Tarım ekonomisi: Geriliyor mu, dönüşüyor mu?

ELİF ALTINDAĞ ŞENSES elifa@nb.com.tr

Türkiye’nin tarım sektörü, tarihsel olarak ekonominin bel kemiği ve kırsal istihdamın ana kaynağıydı. Ancak son 20 yılda sanayileşme, hizmet sektörünün büyümesi, kırsaldan kente göç ve iklim değişikliği gibi faktörlerle tarımın ekonomideki payı giderek azaldı. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2025 itibarıyla tarımın GSYH içindeki payı yüzde 5’in altına gerilemiş durumda. Bu, hem üretim hacminin düştüğüne hem de tarımın ekonomik ağırlığının zayıfladığına işaret ediyor. Ancak aynı zamanda bu alanın dönüşmekte olduğu ve klasik üretim yapılarının yerini yeni modellerin almaya başladığı da görülüyor.

Tarım sektörünün yaşadığı temel sorunların başında verimlilik düşüklüğü geliyor. Küçük ölçekli üretim, dağınık arazi yapısı, yaşlanan çiftçi profili ve modern tarım teknolojilerine erişim eksikliği, Türkiye tarımının rekabet gücünü sınırlıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre Türkiye’de ortalama işletme büyüklüğü 6 hektarın altında. Bu rakam, AB ortalamasının oldukça gerisinde. Ayrıca çiftçilerin ortalama yaşı 55’in üzerinde; genç nüfus ise tarımı ekonomik olarak cazip bir alan olarak görmüyor.

2025’e gelindiğinde bu yapısal sorunların üzerine iklim krizi ve artan girdi maliyetleri de eklendi. Mazot, gübre, ilaç ve yem fiyatlarındaki artış, üreticinin maliyetlerini yükseltirken kârlılığı düşürdü. Son iki yılda tarımsal üretim yapan işletmelerin yaklaşık yüzde 18’i faaliyetlerini durdurdu veya ara verdi. Bu durum, temel ürünlerde arzın daralmasına ve fiyatların hızla artmasına yol açtı. Gıda enflasyonunun genel enflasyondan daha hızlı seyretmesinin altında da bu dinamikler yatıyor.

Ancak tarım sektörü yalnızca küçülen değil, aynı zamanda dönüşen bir alan. Organik tarım, iyi tarım uygulamaları, sözleşmeli üretim ve dijital tarım teknolojileri gibi yeni eğilimler, bu dönüşümün öncüsü konumunda. Özellikle büyük perakende zincirlerinin ve ihracatçı firmaların sözleşmeli çiftçilik modellerini yaygınlaştırması, üretim planlaması ve kalite kontrol açısından olumlu sonuçlar doğuruyor. Yine de bu sistemin küçük üreticiler için kapsayıcı hale getirilmesi önemli bir mesele olarak duruyor.

İklim değişikliği, kuraklık ve su kaynaklarındaki azalma da tarım politikalarında daha radikal adımlar atılmasını zorunlu kılıyor. Tarımsal sulamanın modernize edilmesi, suya dayalı ürün desenlerinin yeniden planlanması ve kuraklığa dayanıklı tohumların teşviki gibi stratejiler 2025 yılı itibarıyla politika belgelerinde yer alsa da, uygulamada yeterli yaygınlığa ulaşmış değil. Aynı şekilde, tarım sigortası ve afet desteği gibi mekanizmaların da küçük üreticiye hızlı ve etkili biçimde ulaşması hâlâ sınırlı.

Dış ticaret açısından bakıldığında ise, Türkiye hem önemli bir tarımsal ihracatçı hem de ithalatçı konumunda. Fındık, incir, üzüm gibi geleneksel ürünlerde dünya pazarında güçlü bir yer edinmiş durumda. Ancak bu başarı, temel gıda ürünlerinde dışa bağımlılığı gölgeleyemiyor. 2024–2025 döneminde özellikle ayçiçek yağı, buğday ve yem hammaddelerinde yoğun ithalat yapıldı. Bu durum, gıda arz güvenliği ve fiyat istikrarı açısından stratejik riskler doğuruyor.

Tarım sektörü Türkiye için sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve çevresel bir alan. Kırsalda yaşamın sürdürülebilirliği, gıda güvenliği, doğal kaynakların korunması ve yerli üretimin devamlılığı açısından tarım politikalarının sadece desteklemeye değil, yönlendirmeye ve yeniden yapılandırmaya da odaklanması gerekiyor. Türkiye’de tarım geriliyor gibi görünse de, dönüşümün yönü doğru kurgulanırsa bu alan yeniden stratejik bir güç haline gelebilir.

Tüm yazılarını göster