İslam ülkeleri havanda su dövmeyi sürdürüyor

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Geçen hafta Gambiya’nın başkenti Banjul'da İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) 15. zirvesi toplandı. Zirve sonrası sonuç bildirgesine baktığımız yine “havanda su dövüldüğünü” gördük. 57 üyesi bulan İİT, Filistin’e yaptırım konusunda bile dişe dokunur karar alamadı.

İslam ülkelerinin Filistin’de süren savaşta pasif davranmalarının altında iki neden bulunmakta. Bunlardan ilki özellikle Arap ülkelerinin Filistinlilere bakışının olumlu olmaması. Bunun temelinde de 1967 Savaşı sonrasında yaşananlar yatmakta. Örneğin Ürdün ve Lübnan Filistinli mültecilerden ve silahlı güçlerinden geçmişte çok çektiler. İkinci neden ise küresel ölçekte İslam ülkelerinin iktisadi ve politik güçsüzlüğü.

İİT’nın hazırladığı 2023 yılı ekonomi raporuna göre İslam ülkelerinin 2022 yılı itibari ile dünya GSYH’si içindeki payı yüzde 8,3, gelişmekte olan ülkeler içindeki payı ise yüzde 19,5. İslam ülkelerinin dünya nüfusu içindeki payı ise yüzde 25 düzeyinde. İİT’ye üye ülkelerde ortalama kişi başına GSYH 2022 itibari ile 4 bin 581 dolar iken İİT üyesi olmayan gelişmekte olan ülkelerde bu rakam 7.076 dolar, gelişmiş ülkelerde 53 bin 84 dolar, dünya ortalaması ise 12 bin 884 dolar.

İİT ülkelerin bir kısmı dünya petrol ve doğal gaz deposu. Bu ülkeleri dışarı bırakırsak İslam ülkelerinin aynı zamanda yoksul ülkeler olduğunu söyleyebiliriz. Düşük kişi başına GSYH’nin yanında İslam ülkeleri aynı zamanda gelir dağılımının da bozuk olduğu ülkeler.

Elde edilen GSYH düşük (yani gelir pastası), bunun yanında elde edilen GSYH adil dağıtılmadığı için (pastanın dilimleri kimleri için kalın, kimileri için zar gibi olduğundan) bu ülkelerde sürekli yoksulluk- açlık çekilmekte, bu da iç çatışmaları artırmakta. Gözünüzün önüne İslam ülkeleri coğrafyasını getirin. Hemen hemen hiçbirinde huzur yok. Bırakın tüm İİT ülkelerini düşünmeyi hemen yanımızdaki Ortadoğu ülkelerine bakın hepsinde bir fiil silahlı çatışma var.  Bundan dolayı da siyasal İslamcılarca idare edilen ülkelerin yurttaşları yurtdışına özellikle de batılı ülkelere kaçmakta. Aslında sınırlar açık olsa İslam ülkeleri boşalır, hemen herkes soluğu batı ülkelerinde alır.

Peki, neden İslam ülkeleri yoksul? Neden İslam ülkelerinin hiçbirinde kusursuz demokrasi yok? Neden İslam ülkeleri otoriter ya da en fazla melez demokrasilerce (Türkiye gibi) idare edilmekte?

Bu soruların tümüne kısa bir yanıt vermek mümkün. İslam ülkelerin önemli bir kısmı hala hanedanlarca yönetiliyor. Bu ülkeler laik olmadıkları için din siyasal bir meta haline gelmekte, siyasal İslamcılar da bunu kullanarak ülke yönetimlerine egemen olmakta.

Antik Yunan döneminden bu yana demokrasinin ne olduğunu şöyle böyle biliyoruz. O günlerden bu yana baktığımızda hiçbir dinin demokrasi ile barışık olmadığını görmekteyiz (Ülkemizde de siyasal İslamcılar demokrasiyi hedefe ulaşınca kadar binilecek tren olarak gördüklerini meydanlarda dile getirmişlerdi/getirmekteler). Bundan dolayı uzun ve karanlık orta çağ sonrası batılı ülkeler Rönesans sonrası laikliği rejimlerinin temeli yapmaya çalıştı. Bu süreç elbette kanlı ve zor geçti, fakat başardılar.

İslam ülkelerin bazıları laiklikle tanışmak isteseler de bunu başaramadılar. Sınıf atlamaya çalışan ülkeler oldu. Cezayir, Tunus, Şah döneminde İran denedi. Olmadı. Demokrasiyi laiklik sayesinde büyük ölçüde içine sindiren tek ülke Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sayesinde Türkiye oldu. Bundan dolayı da Türkiye İslam ülkeleri içinde petrol, doğalgaz gibi fosil yakıt rezervlerine sahip olmamasına rağmen ekonomisi en iyi durumda olan ülke, tam demokrasiye en yakın ülke. Elbette Türkiye’nin de yüzyıllık tarihinde tökezlediği yıllar oldu. Bu yıllar atlatıldı. Yakın dönemde yaşadıklarımızdan da kurtulacağımızın işareti 31 Mart seçimlerinde verildi.

Okuma önerisi: Timur Kuran, İslam ve Ekonomik Azgelişmişlik.

Tüm yazılarını göster