İzahat

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ

O zamanlar adı Dünya Gazetesi olan gazetenizde 19 Ocak 2011 Çarşamba günü başladığım sohbetlerden beri epeyi vakit geçmiş. Ben 12 sene daha yaşlanmışım, Gazetenizin adı değişmiş, Ülke bile hem değişmiş hem de değişmemiş. Ben dahil, eminim çoğunuz “Hoca bu işletmecilik dediğin ne gayya kuyusuymuş[1]. On-iki sene aynı konuda yazı yazılır mı?” diye soruyoruz. İlk yazmaya başladığımda köşemin günlük olması önerilerine bu yüzden katılmamış, haftalık bir köşe rica etmiştim. Sağ olsunlar ricamı kırmadılar.

Siyasi yazı olsa göreceli olarak kolay. Allah’a şükür siyasi malzeme bitmez. Hele hele sevgili ülkemizde hiç bitmez. Politik arenada pek bir şey değişmemekle beraber gün geçmez ki üstüne laf edilecek bir gelişme yaşanmasın. İyi de ben siyaset bilimcisi değilim. Gerçi şimdi yazılı ve görsel kaynaklarda her konuda fikri olan laf ebeleri yok değil ama ben onlardan biri değilim. Fikrim olmadığı için değil; fikrimi bilimsel yöntemlerle veya araştırmalarla ispatlayacak hazırlığım olmadığından. Onun için zor olanı seçmiş ve bildiğimi sandığım bir konuda: İşletmecilik konusunda haftada bir yazmaya karar vermiştim.

İşletmecilik siyaset gibi değil. Zaten 1950’lerden sonra bir ‘ilim’ dalı olarak lanse edilen işletmecilik, kalemşorlarının gayretleriyle mikroekonomiden, makroekonomiden, muhasebeden[2], psikolojiden, sosyolojiden, kültürel antropolojiden, sosyal psikolojiden ve aklınıza gelebilecek her türlü disiplinden, matematikten, istatistikten, yöneylem araştırmasından hatta ve hatta savaş kitaplarından, ünlü liderlerden[3] ilgili ilgisiz ellerine ne geçerse aktarıp, uygulamalardan genellemelerle teorem olduğu iddia edilen tezler ileri sürerek kütüphaneler dolduracak bir ’literatüre’ sahip oldu ama ilim olamadı. İlim olamadığı içinde aksiyomlara dayalı kuramlardan, bilimsel kanıtlama metotlarıyla sınanabilecek veya edilmiş kuramlar yaratamadı ve gelişemedi.

Bu konuda 1980’li yıllardan beri yakındığımı sizlerle paylaşmıştım. Şikayetlerimi benden mezuniyetlerinden sonra ‘işletmeci’ olarak başarılar kazanmalarına yardımcı olan öğrencilerime, bu işi daha iyi nasıl yaparım diye davetli gittiğim seminerlerimde karşımda oturan her düzeyden iş insanına anlattım. Sonunda baktım şikâyet ederek bu işin içinden çıkamıyorum oturdum ve artık dinlemekten bıktığınız bir paradigma kaleme aldım. 1980 yılından bu yana bu paradigma[4] gelişerek bu günkü haline geldi. Bu gelişmede benimle çalışan personelim ve özellikle çeşitli etkinliklere katılan iş insanları, akademisyenler ve profesyonel danışmanlar önemli roller oynadılar. Hepsine teşekkürler. İyi ki de yazmışım. Yoksa elimizdeki işletmecilik literatürüyle bunca sene yazı yazılmaz.

Bir paradigmadan hareket etmenin, söylediklerinizi, yazdıklarınızı bir paradigmaya dayandırmanızın çok önemli yararlarından biri, hatta en önemlisi tutarlılıktır. Dün söylediğinizi bugün inkâr etmez, tersine bir şey söylemezsiniz. Dikensiz gül olmaz. Bir de tehlikesi vardır. Bazen okuyanlar, dinleyenler kendinizi tekrar ediyorsunuz, yeni bir şey söylemiyorsunuz sanabilirler. Bu aslında kaçınılmazdır. Her söylenen daha önce söylenen şeylere dayandığı için tekrar kaçınılmazdır. Neyse, oradan buradan konuşacağınıza tutarlı konuşmak evladır diyerek bu izahata bir son vereyim.

Dedim ya paradigmanın gelişmesine katılımcıların katkısı çok oldu diye. Bu katkıların en önemli türü etkinlikler esnasında sorulan sorulardı. BMS’in aksiyomlarını duyan, dinleyen katılımcılar kısa sürede şunu fark ettiler: Aksiyomları kabul ederseniz çıkarımları tartışamıyorsunuz. Bu nedenle çıkarımları tartışırken aksiyomlara geri dönmek zorunluluğu doğuyordu ve bu nedenle bu aksiyomlar tekrar tartışılıyordu.

Söz gelimi BMS’in temel aksiyomu ‘İşletmelerin tek amacı vardır o da işletmenin işine hasrettiği kaynakların onun en iyi ikinci alternatifin getireceği dönüşümden fazlasını getirmesi’ şeklindedir. Bu aksiyomu doğru kabul ederseniz ‘İşletme etkinliklerinin (üretim ve pazarlama) yönetilmesinin (kaynak kararları) tek amacı işletmenin mal/hizmetlerini sunmak istediği pazarlarda tekelleşmesidir’ bir ilave tez değil bir çıkarımdır tartışılacak bir tarafı da yoktur.  Yok, temel aksiyomu kabul etmezseniz orada durup tartışmaya tekrar başlamak lazım gelir. O tartışmayı da işin başında yani, çıkarımlara geçmeden yapmak gerekir. Çıkarımlar tartışılırken yapılacak tek itiraz “Bu çıkarım o aksiyomdan çıkmaz” şeklinde olur. Yoksa bir daire içinde döner durur bir yere gidemeyiz. Bu nedenle ben temel aksiyomları tartışırım ondan sonra da çıkarımlar konusunda fazla tartışmam.

