1983 yılından bu yana, kamuya ait ormanlık ve hazine arazilerinin turizm yatırımlarına tahsisi sıkça başvurulan bir yöntem olmuştur. Bu süreçte 400’den fazla arazi yatırımcılara tahsis edilmiş, son olarak da 9 farklı ilde 32 arazinin daha tahsise çıkarıldığı duyurulmuştur.
Başlangıçta, bu tahsis uygulamasının amacı ülke turizmini geliştirmek ve gerekli konaklama kapasitesini artırmaktı. Türkiye, turizm alanında büyük bir atılım yapmak isterken yeterli yatak kapasitesine sahip değildi. Bu açığın giderilmesi için devlet, özel sektörü teşvik ederek kamu arazilerini tahsis etti. Bu süreç, konaklama kapasitesinin artırılmasına büyük katkı sağladı ve sektör önemli bir ivme kazandı.
Ancak zamanla bu uygulama amacından saptı ve kamu arazilerinin tahsisi, ekonomik ve siyasi rant sağlamaya yönelik bir mekanizmaya dönüştü. Özellikle son yıllarda, bu sistem bir teşvik aracı olmaktan çıkıp, kamu kaynaklarının kısa vadeli kazançlar uğruna elden çıkarıldığı bir hale büründü. AKP döneminde zirveye ulaşan bu uygulama, yatırımcılara destek olmaktan çok, kamu varlıklarının farklı amaçlarla kullanılmasını beraberinde getirdi.
Turizm yatırımlarını teşvik etmek adına başlatılan arazi tahsisi sistemi, günümüzde kamu arazilerinin satışı yoluyla devletin gelir elde etme çabasına dönüşmüş durumda. Oysa ki artık Antalya, Muğla ve İstanbul gibi turizmin geliştiği bölgelerde otel yapımı için kamu arazilerinin tahsisine gerek yok. Yatırımcılar, kendi imkanlarıyla yatırım yapmak istediklerinde bunu rahatlıkla gerçekleştirebilecek seviyeye ulaşmış durumda. Bu noktada devletin, doğal alanları otel projelerine açarak teşvik politikası uygulaması gereksiz hale gelmiştir. Özellikle ormanlık alanların turizm yatırımları bahanesiyle betonlaşmaya açılması, doğaya ciddi zarar vermektedir.
Nitekim Bodrum Kızılağaç’ta orman arazisine 1200 yatak kapasiteli iki büyük tesis inşa edilmesi planlanmaktadır. Bu durum, haklı olarak kamuoyunda tepkilere yol açmıştır. Doğal alanların turizm yatırımları adı altında yok edilmesi, ekosistem açısından büyük bir tehdittir. Teşvik, kelime anlamı olarak ‘özendirme’ demektir. Fakat hiçbir koşulda, doğayı tahrip eden bir girişim özendirilemez.
Kamu yönetimi, ülkenin gelişimi için yatırımcıları destekleyebilir. Ancak bu destek, çevresel ve toplumsal faydalar gözetilerek yapılmalıdır. Ormanlık alanları yapılaşmaya açarak yatırım yapmak, sadece kısa vadeli ekonomik kazançlar sağlarken, uzun vadede telafisi imkansız zararlar doğurur. Turizm yatırımlarını teşvik etmenin farklı ve daha sürdürülebilir yöntemleri bulunmalıdır.
Didim’de yapılan arazi tahsisleri, doğru bir örnek olarak gösterilebilir. Burada tahsis edilen arazilerden birini alan Barut Grubu, bölgeye yeni bir soluk getiren nitelikli bir yatırım gerçekleştirmiştir. Şirket, halihazırda bulunan tesislerin aynısını yapmak yerine, Didim’in turizmde bir üst seviyeye çıkmasını sağlayacak bir konsept geliştirmiştir. Barut’un Anda Collection adlı yatırımı, lüks segmentteki yeni tesisleri teşvik ederek bölgenin cazibesini artırmıştır.
Sonuç olarak, kamu arazilerinin turizm yatırımları için tahsis edilmesi, kısa vadeli gelir elde etmek amacıyla değil, uzun vadeli fayda sağlamak amacıyla gerçekleştirilmelidir. Günümüzde bu sistem, doğru planlama ve denetimden uzak bir şekilde uygulanmaktadır. Mevcut uygulamada, kamu arazilerinin kim en yüksek teklifi verirse ona verildiği bir anlayış hâkimdir. Bu yaklaşım, turizm sektörünü nitelik açısından geliştirmekten çok, kısa vadeli çıkarları gözeten bir sistem yaratmaktadır. Kamu arazilerinin tahsisi konusunda daha seçici ve uzun vadeli fayda odaklı bir strateji benimsenmelidir.