Deprem gözlemi: Disiplin eksikliğimiz

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Depremin teknik ve ekonomik boyutları kadar, örgütlenme ve yönetim boşlukları da sorgulamalı, gereken dersleri almalıyız. Asıl önemlisi, öngörme –önlem alma, gözetim ve denetim disiplinini nasıl uygulayacağımız konusunda bir kolektif bilinç yaratmalıyız.

Yaşadığımız büyük depremin ilk günlerinde herkes gibi ben de düşündüklerimi yansıtan yazıyı kaleme aldım. Yazının yayınlanmasından bugüne depremle ilgili çok şey söylendi, çok şey yazıldı; çok değişik değerlendirmeler gazete sütunlarından, ekranlardan ve diğer iletişim kanallarından zihnimizin derinliklerine taşındı.

Zihnimi hep aynı soru işgal etti: “Depremin büyüklüğünün getirdiği karmaşayı kavrayışa nasıl dönüştürebiliriz?”

 Daha önce depremle ilgili yazdıklarımı ve başkalarının yazılarından aldığım notları bir araya getirerek, birikimlerimizin neler olduğunu anlamaya çalıştım. Geçmiş depremlerle ilgili bilgiler, bir olay ya da olguyu tam ve doğru anlamak ve anlatmak için verilerimizin sağlıklı ve yeterli olmasının önemini hatırlatıyordu. Öncelikle, eriştiğimiz verilerin üç bileşenini hakim olmalıydık: Sayısal serilerimiz oluşumla ilgili kesinliği göstermeliydi. Görsel veriler zihinlerimizi iç görüye hızla eriştirmesini kolaylaştırmalıydı. Sözel anlatımda kullandığımız ad, kavram ve terimler, başka bir anlatımla sözel veriler, olay ya da olgunun niteliklerini kapsayıcı olmalıydı.

Depremle ilgili sayısal sonuçlar – güvenirliliklerini tartışma ayrı bir konu- her gün medyanın bütün kanallarına yansıyor. Görsel veriler bakmayı bile göze alamadığımız ikna edici özelliklere sahip. Anlatım verilerinin de niteliksel özellikleri kapsayıcı olmalı.

Bilim insanı Carl Sagan’ın kitaplarından aldığım bir notta, “Kehaneti bile akıllıca sorularla sorgulamamız gerekir!” diyordu. Ve ekliyordu: “Eğer kolaylıkla baş edemeyeceğimiz zorlu kuvvetlerle ilgili meşum – uğursuz- öngörülerle karşılaşırsak, doğal eğilimimiz bu kehaneti reddetmek ya da göz ardı etmek olacaktır. Tehlikeyi hafifletmek ya da atlatmak zaman, enerji, para ve cesaret gerektirebilir; yaşamımızın önceliklerini değiştirmek zorunda kalabiliriz…”

“Kaygılarınızı doğru seçin

Büyük yazı ustası Çetin Altan “inançtan düşünceye geçebilmenin önemini” anlatırken Sagan’ınkine benzer bir değerlendirmeyi sıklıkla anımsatırdı: Başkalarının bize öğrettikleri olan inanç konforundan söz eder; bütün zorlukları inancın sırtına yüklemenin yarattığı kolaycılığın toplumsal gelişmeyi engellemesinin örneklerini sıralardı. Düşüncenin ise, her zaman dengeli bir kuşkuyu diri tutmayı gerektirdiğini vurgular; zaman, enerji, para, cesaret gibi yetkinlikleri harekete geçirerek bedel ödemeyi göze almak yolunu izlediğini söylerdi. Sagan da, kendi kendini yok etmenin yollarını geliştiren insanların, İlhami Güler’in Karar’daki makalesinde, depremde enkaz altında yaşama tutunan ve onları kurtarmaya çalışan kahramanlardan söz ederken, “Kendisi de mucize olan insanın ortaya koyduğu ‘mucize” anlatımı üzerine derinliğine düşünmeliyiz. İnsanların doğada bir milyon yıldır yaşadığını biliyoruz; diğer canlıların ömürlerine göre insanın ortaya çıkışı çok kısa bir zaman olsa da, Güler’in “mucize” sözcüğüyle tanımladığı insan, Sagan’ın değerlendirmesinde farklı bir boyut kazanıyor:“ Nadir ve değerliyiz, çünkü yaşıyoruz; çünkü düşünebilme ve yapabilme yeteneğimiz var. Geleceğimizi etkileyebilme ve belki de yönetebilme ayrıcalığa sahibiz.” Sahip olduğumuz yetkinlikler hepimizi derinden kaygılandırıyor. Carl Sagan, ” Kaygı, evrimin geliştirdiği uzlaşma yollarından biridir; gelecek kuşaklar için gereklidir ama bu kuşak için acı vericidir. Eğer yapabilirseniz, yaşanacak kaygıları doğru seçin !” uyarısı, bugün her zamankinden daha önemli, değerli ve anlamlı hale geldi.

