Kredi mi mevduattan, mevduat mı krediden kaynaklanır?

Dr. Göksel Tiryaki

Kıdemli Bankalar Yeminli Başmurakıbı, SMMM

Son zamanlarda para ekonomisinin en güncel konularından biri kredi ve mevduat arasındaki ilişkidir. Özellikle Modern Para Teorisi'nin en azından bir tartışma konusu olarak popülaritesinin artmasıyla birlikte daha fazla iktisatçı, akademisyen ve finansal analist bu parasal kavram ve araçların birbiriyle bağlantılı taraflarını daha çok tartışmaya başlamıştır. Nitekim finansal aracılar ve finansal sistem hem iktisat literatürü hem de finans dünyası açısından her zaman çok önemli teorik ve pratik konular olmuştur. Ekonomik sistemin vazgeçilmez bir parçası olan bankalar, kredi mekanizması, likidite ve risk yönetimi, ödeme sistemleri ve para arzında önemli rol oynamaları nedeniyle ekonomik faaliyetlerin idamesi açısından hayati kuruluşlardır. Para arzı, kredi ve mevduat verileri arasındaki ilişki ve bu ilişkinin boyutu ve yönü finansal ve politik açıdan da büyük önem taşımaktadır. Peki, “Kredi mi, yoksa mevduat mı önce gelir ve hangisi diğerinin nedenidir?”; “Mevduat kredi yaratır mı yoksa tam tersi mi?”; “Para arzı açısından ticari bankaların temel ve kilit rolü nedir?”

Kredi, banka ve mevduat zaman içerisinde önemli dönüşümler geçirmiştir. Tarihsel olarak para ve finansın gelişim sürecine bakıldığında, kredi veya borç paradan eski kavram ve kurumlar olarak değerlendirilebilir. Bankaların ortaya çıkışı ile kredilerin daha organize ve sistematik kurumsal yapılar aracılığıyla kullandırılması yakından irtibatlıdır. Yani paranın altın gibi bir nesne olmaktan kurumsal bir yapıya dönüşmesi, bir anlamda finans haline gelmesi, banka kurumu ile doğrudan bağlantılıdır. Zaten tarihte, mevduatın kredi ve bankacılıktan daha sonra ortaya çıktığı nettir. Her ne kadar mevduat, tek varlık nedeni ya da başlangıç noktası olmasa da aslında bankaların yeni kaynak ihtiyaçlarının doğal bir sonucudur. Mevduatın tarihsel gelişimi bir bakıma kredinin ürünü olduğunu doğrulamaktadır. Elbette bankaların tek işlevi yeni krediler yoluyla mevduat yaratmak değildir. Onları sadece “kredi ya da para fabrikası” olarak tanımlamak doğru bir bakış açısı olmaz. Bankalar çok önemli birer özel para arz edici kuruluşlar olduğu gibi, başta kredi müşterileri ve mevduat sahiplerine güven vermesi beklenen, risk ve likidite yönetimini sağlayan bilgi üreten finansal aracılardır. Dolayısıyla bankalar yalnızca mali aracılar olmayıp piyasadaki bilgi asimetrisini azaltabilen bilgi aracılarıdır da. Bankaların, likidite ve risk dönüştürücü kabiliyetleriyle kendi başlarına özellikle kredi ve mevduat yaratma konusundaki kapasiteleri çok açıktır. İlk etapta mevduata ihtiyaç duymadan kendi imkânlarıyla kredi vermesi ve daha sonra yeni mevduat yaratması mümkündür. Ancak bir bankanın saygın bir kurum olarak piyasada güven kazanması ve faaliyetlerinde belli bir hacme ulaşması kolay değildir.*  

