Politik iktisadın geri dönüşü

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Dünya ekonomisi 1980’lere geri döndü. Birçok ülkede enflasyon oranı son kırk yılın üzerine çıktı. Batı yakası ülkeleri (ABD; İngiltere, Avrupa ülkeleri) artık enflasyona razı; “yeter ki stagflasyona yani durgunluk içinde enflasyona dönüşmesin” derdindeler. Enflasyon, var olan tedarik zinciri sorunu çözülürse ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali durdurulursa hız kesecek. Ancak gelir ve servet eşitsizliği, aşırı borç yükü gibi atalet kazanmış sorunlar devam edecek. Çünkü mevcut sistem ve sisteme dayanak olan Ortodoks iktisat, sorunları piyasa çözer nakaratına devam ediyor.

Aslında çözümsüzlüğün nedeni daha baştan iktisat nedir sorusuna verilen yanıtta gizli. Tarihsel gelişimi içinde Adam Smith, David Ricardo’nun serbest piyasa kavramını alıp emek-değer yasasını geri plana iten Neoklasik iktisat, yani günümüzde daha çok çok kullanılan ismi ile Ortodoks iktisadın tanımı ile iktisat, kıt kaynakların etkin ve tam kullanımını araştıran bilim dalıdır. Politik iktisada göre ise iktisat, insanların birbiriyle ya da doğa ile ilişkisini inceler.

Her arz kendi talebini yaratır

Politik iktisat kavramı ilk olarak Fransız iktisatçı Antoine de Montchrétien tarafından 1615 yılında yazılan “Traicté de l’économie politique”te kullanıldı. İktisada bu şekilde bakanların bir kısmı Liberal (A. Smith ve diğer klasik ve neoklasikler) bir kısmı Marksist bakış açısına sahip oldular. Sonuçta bu bakış açısı 20. yüzyılın başına değin sürdü. Özellikle Walras, J. B. Say’in meşhur tekerlemesi “her arz kendi talebini yaratır” düşüncesini matematiksel olarak dengeye oturturken, Neoklasik iktisat farklı bir bakış açısıyla gündemi yakalamaya çalıştıysa da, önce 1929 krizi, ardından Keynesyen iktisat politikalarının 1970’li yılların başına değin baskın olması, bunu engelledi. Doğu blokunun yıkılması ile esen özgürlük havası ve liberalizmin tahtına yeniden kurulmasıyla yaklaşık 30 yıllık bir dönemde (1980-2008) Neoklasik (ya da moda adıyla yeni klasik makro iktisat) hemen tüm alanlara, iktisat politikalarından, iktisat eğitimine kadar tam bir egemenlik kurdu. Piyasa başarısızlıkları ise, devlete mal edildi.

Gelir ve servet eşitsizliği, borçlanma, iklim değişimi, yoksulluk vb. tüm iktisadi sorunlar piyasaya bırakıldı. Bu dönemde üniversitelerdeki eğitim de bu çerçevede yapılır oldu. İktisadın ancak matematik ve ekonometri ile bilim olma kimliğini kazanabileceği savı doktora programlarını şekillendirdi. Politik iktisadın buna karşı çıkan “İktisat; tarih, sosyoloji, siyaset gibi sosyal bilimlerle iç içe geçmiştir, bunlardan kopulamaz” gibi söylemleri görmezlikten gelindi.

2008 krizi iktisadı adeta inanç haline getiren Neoklasik iktisadı resmen ters yüz etti. Son politik iktisatçı Keynes, adeta yeniden dirildi. Sonuçta Keynes’in eksik istihdamından yola çıkılarak devletler ekonomiye müdahale etti. Sosyal programlar etkinleştirildi. İşsizliğin gönüllü olduğuna ilişkin Neoklasik okul savı çöpe gitti. Ülkeler istihdam yaratmaya girişti. Bu sayede ABD’de krizin başında yüzde 10’lara çıkan işsizlik iki yıl sonra yine yüzde 4-5 bandına geriledi. Bu politikaların sonunda artık “para politikası her şeydir” görüşü terk edildi diyebiliriz.

Türkiye bu süreçte Neoklasik iktisada adeta iman etti. Ekonominin başarılı olduğu dönem olarak gösterilen 2003- 2015 yıllarında özelleştirme, sektör ve şirket kollamalarla aksak bir liberalizm dönemi yaşadı. Örneğin temel girdi niteliğindeki elektik dağıtım ve üretimin özelleştirmesi ile sadece hanehalkı değil sanayici de yüksek fiyattan enerji kullanılır hale geldi.

Yok aslından birbirimizden farkımız ama biz

Son yirmi yılın ilk beş yılı sonrasında özelleştirme gelirleri ve borçlanmadaki artış ile kurlar sabit tutulurken enflasyon da aşağı çekildi. Bu dönemi; siyasetçiler, kimi iktisatçılar, çoğunlukla da iş dünyası altın yıllar olarak görse de aslında ülke kriz biriktiriyordu (dönemin ekonomi bakanı şimdilerde başka bir partide siyaset yapıyor ve aksak liberalizmi başarı diyerek satıyor).

AKP iktidara şimdiler de ekonomiye olmayacak yöntemlerle müdahale ederek seçime kadar en azından mevcut durumu korumaya çalışıyor. Bunu başarması mümkün olabilir, ancak sürdürülebilirliği yok. İlginç olan nokta ise iktidara gelme hedefi ile masa kuran siyasi partilerin mevcut modelden farklı bir düşünce içerisinde olmamaları. Bu savımı çok açmak istemiyorum. Çünkü siyaset konulara bulaşmak istemiyorum. Ancak partilerin programları web sayfalarında var, oradan okuyup karşılaştırma yapabilirsiniz. Göreceğiniz geçmiş zamanda bir bankanın adeta reklam spotu olacak, “yok aslından biri birimizden farkımız ama biz…….bankasıyız.”

Okuma Önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Sayı:140, Yeniden Politik İktisat Özel Sayısı, Haziran 2022.

Tüm yazılarını göster