Deprem ülkemizin gerçeği olduğuna göre, onu reddetmeden, görmezden gelmeden, tehlikeleri en düşük maliyetle atlatmamız için zaman, enerji, para ve cesaret gibi birikimlerimizi harekete geçirmeliyiz. Birikimlerimizi harekete geçirmenin etkin ve verimli iki yolunu ödün vermeksizin izlemeliyiz: Biri, öngörme ve önlem alma disiplini… Diğeri de, gözetim ve denetim disiplini.

Deprem kaygımız diri tutulmalı

Öngörme ve önlem alma disiplinin etki alanı her geçen gün genişliyor. Teknoloji, ölçme ve sayma konusunda bütün süreçlerin en ince yapıtaşlarına erişebiliyor. Süreçleri izlemede, rutin olanla değişenin kaydını yapabiliyoruz. Ayrıca, süreçleri etkileyen değişkenleri görsel malzeme haline getirebiliyoruz. Verilerden yeni bir ürün ve yeni bir metot geliştirebilmemiz için verinin üç temel bileşenine erişilebilirlik potansiyelleri giderek artıyor: Sayarak nicel verilere erişebiliyoruz; sözle anlatılan nitelik veriler için analitik gücümüzü artıran teknolojik desteklerimiz çoğalıyor. Zenginleşen görsellerle karar süreçlerini etkin hale getirip hızlandırabiliyoruz. Deprem gibi olağanüstü koşullar oluşturan doğal olayları bile öngörebilmenin koşulları gelişiyor. Eğer, bir toplum ve o toplumu yönetenler, “öngörme disiplininin” gereklerini yerine getirebilirlerse; net bilgiye erişebiliyor; etkin koordinasyon sağlayabiliyor; odaklanarak sorunların üstesinden gelebiliyor. 

Kimseyi yargılamadan ve suçlamadan, öngörme ve önlem almadaki boşluklarımızı yaratan nedenleri sorgulamamız, eksiklerimizi ivedilikle tamamlamalıyız. Yaşadıklarımızdan sonra, “Biz deprem ve etkileri konusunda gerekli öngörülerde bulunduk, gerekli önlemleri de zamanında alabildik” diyemeyeceğimize göre, öngörme ve önlem alma disiplinini nasıl uygulayacağımız kaygılarını sürekli gündemde tutmalıyız.

Deprem gözlemlerinin ortayla çıkardığı bir başka eksiğimiz ve boşluğumuz “gözetim ve denetim disiplini” toplumsal iş yapma kültürümüzde yeterince yer edinememiş olması. Küresel ölçekte birikimleri gözeten yasalar ve yönetmelikler çıkardığımız halde, temel hukuk devletinde göstergesi olan ve yurttaşların, “yasalar yürürlükte olduğu sürece eleştiri hakkımız vardır; uymama hakkımız yoktur” düşüncesini içselleştiren ve yaşam biçimi haline getiren düzeye yükseltilememesi büyük açığımız. Bireylerin, toplulukların, toplumların, kuruluşların ve kurumların yasal düzenlemeleri eleştirme hakkını saklı tutarak, yasalar yürürlükte oldukları sürede, çiğnenmemelerini asla hoş görmeyen hassasiyeti göstermemiz gerekiyor.

Depremin teknik ve ekonomik boyutları kadar, örgütlenme ve yönetim boşlukları da sorgulamalı, gereken dersleri almalıyız. Asıl önemlisi, öngörme –önlem alma, gözetim ve denetim disiplinini nasıl uygulayacağımız konusunda bir kolektif bilinç yaratmalıyız.

Dilerim ki, deprem sorasında olup bitenleri “öngörme-önlem alma, gözetim ve denetim disiplini” açısından önemser; popülizmin kısa bakışlı, seçim kazandıran, ama nesilleri tuzaklara düşüren yolunu izlememe konusunda gerekli özeni gösteririz.

Tüm yazılarını göster