Kutunun orada ne işi var?
Servet AKKAYNAK
Alışılmış kalıpların dışında düşünmeyi teşvik etmek amacıyla, neredeyse yarım asırdır iş hayatının dilinde klişeleşmiş ‘out of the box thinking – kutunun/kalıpların dışında düşünmek- tabirini her duyduğumda neden orada bir kutu var ki diye sorgulamışımdır. Ancak gerçek şu ki, bir çizgi oyunundan ve dans figürlerinden iyi niyetle türetilmiş olan tahmin edilen bu metafor, çalışanları gereksiz yere bir kutunun içindeymiş gibi hissettirip, organizasyonların zaten kanayan yarası olan yaratıcılığı ve çok boyutlu düşünceyi iyice zayıflatmaktan başka bir işe yaramadı bugüne kadar. Ben ve benim gibi etrafında hiçbir “kutu” olmadığını düşünenler ise, diğerlerinin zahiri olarak yarattığı kutulara çarpmamak için harcıyorlar enerjilerinin büyük bir kısmını.
Neden bu durumdayız? Her şeyden evvel doğamızda var olan konfor alanı gerçeğimiz var. Bu kavram psikolojide" bir kişinin kaygıdan bağımsız bir durumda çalıştığı, genellikle risk duygusu olmadan istikrarlı bir performans seviyesi sunmak için sınırlı bir davranış kümesi kullandığı davranışsal bir durum" olarak tanımlanıyor. Bazı ‘kaynaklar istikrarlı performans’ yerine ‘vasat performans’ ifadesini kullanıyorlar ki, bizim asıl odaklanmamız gereken, çalışanları ve dolayısıyla organizasyonları kıskacı altına alan sorun da tam olarak bu. Bunun üzerine bir de insanları çok boyutlu düşünceye teşvik amacıyla ortaya çıkmış ve klişeleşmiş söylemler gelince, bu konuda adım atma konusunda zaafları olan organizmaların etrafına bir de görünmez duvarlar eklenince, kaldırımdaki taze betona basmaktan korkan yayalar gibi adım atamaz hale geliyoruz. Bunu elbette her gördüğümüz taze betona basarak zarar verelim manasında söylemiyorum, ancak bazen belki de ezberleri bozmak ve kalıcı izler bırakmak için böyle bir adımı da atmaktan çekinmememiz gerekiyor.
Nasıl aşacağız? En büyük eksikliğimiz gerek birey gerekse organizasyonlar olarak, bu değişim hızına ayak uyduramazsak varlığımızı sürdüremeyeceğimizin bilincinde olmamamız. Bu konudaki farkındalığımızı arttırmaya çalışarak işe başlayabiliriz örneğin. Huzuru bulduğumuz, dert ve tasadan uzak bu alandan bir an önce uzaklaşabilmek için önce korkularımızı aşmamız gerekiyor. Başkalarının çok fazla ne dediğini dinlemeden ve üretmekte çok usta olduğumuz bahanelere takılmadan problemlerle başa çıkabilmeyi öğrenmeli, öğrendiklerimizi unutup, yeniden öğrenebilmeli, yeni beceriler edinebilmeli ve kendimize güven sorununun da bir şekilde üstesinden gelmeliyiz. Böylelikle hem konfor alanımızı daha büyük ve daha cazip hale getirip, manevra kabiliyetimizi artırmış olur, hem de yaratıcılığımızı konuşturabileceğimiz büyüme alanına geçişi önemli ölçüde kolaylaştırırız.
Aslında kendini konfor alanlarında yumuşak battaniyelerin sıcaklığına bırakmış organizasyonlara, daha doğrusu yöneticilerine düşen rol de azımsanmamalı. Farklı düşünenlerle uğraşmak istemeyen bünyeler, verilen işleri yapmaktan başka bir şey beklemedekileri ekiplerin performansıyla yıllarca yetinmek zorunda kaldılar. Ancak gerek mal gerekse hizmet açısından her üretilenin kolaylıkla satılabildiği dönemin çok gerilerde kaldığı, artık herkesin üretme ve geliştirerek kopyalama yetkinliklerine ulaştığı günümüzde bu rahatlığın rekabette sıkıntı yarattığı da ortada. Geleneksel yapılar bu dinamizm ile baş edemez duruma gelince de birçok organizasyon Design Thinking konsepti altında yaratıcılıkta serbest bıraktıkları tasarım odaklı birimler kurdular. Doğrusu bu kültürü bütün organizasyonun bütün kademelerinde içselleştirmek olmaz mıydı acaba? Bunu yapmazsak, yaratıcılık işi sanki ‘sanatçı ruhlu’ belli bir kesimin işi gibi kalıp, kimseyi mevcut alanının dışına çıkmaya zorlamayacaktır.
Bu durumun üstesinden gelebilmek adına benim aklımdan çıkarmadığım en güzel yöntem Japon balıkçıların balık havuzuna attıkları köpekbalığı örneğidir. Açık denizde avlanan balıkçılar, balıkların kıyıya varıncaya kadar tazeliklerini yitirdiğini fark edip, çareyi havuza küçük bir köpekbalığı bırakmakta bulmuşlar. Köpekbalığına yem olmamak için sürekli yeni kaçış yolları arayan balıklar, o hareketlilikle satılana kadar rehavete kapılmadan taze kalabiliyorlar. Belki de yöneticilerin portföylerinde birkaç ‘köpekbalığı’ bulundurmaları ekibi harekete geçirmek için yeterli olacaktır. Ancak bunu büyük bir hassasiyetle yapmazsanız da insanlarda gereksiz bir hata yapma ve işini kaybetme korkusu yaratır, kaş yapayım derken göz çıkarabilirsiniz. Bu yüzyılın başlarında davranış bilimcilerin de bir miktar gerginliğin, paralize olana kadar abartılmadığı müddetçe, iş sonuçlarına çok olumlu etkilerinin olduğunu gözlemleyen deneyler yaptıkları bilinen bir gerçek.
Siz bence en iyisi köpekbalıklarını filan bir tarafa bırakın. Gelin şu kutuları kaldırın ortadan, siz içerden, biz dışarıdan çarpmaktan kurtulalım.