Türkiye’de enerjide dönüşümü gerçekleştiriyor mu?

ELİF ALTINDAĞ ŞENSES elifa@nb.com.tr

Enerji, 21. yüzyılda sadece bir kalkınma meselesi değil; aynı zamanda dışa bağımlılık, iklim krizi ve jeopolitik rekabetin tam merkezinde yer alan bir stratejik unsur. Türkiye de bu dönüşüm denkleminde kritik bir noktada duruyor. Hem yüksek enerji talebi hem de dışa bağımlı yapısı nedeniyle enerji politikaları, ekonomiden dış politikaya kadar birçok alanda belirleyici hale gelmiş durumda. 2025 yılı itibarıyla Türkiye, bir yandan yenilenebilir enerji yatırımlarını artırırken, diğer yandan hâlâ doğalgaz ve kömüre dayalı bir sistemin ağırlığını taşımaya devam ediyor. Bu da enerji dönüşümünün niyetle değil, yapıyla sınandığını gösteriyor.

Türkiye’nin enerji talebi son 20 yılda iki katına çıktı. Elektrik tüketimi 2024 sonunda 360 teravatsaat (TWh) seviyesine ulaşırken, bu talebin büyük bölümü sanayi, konut ve ulaşım sektörlerinden geldi. 2025 itibarıyla toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 43’ü yenilenebilir kaynaklardan (hidro, güneş, rüzgar, jeotermal) sağlanıyor. Bu oran, birçok gelişmiş ülkenin üzerinde. Ancak enerji üretiminde doğalgazın payı hâlâ yüzde 25 seviyelerinde ve bu kaynağın neredeyse tamamı ithal ediliyor. Bu durum, döviz kuru dalgalanmalarının ve jeopolitik krizlerin enerji maliyetleri üzerindeki etkisini artırıyor.

Yenilenebilir enerji yatırımları açısından Türkiye son yıllarda özellikle güneş ve rüzgar enerjisinde önemli adımlar attı. 2024 yılında devreye giren YEKA (Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları) projeleri sayesinde güneş enerjisi kapasitesi 12 GW’a, rüzgar ise 13 GW’a ulaştı. Ancak bu yatırımların sürdürülebilirliği, lisans süreçleri, bağlantı izinleri ve finansman modelleri gibi yapısal sorunlarla karşı karşıya. Küçük ve orta ölçekli yatırımcıların enerji sektörüne girişi hâlâ karmaşık bürokratik engellerle sınırlı.

Nükleer enerji de Türkiye'nin enerji stratejisinde giderek daha fazla yer kaplıyor. Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin ilk reaktörünün 2025 sonunda devreye alınması bekleniyor. Bu proje, hem teknik hem siyasi açılardan tartışmalı. Savunucularına göre Türkiye’nin enerji güvenliği için kritik bir adım; karşı çıkanlara göre ise dışa bağımlılığı farklı bir biçimde yeniden üretme riski taşıyor. Ayrıca nükleer atık yönetimi, afet riski ve şeffaflık sorunları, kamuoyunda tedirginlik yaratıyor.

Türkiye’nin enerji dönüşümünde asıl eksik olan unsur, enerjinin verimli kullanımı. Sanayide, ulaşımda ve konutlarda enerji tasarrufu potansiyeli yüksek olmasına rağmen bu alanda hâlâ yaygın bir dönüşüm gerçekleşmiş değil. Enerji verimliliği projeleri genellikle büyük ölçekli yatırımlarla sınırlı kalıyor; bireysel kullanıcılar ve küçük işletmeler bu süreçlere yeterince entegre olamıyor. Akıllı şebekeler, enerji yönetim sistemleri ve yeşil binalar gibi teknolojiler ise hâlâ niş uygulamalar düzeyinde.

Uluslararası gelişmeler ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi dış dinamikler de Türkiye’nin enerji politikalarını şekillendiriyor. Özellikle karbon vergisi, sürdürülebilirlik sertifikaları ve yeşil finansman mekanizmaları, ihracat yapan firmaları dönüşüme zorluyor. Ancak bu baskıya rağmen Türkiye’nin henüz net sıfır karbon hedefi için belirlenmiş bir takvimi bulunmuyor. 2025 itibarıyla bazı sektörlerde pilot uygulamalar başlasa da, bütüncül ve bağlayıcı bir karbon azaltım politikası eksik.

Sonuç olarak Türkiye’de enerji dönüşümü hem gerçekçi hem de gecikmeli bir süreç olarak ilerliyor. Gerçekçi, çünkü güneşten rüzgara, nükleerden jeotermale kadar önemli adımlar atılıyor. Gecikmeli, çünkü yapısal reformlar, yasal düzenlemeler ve finansal sürdürülebilirlik hâlâ istenen düzeyde değil. Türkiye, 21. yüzyılın enerji denkleminde kendi çıkarlarını koruyacaksa, bu dönüşümü bir tercih değil bir zorunluluk olarak görmeli ve hızla derinleştirmeli.

Tüm yazılarını göster