Bir bankanın daha en başta bankacılık lisansını alması, piyasada belirli bir ağırlığa ulaşması ve müşteri profilini genişletmesi bir anda olamayacaktır. Mesela krediyle hiçbir doğrudan veya dolaylı ilişkisi olmayan mudilerin istikrarlı fonları ve fonlaması özellikle erken dönemlerde bankalar için son derece önemlidir. Dolayısıyla tarihsel olarak kredinin mevduattan daha önce ortaya çıktığı ve bir bankacılık işlemi olarak kredinin mevduat meydana getirdiği rahatlıkla söylenebilecektir ama mevzu çok fazla basite indirgenecek gibi değildir. Bir kere bankaların kredi kullandırımları sonucu ortaya çıkan mevduat anlık bir varlıktır. Bu anlık parasal varlığın banka bilançosunda idamesi ancak banka aktifinin istikrarlı fonlanmasına bağlıdır. Bu noktada, kredi üretimine bağlı olmayan önceki ve başka mevduatlar, bankaların diğer finansal kuruluşlardan ve merkez bankasından temin edeceği fonlama, likidite ve sair yabancı kaynaklar son derece önemlidir. Nitekim Basel III kurallarıyla birlikte bankacılığın en önemli yasal rasyolarından biri Net İstikrarlı Fonlama Oranı olmuştur. Böylelikle bankaların uzun vadeli aktiflerini fonlayabilecek istikrarlı kaynaklarının olması gerekli görülmüştür. Zira burada kritik noktalardan biri krediden meydana gelen anlık mevduatın uzun vadeli sürdürülebilirliği ve istikrarlı bir şekilde fonlanmasıdır.    

Literatürde bankacılığın parasal boyutuna ilişkin Bankacılığın Kredi Yaratma Teorisi, Kısmi Rezerv Teorisi ve Finansal Aracılık Teorisi şeklinde üç teoriden bahsedilmektedir. Son 150-200 yıllık zaman zarfında, parasal görüş olarak bu üç teorinin her biri zaman zaman öne çıkmakla birlikte egemen görüşün büyük oranda bankaların çok önemli finansal aracılar olarak kısmi rezerv yaklaşımı ile kaydi para ürettikleri şeklinde olduğu da dile getirilmektedir. Finansal aracılık fon arz edenler ile fon talep edenler arasında bir tür köprü olmaya işaret etmektedir. Kısmi rezerv yaklaşımı, bankaların topladıkları bütün mevduatı kredi olarak kullandıramadıklarını, bir kısmını zorunlu olarak veya likidite kaygısıyla merkez bankasına yatırdıkları, dolayısıyla para çoğaltanının bu kısmi oran kadar daha az etkili olabilmesini ima etmektedir. Kredi Yaratma Teorisi ise hem bankaların finansal aracılık fonksiyonuna hem de kısmi rezerv yönetimi ile çalışan para çarpanına karşı çıkarak bankaların yeni kredi açmak için illa mevduata ihtiyaç duymadıklarını, bilakis mevduatın yeni açılan kredilerin bir neticesi olduğunu belirterek bankaların en önemli vasfının kredi üretim fonksiyonları olduğunu ileri sürmektedir.**

Geleneksel finansal aracılık bakış açısı bankaları, mevduat kabul eden ve bu kabul ettiği mevduat ile kredi kullandıran kurumlar şeklinde nitelerken Kredi Yaratma Teorisi bankaların kendi başına para üretim süreciyle finansmanda bulunduğunu, finansal aracılık yaklaşımının iddiasının aksine bankaların birer ödeştirme veya takas kurumları olmadığı ve parasal kuruluşlar olduğunu vurgulamaktadır. Dolayısıyla kredilerin kaynağı tasarruflar olmayıp bankaların kredi finansman, yani para üretim sürecinin bir neticesi, tasarruflar ise bir öncül değil, bizatihi kredilendirmenin bir sonucu olarak meydana gelmektedir. Bankaların kredi açma eğilimlerini ve imkânlarını, dışsal olarak belirlenen rezervler veya mevduatlar belirlememekte, sadece bankaların kârlılık ve mali yeterlilik gibi kaygıları ile düzenlemeler sınırlandırmaktadır. Bu nedenle teknik olarak kredi ve mevduat stoku için bir sınırdan bahsedilemeyecektir. Mevduatın, yalnızca birer yükümlülük olarak bankaların hangi müşterilerine ne kadar borcu olduğunu gösteren kayıtlar olduğu ve yeni mevduat oluşturan esas unsurun yeni kredi açılması olduğu belirtilmektedir.