O kadar ki Japonya’da akademisyenlere verdiğim bir seminerde bir ABD’li profesör seminerin ortasında ben işletmelerin tekelleşme amacını işlerken oturduğu yerden “Yani öğrencilerimize tekeller iyidir mi diyeceğiz?” diye aklınca iğneleyici bir laf atmış ben de ona sadece “Evet” diyerek tekelleşmeyi anlatmaya devam etmiş ve sanırım hocayı kızdıracak bir harekette bulunmuştum.

İşletmelerin tekelleşme hedefi konusunda BMS kitaplarında fazla bir tartışma yoktur. Bunun birbirleriyle bağlantılı iki nedeni vardır. Birincisi, tekeller ve tekellerin kamu yararları işletmecilik konusu değil iktisatçıların ve belki de siyaset bilimcilerinin konusu gibi gelir bana. Tekelleşmenin tekeller altında büyüyen bir neslin çocuğu olarak tüketiciye ne kadar yararlı olduğu konusunda derse ihtiyacı olmayan biriyim. Ancak, işletmelerin tekelleşmeye, ekonomik-politik mekanizmaların da bunu düzenlemeye hakları olduğu kanısındayım. Bu konuyu daha ileri bir zamanda tartışmak isterim. Şunu söylemekle yetineyim ben bir pazarda tekel olup da bundan şikâyetçi olan işletmeye rastlamadım.

Ancak tekelleşme konusunda paradigmaya Dünyanın her tarafından katılımcılar sorular sorarak katkıda bulundular. Yeri gelmişken onlara kısaca değineyim. Tekelleşme yani, hedef pazar veya pazar bölümlerinde tek veya tartışmasız dominant üretici olmak anlamına gelir. Tekelleşme işletmenin tek amacı işletmenin işine hasrettiği kaynakların onun en iyi ikinci alternatifinin getireceği dönüşümden fazlasını getirmesi olduğuna göre nasıl bir çıkarımla hedef haline getiriliyor? Sorusu konu işlenmiş olmasına rağmen tekrar tekrar sorulur. Bunun nedeni çıkarımın ‘aldatıcı basitliğidir’.

Bu deyimi her zaman kullanırım çünkü paradigmaların basit çıkarımları aşikâr gözüktüklerinden çoğu okur/dinleyici konuyu fazla irdelemeden geçer ama sindirmez. Dikkat ederseniz hayatımızda birçok kere bize basit gelen bazı çıkarımları “Eee ne olmuş” diyerek geçiştirir ince eleyip sık dokumayız. Halbuki bir işletmenin onun en iyi ikinci seçeneğinden daha fazla dönüşüm sağlaması ile ilgili aksiyomu kabullenirseniz bunun ancak bir ikinci seçenek olmadığı hallerde garantilenebileceğini de çıkarırsanız. Tekelleşme hedefinin ortaya atılması bu nedenledir.

Tekelleşme konusunda tartışılmaya değer sorular bu açıdan neden değil de bunun nasıl olacağı ve yaratabileceği sorunlarla ilgilidir. Bu bağlamda her ortamda aşağıdaki mülahazalar ortaya atılır:

1. “Biz küçük bir firmayız tekel bizim neyimize?”

2. “Ya tekelleşilen pazar çok küçükse?”

3. “Tekelleşme dönüşümün tatminkâr olmasını garanti etmez ki. Bu nasıl açıklanacak?”

4. “Geçici bir süre pazara hâkim olabilirsiniz ama bu sürdürülebilir bir hâkimiyet midir?”

Katılımcılar BMS’in gelişmesine çok katkıda bulundular derken işte bu tür katkılardan bahsediyorum. Ortaya atılan bu mülahazalar hem haklı mülahazalardır hem de ‘doğru’ sorulardır. Bu konulardaki cevapları ileride bir fırsatta ele almak üzere kısa cevaplar vereyim:

1. Tekelleşme işletmenin büyüklüğü ile ilgili değildir

2. Tekelleşme, giriş çıkışın kısıtlanmadığı ekonomilerde pazarın daha da bölünemeyecek küçüklüğe düşürülmesiyle ulaşılacak bir hedeftir

3. Tekelleşme dönüşümün tatminkâr olmasını garanti etmez ama işletmenin onun en iyi ikinci alternatifinin getireceğinden fazlasını getirmesini garantiler

4. Doğrudur

Sağlıcakla kalın

[1] TDK gayya kuyusunu anlamını şöyle veriyor: Karmaşık işlerin döndüğü yer veya çok çapraşık durum. Dini kaynaklarda ise cehennemde bir çukurun adıdır.

[2] Muhasebenin 1494 yılında Suma de Arithmetica, Geometria, Proprtioni et Proportionalita adıyla muhasebenin babası olarak bilinen Fra Luca Pacioli tarafından Venedikte basılan bir kitapla başladığına inanılır. Ancak ‘saymanın’ Mezopotamyalılar tarafından M.Ö. 7500 civarında icat edildiği de ileri sürülür.  

[3] İnanmazsanız Roberts Wess tarafından yazılan, Türkçeye ‘Hun İmparatoru Attila’nın Liderlik Sırları’ adıyla çevrilen ‘Leadership Secrets of Attila the Hun’ kitabı okuyun; nasıl lider olunur, liderlik nasıl yapılırmış öğrenin.

[4] BMS – The Business Management System

Tüm yazılarını göster