Sanat eseri hisse senedi değildir

Gila BENMAYOR Nasıl Bir Sanat?

Türkiye’nin ilk çağdaş müzesi Elgiz Müzesi’nin kurucuları koleksiyoner çift Sevda ve Can Elgiz… Son olarak ‘Bir Zamanlar Denizin Olduğu Yer/ Dove Una Volta C’era Il Mare’ sergisine ev sahipliği yapan müzenin kurucularından Can Elgiz,“Sanatseverlik sadece satın almak değil, eserleri görünür kılmaktır” diyor…

Geçtiğimiz cumartesi günü Elgiz Müzesi’nde açılan ve 4 Mayıs’a kadar devam edecek olan serginin başlığı iki dilde; Türkçe ve İtalyanca.

‘Bir Zamanlar Denizin Olduğu Yer/ Dove Una Volta C’era Il Mare’.

İtalya’nın Türkiye Büyükelçisi Giorgio Marrapodi’nin de açılışında hazır bulunduğu, İtalyan Kültür Merkezi’nin iş birliğiyle düzenlenen serginin esin kaynağı İtalyan Alpleri’ndeki Dolomitler Bölgesi.

2009 yılından bu yana Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Dolomitler, 250 milyon yıl önce denizin çekilmesiyle ortaya çıkan, renklerini mercan resiflerinden pembemsi sarp kaya oluşumları.

Bu bölgede yaşayan 11 sanatçının eserlerine yer veren sergi, küratör Lisa Trockner’e göre, geçmişin doğa değişimlerinden ilham alarak günümüz gerçeklerini mercek altına alıyor.

Sergiyi birlikte gezdiğim, Avusturya kökenli küratör ve sanat tarihçisi Trockner, sanatın sadece estetik bir deneyim olmanın ötesinde insanın doğayla ilişkisini anlaması ve doğayı koruması için bir araç olacağına inanmış biri.

Böylesine ilginç bir sergiye ev sahipliği yapan, Türkiye’nin ilk çağdaş müzesi Elgiz Müzesi’nin kurucuları koleksiyoner çift Sevda ve Can Elgiz ile sergi vesilesiyle bir söyleşi yapmayı planlamıştım.

Ne ki, serginin yoğunluğu, İtalyan misafirleri ağırlamak derken planım suya düştü.

Sergi sonrası sorularımı Elgiz çiftine yazılı olarak ilettim.

YOLU AÇTIK ARKAMIZDAN GELDİLER

Koleksiyonerliğe ne zaman ve nasıl başladınız?

Çağdaş sanat serüvenimiz 1980’de yıllarda başladı. Hoşumuza giden eserleri almaya satın almaya başladık. Merakımızın nereden geldiği sorulur öncelikle. Mimarlık eğitimimin bunda büyük payı olduğunu söylerim. İTÜ’de o dönemlerde güçlü bir sanat eğitimi verilirdi. Berlin Teknik Üniversite profesörlerinden Heykeltraş Erich Reuter bize heykel yaptırırdı. Heykeltraş Yavuz Görey, ressam Ercüment Kalmık ve Şadan Bezeyiş hocalarımızdı. Sabahattin Eyüpoğlu’ndan sanat tarihini, Doğan Kuban’dan mimarlığın inceliklerini öğrendim. Sanata benim gibi düşkün olan eşim Sevda ve küçük çocuklarımızla pazar günleri sergi ve galeri gezmeye giderdik. Zaman içinde sanat gezmelerine yurt dışı uluslararası fuarlar da katıldı.

Türkiye’nin ilk çağdaş müzesini kurmanıza koleksiyonunuz mu yol açtı? Müze kurma sürecini kısaca anlatır mısınız?

90’lı yılların başında uluslararası fuar gezmelerinde müzeci ve koleksiyonerlerle tanıştık. Onlardan bir koleksiyonun paylaşılması gerektiğini öğrendik. Sanatın satın alınmasıyla birlikte onun görünür kılınması gerektiğine inandık. Memlekette çağdaş sanat müzesi eksikliğini fark ederek önümüze bir hedef koyduk. İşte o günlerde Vasıf Kortun ile tanıştık. Türkiye’de güncel sanatın öncüsü ve bugün dahi bu konuda bu denli bilgili birini tanımıyorum. Çok yetenekli genç sanatçılarla onun aracılığıyla tanıştık. Bu sanatçılarla halka açık sergiler düzenleyerek, güncel sanatı topluma yayma gibi bir proje başlattık. İnşaat sektöründe olduğum için mekân sıkıntısı yoktu. Nitekim 2001 yılında Levent’te Proje4L hayata geçti. Vasıf Kortun kurucu direktör olarak önemli etkinliklere imza attı.

