Büyük dönüşüm

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Devrimlerde de diğer büyük dönüşümlerde de sürecin başlayabilmesi için “halkın” değişimi talep etmesi gerekiyor. Belki saf ekonomik ve teknolojik dönüşümlerde herhangi bir genel talep veya siyasi bir koşul gerekmeyebilir. Örneğin İngiltere’de Sanayi Devrimi muhtemelen ne tür bir sonuca ulaşılacağını tahmin etmeyen, edemeyen bireylerin küçük girişimleri sonucu ortaya çıkmıştı. Yerel inovasyonlar birikerek bir sarmal haline gelmiş ve büyük sermaye yatırımlarına fazla gerek duyulmadan bütün sanayi, bütün ekonomi ve giderek bütün toplum değişmeye başlamıştı. Ancak doğrudan siyasal dönüşümlerde çoğunluğun değişim talep etmesi bir gerek şart olarak görülebilir.

“Halk” elbette toplumun yüzde 100’ü demek değil ama “çekirdek (siyasi) inancın” sahipleri demek. Ciddi bir çoğunluktan ve önemli bir taşıyıcı güçten bahsediyoruz. “Çekirdek inanç” varsa, örneğin “ABD Anayasası tarafından tanımlanan ve korunan özgürlükler kısıtlanamaz” veya örneğin “100 milyon Amerikalının sağlık sisteminden yararlanamaması kabul edilemez” şeklinde yaygın bir görüş varsa dönüşüm veya reform çok daha kolay gerçekleşir. Gerçekleşir çünkü dönüşüme karşı bile olsalar siyasal ve ekonomik elitler de toplumsal dinamik ve ittifaklardaki radikal değişimlerden etkilenirler. Tabii önce dönüşümün olacağına ikna olmaları gerekir. Ancak bazen kamuya açıklanan tercihler ve gerçek tercihler o kadar farklıdır ki görüntü ve gerçek taban tabana zıt hale gelmiştir. Bu noktada ekonomik ve politik denge aniden kavşak değiştirir, yol çatallaşır ve küçük bir adım bir anda her şeyi değiştirebilir. Kimse önceden ikna olmamıştır çünkü olan şey –muğlak tahminler bir yana- tam bir sürprizdir.   

Yazıda ifade ettiklerim mühendislik ve oradan taşınmış iktisat modellerinden kaynaklanıyor. Siyaset biliminde fizik-mühendislik-iktisat-siyaset bilimi çizgisini takip eden bir damar var. Bakalım. Dönüşüm talebinin olması demek, standart varsayımlarla, bir reform talebi fonksiyonu yazabileceğimiz anlamına gelir. Bu büyük isteğin taşıyıcıları –partiler, ittifaklar, sivil toplum- talebe arzla karşılık verecekler. Böyle bir sıra takip eder çünkü arzın kendi talebini yarattığı politik kavşak noktaları az bulunur. Genelde önce talebin oluşması gerekir. Ortada bir değişim talebi varsa talebe karşılık gelen bir arz oluşacaktır. Arz-talep varsa da sonuçta bu değişimin bir maliyeti ve bir fiyatı olacak. Olacaktır çünkü talep –ters talep- fiyat demektir. Yani politik bir piyasadan bahsediyoruz ki ekonomik oy verme davranışı en önemli seçmen davranışı açıklamalarından biriyse politik piyasa yaklaşımı da elbette mümkündür. Bu kurguda bir tür “tahayyül edilmiş”, sanki-talep ve sanki-maliyet fonksiyonlarıyla karşı karşıya olan siyasal girişimciler optimal çözümü ve ona uyan hareket tarzını belirlemeye çalışacaklar. “Optimal” çünkü elbette her istenen olmuyor; siyasi, sosyolojik, ekonomik sınırlar, kısıtlar var. Bunlar dikkate alınmadan hiçbir şey mümkün değil.