Kredi yaratma yaklaşımına göre, bankalar özünde kendi bilançoları aracılığıyla sağladıkları finansman olanaklarıyla satın alma gücü meydana getirmektedir. Bu satın alma gücünü meydana getirirken karşı karşıya oldukları en önemli kısıt, temel ekonomik parametrelerden hareketle beklenen kâr hedefleridir. Merkez bankalarının rezerv politika ve olanaklarından ziyade politika faizi ve diğer yasal yükümlülükler kredi hacminin belirlenmesinde kısmen daha etkili olabilmektedir. Bankaların yeni kredi üretimi konusundaki temel kısıtları mevduat veya serbest rezervleri değildir. Bilhassa bankalara yönelik sermaye ve likidite düzenlemeleri, kredi büyümesi konusunda en önemli sınırlayıcı faktörler olarak görülebilir. Bu nedenle günümüzde bankacılık, basit bir finansal aracılık faaliyetinin çok ötesinde bizatihi kredi finansman sürecinin bir sonucu olarak yeni mevduatlar üretmektedir. Ekonomik birimler için banka mevduatının likidite vasfından ziyade işlem tasarrufu boyutu daha fazla öne çıkmıştır. Bankalar, piyasa koşulları, düzenlemeler, sözleşmeler ve toplam risk dağılımı gibi içsel koşullar tarafından belirlenen bilançolara ve net değerlere sahiptir. Bankalar, kredi riski taşıyan birer kredi kurumu olarak genel fiyat değişimlerine de maruz kalmakta, müşteri ve risk algısına göre farklılaşan koşullarda yapılan kredi sözleşmeleri ile borç vermektedir. Bankalar, Basel kuralları tarafından çerçevesi çizilmiş düzenlemeler uyarınca, asgari sermaye ve ilave sermaye tamponu yükümlülüklerine tabi olarak çalışmak zorundadır.  Bankaların kredi açmalarının önündeki temel sınırlar, kendi risk yönetim politika ve süreçleri ile kamunun sermaye yeterliliği ve diğer düzenlemeleridir.   

Bankacılığa ilişkin bütün bu teorik izahlardan azade, bankalar, başlangıçtan itibaren kârlılık ve ihtiyatlılık saiklerinin çatışmasıyla ayakta durmaktadırlar. Likidite yönetimi ve rekabet bankacılığın en önemli alametifarikası olarak hep var olagelmiştir. Fakat bilhassa 1988 yılında uygulamaya geçen Basel I bankacılık kurallarından sonra, bankacılığın, banka yönetiminin ve aktif yapısının önemli bir dönüşüme uğradığı da söylenmektedir. Basel kurallarının banka aktiflerini riskliliklerine göre ayrımlayıp farklı özkaynak yeterliliği koşullarına bağlaması, bankaların finansal varlıklara ilişkin bakış açısını ve onların sınıflandırılmalarını ciddi biçimde değiştirmiştir. Dolayısıyla karmaşık türev ürünleri ve menkul kıymetleştirme gibi mevcut riskleri gizlemeye ve daha riskli araçlara yönelmeye dönük faaliyetler artış kaydetmiştir. Bankacılık sistemi teknolojik olanakların da gelişmesiyle hızlı bir değişim ve dönüşüm geçirmektedir. Buna karşılık likidite bankalar için her zaman çok önemli olmuş, istikrarlı fonlama kaynaklarına ulaşmak her daim temel bir meseledir. Ayrıca kredilendirmede sorumlu ve ihtiyatlı davranmak bir bankacılık pratiği olarak daima dikkat edilmesi gereken çok ciddi bir husustur.

Öte yandan mevduatı yalnızca kredi mekanizmasıyla ilişkilendirip onu bütünüyle pasifize etmek veya tek başına etkisizleştirmek çok sağlıklı bir bakış açısı değildir. Bankalar, müşterilerine kredi kullandırdığında veya varlıklarını satın aldığında, genellikle yapılan ilk işlem o müşteri adına mevduat hesabı açmak veya mevcut hesabına para transfer etmektir. Müşterinin kredi kullandığı bankadan parasını nakit çekmesi veya başka banka hesabına transfer etmesi ilk etapta mevduat yoluyla para arzını artırmamaktaymış gibi gözükebilmektedir. Ancak bankacılık sektörünü bir bütün olarak düşünüldüğünde, transfer olarak başka bankaya giden para zaten yine mevduata dönüşmekte, nakit olarak çekilen paranın ise ya doğrudan ya da başka harcama ve ödeme işlemleri dolayısıyla tekrar bankacılık sistemine dâhil olacağı kuvvetle muhtemeldir. Yüksek miktardaki nakit paranın belli kişiler elinde tutulması yerine güvenlik, getiri veya borç ödeme gibi saiklerle tekrar bankacılık sistemine dönmesi daha makul ve normal bir beklentidir. Dolayısıyla bankalar tarafından bir kez kredi şeklinde kullandırılan paranın, bir miktar nakit ve rezerv kaybı olması da muhtemelken mevduata dönüşmesi gayet doğaldır. Bu noktada, bankalar ve yeni mevduat oluşumu için nakit ve rezerv kaybının önemine de dikkat etmek gerekebilir. 