Önce Levent ardından Maslak. Proje4L ve Elgiz Müzesi’nin İstanbul’un merkezinde olmaması gibi bir zorlukla nasıl baş etmeyi nasıl başardınız? Müzeyi açtığınız zaman metro dahi olmadığını düşünürsek hayli cesur bir adım olmuş…

Doğru o yıllarda Beyoğlu popülerdi. Ünlü İngiliz sanatçı Tracy Emin Beyoğlu’nda bir sergi açmıştı. Sergi mekânının önünden binlerce kişi geçtiği halde kimsenin içeri girmemesinden şikâyet etmişti.  Dolayısıyla kanımca insanların sanat sevgisi yakınlıkla, uzaklıkla bağlantılı değil. 2001 yılında Levent’te metro da, Kanyon da yoktu ama bizim kararlılığımız vardı. Maslak’a geçtiğimizde metro bizden sonra geldi.

Proje4L nasıl Elgiz Müzesi’ne dönüştü?

Levent’teki mekânı Vasıf Kortun ile birlikte tasarlamıştık. Birkaç yıl orada sergiler düzenledik. Güncel sanatçıları hem yurt içinde hem yurt dışında tanıtabilmek için projeler yaptık. Bugünün pek çok ünlü sanatçılarının ilk kez sergi düzenlediği mekân olduk. Kataloglarını hazırlayarak sanat yolculuklarına destek olduk. Misyonumuz anlaşılır ve paylaşılır hale geldikten sonra koleksiyonumuzu göstermeye karar verdik. Levent’ten ayrılarak daha iyi imkanlara sahip olan Maslak’taki yerimize geçtik.

İki kurumla ile şüphesiz çağdaş sanatın halka açılmasında öncüsünüz. Bunun İstanbul’a ne gibi bir katkısı oldu?

O dönemde çağdaş sanatın sergilenme alanı yoktu. Galeriler ticari alanlardır ve satılabilir olmayan eserlere yer vermezler. Bizim amacımız galerilerde sergilenme imkâanı olmayan genç yetenekleri yer açmaktı. İşin ticari tarafında değildik eserlerin sanatsal değerine bakıyorduk. Dediğim gibi Proje4L’de sergileri yer alan sanatçıların çoğu sonradan meşhur oldu, galeriler peşlerinden koşmaya başladı. Yolu biz açtık. Arkamızdan yeni koleksiyonerler, iş insanları kendi mekânlarını açmaya başladılar.

SİZDE ÇAĞDAŞ SANAT VAR MI?

Türkiye’de çağdaş sanatın geldiği nokta sizin gibi sanatseverleri mutlu ediyor mu?

İstanbul Bienali’nin ilk dönemlerinde yabancı koleksiyonerleri ağırlamak bize düşüyordu. O zamanlar ev sahipliği yapacak pek kimse yoktu. Sevda ile birlikte gururla evimizi, müzemizi gösteriyorduk, Türkiye’de gelişmekte olan çağdaş sanatı anlatıyorduk. Zira devamla “Sizde çağdaş sanat var mı?” sorusuna muhatap kalıyorduk. Çağdaş sanatımızı toplumu açık yerlerde göremedikleri için neler olup bittiğini bilmiyorlardı. Proje4L’yi açmamızın nedeni zaten Türkiye’de çağdaş sanat akımının ne denli güçlü ama görülemediğini kanıtlamaktı. Uluslararası sanata yön veren pek çok küratör, sanat tarihçi bize gelip konuşma yaptılar. Dinlemeye gelenler, bu isimleri takip edenler bu alanda nasıl bir potansiyele sahip olduğumuzu, gelişmeye nasıl açık olduğumuzu fark ettiler. O noktadan sonra zaten Türkiye'de çağdaş sanat çok daha hızlı gelişim gösterdi.

Genç sanatçıları desteklemek misyonunuz bugüne kadar devam ediyor sanırım?

Biz daima sanatseverliğin filantropi tarafında kaldık. Fazla medyatik olmadan, ülkede çağdaş sanata ivme kazandırmak için çalışmaya devam ediyoruz. Tarihte daima var olan, kar ve çıkar gözetmeden sanatçıları desteklemek ve görünürlük kazandırmak amacındaki mesenlik müessesine inanıyoruz. Bir nevi mesenlik yapıyoruz. Şimdi heykel sanatçılarına hamilik yapıyoruz. Bu sanatın hala destek ve ilgi gösterilmediği için terasımızda onlara sergi alanı açıyor, koleksiyonlara girmelerini destekliyoruz.

