Vergi sistemi bir ülkenin ekonomik adaletini, toplumsal yapısını ve kamu hizmetlerinin sürdürülebilirliğini belirleyen en temel unsurlardan biridir. Türkiye’de vergi yükü, yıllar içinde giderek geniş halk kesimlerine yayılırken, doğrudan vergilerle dolaylı vergiler arasındaki dengesizlik, hem gelir dağılımını hem de kamuya olan güveni zedeleyen bir unsur haline geldi. 2025 itibarıyla Türkiye’de devletin topladığı verginin yaklaşık yüzde 65’ten fazlası dolaylı vergilerden, yani KDV, ÖTV ve benzeri tüketim üzerinden alınan vergilerden oluşuyor. Bu tablo, düşük ve sabit gelirli kesimlerin vergi yükünü, gelirine oranla çok daha ağır hissetmesine neden oluyor.
Özellikle akaryakıt, tütün, alkol ve motorlu taşıtlarda uygulanan ÖTV kalemleri, devletin vergi gelirlerinde büyük bir paya sahip. Bir litre benzinden alınan vergi oranı yaklaşık yüzde 60’lara ulaşırken, bu kalemde yapılan artışlar otomatik olarak tüm taşımacılık ve üretim zincirine yansıyor. Aynı şekilde elektrik, doğalgaz ve iletişim hizmetlerinden alınan vergiler, sabit gelirliler için temel ihtiyaçların maliyetini artırıyor. Bu dolaylı vergi yapısı, az kazanandan çok vergi alınan bir düzene işaret ediyor.
Buna karşın doğrudan vergiler, yani gelir ve kurumlar vergisi üzerinden alınan pay oldukça sınırlı. Türkiye’de ücretli çalışanların bordrolarından kesilen gelir vergisi, toplam vergi gelirlerinde anlamlı bir yer tutsa da, serbest meslek sahiplerinin ve yüksek gelir grubundaki bireylerin katkısı görece düşük kalıyor. Vergi matrahının dar tutulması, muafiyetlerin fazlalığı ve kayıt dışılığın yaygınlığı, bu dengesizliği derinleştiriyor. 2025 yılına kadar defalarca yapılandırma ve af uygulamalarıyla tahsil edilemeyen vergi stoklarının silinmesi ya da ötelenmesi, vergi adaletini zedeleyen bir başka faktör olarak öne çıkıyor.
Şirketler bazında da vergi yükünün dağılımı oldukça tartışmalı. Çok uluslu şirketler ve büyük holdingler, teşvik ve muafiyetlerden geniş ölçüde yararlanırken; KOBİ’ler ve esnaf kesimi çoğu zaman gerçek kazancı üzerinden vergi ödemek zorunda kalıyor. Bu yapı, rekabetin bozulmasına, yatırım kararlarının vergi avantajına göre yönlenmesine ve kamu gelirlerinin sürdürülebilirliğinde risk oluşmasına yol açıyor.
Öte yandan 2025 yılında, vergi politikalarının sadeleştirilmesi ve dijitalleştirilmesi yönünde bazı adımlar atılmış durumda. E-fatura, e-arşiv, e-defter ve vergi dairelerinde dijital hizmetlerin yaygınlaşması, kayıt dışılığı sınırlama yönünde olumlu bir etki yaratıyor. Ancak etkin bir vergi denetimi mekanizması oluşturulmadıkça, yüksek gelirli kesimlerin kazancını gizlemesi ya da vergi planlaması adı altında yükümlülüklerini azaltması önlenemiyor.
Vergi politikaları, yalnızca devletin bütçe gelirlerini artırma aracı değil; aynı zamanda gelir adaleti, toplumsal refah ve piyasa düzeni açısından kritik bir rol oynar. Türkiye’de vergi sisteminin temel sorunu, yükün toplumun farklı kesimleri arasında adil paylaşılmaması. Düşük gelirli kesimler oransal olarak daha fazla vergi öderken, yüksek gelir grupları ve büyük sermaye yapıları sistemin açıklarından faydalanabiliyor.
Bu nedenle Türkiye’nin vergi reformu ihtiyacı sadece teknik değil, aynı zamanda sosyal bir gereklilik. Vergi yükünün daha adil dağıtılması, doğrudan vergilerin artırılması, vergi tabanının genişletilmesi ve teşvik sisteminin daha şeffaf hale getirilmesi, hem ekonomik verimlilik hem de kamu güveni açısından kaçınılmaz görünüyor.