Politik piyasa yaklaşımı aslında eski bir yaklaşımdır. Mesela oylar “politik fiyatlardır” fiyatlar da “ekonomik oylardır”. Bu tip benzetmeler yaygındı. Örneğin 19. Yüzyıl sonunda sosyal demokrat oylar artık “kâğıttan taşlardı”. Bu tür bir kurgu ekonomik oy verme davranışı dediğimiz siyasal davranışın en iskelet (arı, saf) sürümünü mikro iktisat yardımıyla temel bileşenlerine ayırmayı deneyen bir soyutlamadır. Hatta bahsettiğimiz fonksiyonları kâğıdı kalemi alıp yazabiliriz. Elbette kurulacak modeller manzumesinin hangisinin gerçekçi olduğunu veya olmadığını belirlemek çok zordur. Ama böyle düşünmek zihinleri açar. Örneğin belli bir standart mikro model belirleniminde şu söylenebilir: Radikal dönüşüm talebi kitleselleştikçe dönüşümün marjinal getirisi dönüşüm talebinin elastikiyetine ters orantılıdır. Yâni talep ne kadar elastikse marjinal getirisi o kadar azdır. Böyle olmayabilir ama olabilir de. Bu kurguda değişim olasılığını artırmak için gösterilen ekstra eforun getirdiği “negatif faydanın” değişim olasılığına göre türevi, değişim talebinin değişim olasılığına göre türeviyle muhalefeti destekleyenlerin sayısının çarpımına düz orantılıdır. Bu noktada kartopu (snowball effect) veya treni kaçırmama isteği (bandwagon effect) gibi siyasal psikolojide ve siyaset bilimi literatüründe var olan etkilerden bahsedilebilir. Değişim talebinin değişim olasılığı arttıkça yükseldiğini görürüz. Başarı şansının artması katılanların sayısını artırır.

Ancak fazla elastik bir değişim talebiyle yüz yüze olan partilerin/ittifakların düşük marjinal getiri ve sonuç yaklaştıkça yüksek efor/yüksek “negatif fayda” ile karşı karşıya olmaları da olasıdır. Sonuç –yani başarı- yaklaştıkça ters bir dinamik çalışabilir ve mesela sonraki dönemde yer kapmak öne çıkabilir. Kamu iktisadının temel problemidir: Kamu malının finansmanına katılmadan ondan yararlanmak (free riding) mümkün müdür? Belki hiç çaba sarf etmemek değil ama daha az çalışmak, daha az (siyasi) zarar görmek (daha az “negatif fayda”) ama daha çok (siyasi) getiri elde etmek söz konusu olamaz mı? Bu noktada hem bir dışsallık problemi doğar hem de merkezin kontrol gücü varsa durumu bir optimal kontrol (mühendislik) problemi şeklinde formüle etmek mümkün olabilir. Veya ittifak içinde, açık ara önde olan bir özne/parti varsa siyasi tabanlar ve yapılar arasında dinamik bir lider-takipçi oyunu (Stackelberg) oynanabilir. Kontrol problemlerinin matematiksel bir özelliği olarak şu da söz konusudur: Kontrol kaybedilirse bir “bang bang” çözümü oluşabilir. Böyle bir durumda ya geç kalınır ya erken davranılır ya yanlış slogan seçilir vs. Bu tip çözümlerde başarı olasılığı ‘çok yüksek’ ile ‘çok düşük’ arasında kontrolsüzce savrulur. Optimal düzenleyici mekanizma olmadan durum kontrol edilemez. Gözlemciler de her dakika oradan oraya savrulup tahminlerini değiştirmek zorunda kalabilirler.

Bir örnek daha verelim. Tarihi olarak, pek çok siyasal ittifak/parti/aktör tam da sonuç almaya yakınken geri adım atmıştır. Buradaki açıklama böyle davranan siyasal öznelerin yeterince kararlı olmamaları yüzünden değil asimetrik enformasyon, yâni partilerine/hareketlerine/ittifaklarına tam hâkim olamamanın yükselttiği siyasi maliyet yüzünden böyle davrandıklarıdır Bir anlamda kendilerince optimal davrandıkları için böyle olmaktadır ama bu “optimalite” bütünün optimalitesi değildir. Lokal optimum global optimum olmak zorunda değildir.   

Son olarak: Değişim talep eden siyasi özneler inelastik bir talep olduğunu varsayamazlar. İnelastik bir siyasal dönüşüm talebi matematiksel olarak neredeyse hiç görülmez. Bunun günlük dildeki karşılığı “ne yaparsak yapalım kazanırız –veya kaybederiz” demek olabilir ki hem yanlıştır hem de siyasetin doğasına aykırıdır.

Tüm yazılarını göster