşmektedir. Pillar Two, yüzeyde mali bir reform olarak görünse de, derinlerde egemenliğin DNA’sını değiştiren bir kodlama işlemi olmuştur. Çünkü artık egemenliğin sınırı toprak değil, veri; vergi oranı değil, uyum göstergesi; bağımsızlık değil, karşılıklı tanınma haline gelmiştir.
Devletin gücü artık ne kadar vergi toplayabildiğinde değil, ne kadar doğru vergi toplayabildiğinde ölçülmektedir. “Doğru vergi” ise sadece adil değil, aynı zamanda küresel algoritmanın tanımına da uygun olandır. Bu, modern egemenliğin en sessiz ama en derin reformudur: Devletin gücü artık zorlamaktan değil, uyumlamaktan doğmaktadır. Bu noktada denilebilir ki, hukukun dili bile değişmiştir; yasa metinlerinden rapor formatlarına, normlardan veri tablolarına geçilmiştir. Vergi hukukunun maddeleri artık Excel hücrelerinde, XML formatlarında, otomatik beyan sistemlerinde yaşamaktadır. Bu, hukuk tarihinin dijitalleşmiş bir evresidir; veri egemenliği çağının başlangıcı…
Bu yeniçağda, “bağımsız devlet” kavramı yerini “bağımsız uyum sağlayıcı devlet” kavramına bırakmaktadır. Çünkü hiçbir devlet, artık yalnızca kendi vergi oranını belirleyerek tam anlamıyla egemen olamayacak; egemenliğin meşruiyeti, küresel düzenin ritmine ayak uydurabilme kabiliyetiyle ölçülecektir. Bu nedenle Pillar Two, sadece mali bir dönüşüm değil, politik-ontolojik bir yeniden tanımlama mahiyetindedir: Devlet, artık yalnızca güç sahibi bir kurum değil, düzenin sürdürülmesinden sorumlu bir fonksiyon haline gelmiştir.
Ve belki de tarihin ironisi tam da burada gizlidir: Egemenlik, yüzyıllar boyunca sınırlarını çizerek varlığını korumuştu; şimdi ise sınırlarını silerek varlığını sürdürüyor. Küresel mali anayasa, devletleri eşitlemiyor, onları birbirine bağımlı kılıyor. Bu bağımlılık, zayıflık değil; aksine modernitenin yeni denge biçimi niteliğindedir ki, devletler, bu yeni düzenin içinde, artık yalnızca kendi vatandaşlarına değil, küresel mali düzenin bütününe karşı da sorumlu olacaklardır.
Sonuçta;
Pillar Two, tarihin en sessiz devrimlerinden birini başlatmıştır diyebiliriz: Devletin vergi egemenliği, artık küresel normatif düzenin sessiz koordinatları içinde yeniden yazılmaktadır. Egemenlik, amiyane ifadeyle bağırarak değil; veri göndererek, tablo doldurarak, oran hesaplayarak dönüşmektedir. Ve bu dönüşüm, insanlık tarihinin en görünmez ama en kalıcı anayasalarından birini de doğurmuştur: Küresel Mali Anayasa…