Günümüzde yeni mevduat oluşum süreci için kısıt daha çok merkez bankaları veya diğer düzenleyici ve denetleyici kurumlar tarafında bankaların kredi kullandırımlarının makro ihtiyati de denilen sermaye yeterliliği veya doğrudan veyahut kısıtlayıcı kredi karşılık ve sair politikaları ile sınırlandırılmasıdır. Ayrıca muazzam bir hız kazanan bilgi teknolojilerinin etkisiyle gelişen finansal yenilikler ve yeni finansal kurumlar konusundaki büyük dönüşüm, bazı kredileri ve kredi türevi şeklindeki finansal ürünleri mevduatın çok ötesinde geliştirebilmektedir. Merkez bankalarının, mevduat üzerindeki rezerv sınırlamaları, günümüzde bankaların kaynak bulma ve kredi kullandırım konusundaki istek ve kabiliyetini her zaman tam olarak kontrol edemeyebilecektir. Bu sebeple ilave olarak farklı bankacılık düzenleme araçları vasıtasıyla daha doğrudan ve sert özkaynak ve kredi kural ve kısıtları getirilebilmektedir. Böylelikle, bankaların tekil veya sektörel kâr güdüsüyle hareket edip aşırı kredi genişlemesine yol açarak ekonomik hassasiyetleri artırmalarının engellenmesi hedeflenebilmektedir. Yeni kredilerin açılmasının sınırlandırılması yeni mevduat oluşumunun da sekteye uğramasına neden olacağından para arzının seyri yönünden önem taşıyabilmektedir.  

Dikkat edileceği üzere, kaydi paranın oluşum sürecinde ticari bankaların çok hayati bir rolü bulunmaktadır. Fakat ticari bankaların kaydi para üretme kapasitesinin sınırsız olmadığı da dikkatlerden kaçmamalıdır. Zira bankaların, kredi kullandırma konusunda, rekabet, kârlılık baskısı, artan kredi riski, kredi ve diğer düzenlemelere uymak gibi önemli kısıtlar ile karşı karşıya olduğu açıktır. Ayrıca, kredi müşterilerinin kredi kullanımındaki gönülsüzlükleri veya erken kredi kapamaları ile piyasa faiz oranlarındaki değişiklikler potansiyel ve mevcut kredilerin açılmasını ve ödenmesini etkileyen diğer faktörlerdir. Dolayısıyla bu tür kısıtların ve dışsal unsurların geniş para arzını sınırlandırması her zaman ihtimal dâhilindedir. Fakat bankaların yalnızca finansal aracılar olmadığı, yeni kredilerin de en az dışsal mevduat kadar para arzı için önemli olduğu konularında kredi yaratım yaklaşımı haklı olmakla birlikte başta hane halkının mevduat oluşum sürecindeki rolünün ve mevduatın kendi başına dahi önemli bir istikrarlı fon kaynağı olmasının da göz ardı edilmemesi gerekmektedir. İstikrarlı mevduatlar bankalar için her zaman ve tek başına dahi çok önemli bir fon kaynağıdır. 

Sonuç olarak modern para ve para arzının karmaşık ve oldukça değişken kavram ve parametreler olduğu söylenebilir. Evet, kredi mevduat yaratmaktadır ancak mevduatlar sadece kredilerden kaynaklanmamaktadır. Bu nedenle para arzının kaynağı ve yönü konusunda kesin ve net görüşlere temkinli yaklaşılmalıdır. Gerçi bu yaklaşım belki her alan için geçerlidir ama mevduat, kredi ve para arzı arasındaki ilişki özelinde de söylenebilir. Para arzı, mevduat ve kredi arasında birbirine bağlı ve karmaşık bir ilişkinin varlığından söz edilebilir.*** 

*Tiryaki, G. (2024). Paranın Gelişimi ve Geleceği, TBB Bankacılar Dergisi, 128, 69-84.

**Tiryaki, G. (2016). Para Finansın Dönüşümü, 1. Baskı, Ocak 2016, 237, Efil Yayınevi.

***Tiryaki, G., Hasanov, M. (2022.) Do Credits Affect Money Supply and Deposits, or Vice Versa, or Interconnected?, BDDK Bankacılık ve Finansal Piyasalar Dergisi, 16(2), 217-245.

Tüm yazılarını göster