İstanbul Belediyesi’nin son dönemlerde sanat adına attığı adımları nasıl değerlendiriyorsunuz?  Tate Modern’in Feshane’ye gelmesi, Haliç Tersane’de İstanbul Sanat Müzesi’nin kurulması, Casa Botter’de Selma Gürbüz Sergisi’nin açılması gibi gelişmelerden söz ediyorum...

Çok takdir ediyoruz. Özellikle Feshane’nin dönüştürülmesini çok önemsiyoruz. Bu mekân İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapmıştı. Daha sonra belediyede yönetim değişince farklı amaçlarla kullanıldı. Tekrar çağdaş sanatın kullanımına açılması çok sevindirici. Feshane’ye ilginin büyük olmasından, sergilerin uluslararası ve çağdaş nitelikte olmasından mutluluk duyuyoruz.

SEÇKİLERİMİZ KİMLİĞİMİZİN TEMSİLCİSİ

Geçenlerde konuştuğum Agah Uğur koleksiyonerliğin yatırım aracı olamayacağını söylemişti. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Agah Uğur’un bu tespitine katılıyorum. Sanat alıcılarını üç grupta tanımlayabilirim. Birinci grupta sanatseverler. Ailem örneğin koleksiyoner değildi ama sanatseverdi. Yani arada bir eser satın alır. Duvarda kalırdı üç, dört yıl. İkinci grupta gerçek koleksiyonerler var. Aldığı eserin yarın kaç para edeceğini hesap etmeden alır. Yani borsa kağıdı gibi asla değil. Üçüncü gruptakiler yarın fiyatı artacak diye eser alırlar. Bunlar sanat yatırımcısı bile denmez sanat esnafı denir. Gerçek koleksiyoner beğendiği işi alır. İleride hangi fiyata satılacağı öngörüsünü yapmaya ihtiyaç duymaz.

Peki, Koleksiyonunuzu nasıl oluşturdunuz?

Koleksiyonumuzu sergilemeye başladıktan sonra herhangi bir serginin parçası olsun diye eser almadık. Bizim koleksiyonumuz eklektiktir. Sanatçıların belli dönemlerini alma amacında değiliz. Eğitici, belgeleyici ya ta ticari amacımız yok. Sevdiğimiz, beğendiğimiz eserleri alıyoruz. Neticede seçkilerimiz bizim hayata bakışımızı, yaşam tarzımızı, kimliğimizi temsil ediyor.

Elgiz çifti olarak uluslararası sanat camiasında oldukça etkinsiniz. Sevda Elgiz’in en son kazandığı

Elgiz çifti olarak uluslararası sa nat camiasında oldukça etkinsiniz. Sevda Elgiz’in en son kazandığı ödül dahil çok sayıda ödülünüz var.

Sanat merakımız ve sanatın gelişimine verdiğimiz destek elbet ödülsüz kalmadı. Aldığımız her ödül bizi daha çok motive etti. İlk gittiğimiz uluslararası fuar İspanya’daki Arco Madrid idi.

O dönemde yabancı eser alan ilk koleksiyonerlerdik. Arco Koleksiyonerlik ödülü aldık. Fuarın Uluslararası Koleksiyoner Konseyi üyeliğimiz devam ediyor. Londra merkezli Global Private Museum Owner Derneği kurucu üyesiyiz. Uluslararası koleksiyonerler ve müze sahipleri platformlarında oldukça faaliz. Dediğiniz gibi en son eşim Sevda, sanatı ve özellikle kadın sanatçıları destekleme faaliyetlerimizden ötürü Dubai merkezli Mia Art Collection Vakfı’nın ödülüne layık görüldük.

Kadınların Göç Hafızası sergisi Depo’da…

Günümüzün en büyük meselesi göçü, Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyeli ve İranlı kadın sanatçılar gözünden görmek istiyorsanız adres Karaköy’deki Depo İstanbul. 6 Nisan tarihine kadar açık olan sergi, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEMBMV) tarafından yürütülen ‘Ötekinin Hafızası’ projesinin kapsamında hayata geçti. ‘Kadınların Göç Hafızası’ ülkelerindeki savaşlardan, otoriter rejimlerin baskılarından kaçarak Türkiye’ye sığınan 5 göçmen kadın sanatçının; Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarkaji’nin sanatsal üretimlerini kapsıyor. Avrupa Birliği’nin de desteğini alan serginin küratörü Bilgi Merkezi Vakfı yönetim kurulu üyesi   Nilgün Kıvırcık.

Tüm yazılarını göster