Kültür turizmcisi Şerif Yenen: Kültürel değerler ve nitelikli turizm öne çıkarılmalı

Kültür turizmcisi Şerif Yenen Ekonomim.com'a verdiği röportajda, Türkiye’de turizmin son yıllarda rakamsal olarak ciddi artış gösterdiğini ancak bu artışın sürdürülebilirliği konusunda endişeleri olduğunu dile getirdi. Yenen, turizmin “50 milyon turist, 100 milyon turist” gibi hedeflerle yalnızca nicelik üzerinden tartışılmasının sektörü kitle turizmine yönlendirdiğini, oysa kültürel değerlerin ve nitelikli turizmin öne çıkarılması gerektiğini vurguladı.

Haber Merkezi |

Türkiye ekonomisinde turizmin payı son yıllarda artarken, kültür turizmcisi Şerif Yenen, rakamsal hedeflerin sektörü kitle turizmine yönlendirdiğini ve bunun sürdürülebilir olmadığını söyledi.

Kültür turizmcisi Şerif Yenen Ekonomim.com'a verdiği röportajda şu ifadeleri kaydetti:

Türkiye ekonomisinde turizmin payı son yıllarda ciddi oranda arttı. Sizce artış sürdürülebilir mi?


Açıkçası bir kültür turizmcisi olarak bu rakamsal artış beni biraz rahatsız ediyor. Son yıllarda turizmi neredeyse sadece sayılar üzerinden konuşur olduk: “50 milyon turist, 100 milyon turist” gibi hedefler, turizmin değerini hep nicelikle açıklamaya yöneltiyor. Bu sayılara ulaşmanın yolu ise ister istemez kitle turizminden geçiyor.

Oysa kitle turizminin uzun vadede sürdürülemez pek çok boyutu var. Taşıma kapasitesinin üzerinde ziyaretçi almak hem çevreyi hem de kültürel dokuyu zorluyor; kültürel yozlaşma, otantikliğin kaybı, çevresel tahribat ve yaşam kalitesinin düşmesi gibi olumsuz etkiler yaratıyor. Bu yüzden asıl tartışmamız gereken, “daha çok turist” değil, “daha nitelikli, daha uyumlu ve daha sürdürülebilir” bir turizm modeline nasıl geçeceğimiz olmalı.

Turizm gelirlerinde kişi başı harcamayı artırmak için hangi stratejiler uygulanmalı?



Her şeyden önce Türkiye’nin ülke olarak turizm konusunda temel bir karar alması gerekiyor: Biz turizmden sadece döviz girdisi mi bekliyoruz, yoksa turizmi aynı zamanda Türkiye’nin uluslararası imajını, gücünü ve itibarını artıran bir araç olarak da mı görmek istiyoruz?

Türkiye’nin ihtiyacı olan turist profilini net bir şekilde tanımlamamız gerek: Eğlence ve tüketim odaklı mı, yoksa kültür, sanat, tarih ve deneyim odaklı mı? Bu profili netleştirdikten sonra da tanıtım politikalarımızı buna göre kurgulamalıyız.

•    Ürün çeşitliliğini artıran,

•    Yerel kültürü ve özgün deneyimleri ön plana çıkaran,

•    Kaliteli konaklama, gastronomi, sanat ve etkinliklerle desteklenen,

•    Yılın 12 ayına ve ülkenin her tarafına yayılan bir turizm stratejisi, kişi başı harcamayı doğal olarak yükseltecektir. Kısacası fiyat rekabetinden çıkıp, değer odaklı, nitelikli bir turizm vizyonuna ihtiyacımız var.

Türkiye’nin deniz–güneş–kum üçlüsünden öteye geçip kültür, gastronomi ve deneyim turizmi ile fark yaratma potansiyelini nasıl görüyorsunuz?



Bir önceki soruda anlatmaya çalıştığım tam da buydu. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülke olarak elbette tatil turizmi açısından güçlü bir potansiyele sahibiz. Ancak deniz–kum–güneş için gelen turistin eğilimleriyle, kültür, gastronomi veya deneyim için gelen turistin eğilimleri ve ülkeye bıraktığı katma değer aynı değil.

Türkiye, gastronomi alanında dünya ölçeğinde ilk sıralara oturma potansiyeline sahip. Çok zengin, bölgeden bölgeye farklılaşan bir mutfağımız var; ama bunu dünyaya henüz yeterince iyi anlatabildiğimizi söyleyemem. Aynı şekilde turizmde en güçlü taraflarımızdan biri “insan unsuru”. Türkiye’nin misafirperverliği, yerel halkla temas imkânı ve gündelik hayata karışma olanağı, çok yüksek bir kültürel deneyim potansiyeli yaratıyor.

Dolayısıyla, sadece deniz tatili değil;

•    Kültür rotaları,

•    Yerel pazar ve mahalle deneyimleri,

•    Atölyeler, gastronomi turları,

•    Kültürel ve sanatsal etkinlikler

gibi unsurları öne çıkararak, dünyada farklı ve güçlü bir konumlanma elde edebiliriz.

Avrupa ve Uzakdoğu’dan gelen turist profillerinde hangi ekonomik ve kültürel trendleri gözlemliyorsunuz?



Öncelikle yakın coğrafyadan ve özellikle Avrupa’dan gelen ziyaretçilerin önemli bir kısmı ülkemize hâlâ tatil amaçlı, çoğu da “her şey dahil” paketlerle geliyor. Bu model, büyük hacimli sayılar üretse de, nitelik ve sürdürülebilirlik açısından bazı soru işaretleri barındırıyor. Çok sayıda kişi geliyor, yoğun tüketim yapılıyor ama bu tüketim çoğu zaman otel sınırları içinde kalıyor; yerel esnafa, kültürel üretime ve kent yaşamına katkı sınırlı oluyor. Hem ekonomik katkı, hem de çevresel/yerel kaynakların kullanımı açısından bakınca, bu modelin uzun vadede sürdürülebilir olduğunu düşünmüyorum.

Uzakdoğu’dan gelen ziyaretçilerde ise özellikle son yıllarda tarih ve kültür merakının arttığını görüyoruz. Genellikle paket turlarla, yoğun programlı kültür gezileri yapıyorlar. Bilgi edinme motivasyonları yüksek olsa da, tur paketlerinin yapısı gereği çoğu zaman kısa süreli ve yüzeysel bir temas söz konusu. Harcama profilleri her zaman yüksek segmentte olmayabiliyor; ancak bu pazarda da ciddi bir büyüme potansiyeli var.

Özetle, hem Avrupa’dan hem Uzakdoğu’dan gelen misafirlerde, doğru ürün tasarımı ve doğru iletişimle daha nitelikli ve deneyim odaklı bir profile geçiş imkânı görüyorum. Burada görev; kamu otoritelerinde, sektör temsilcilerinde ve biz rehberlerde.

Siz uzun yıllardır Türkiye’yi uluslararası platformlarda tanıtan bir rehbersiniz. Türkiye’nin turizm markası sizce dünyada nasıl algılanıyor?



Bu sorunun tek bir cevabı yok, çünkü herkes Türkiye’de “ne görmek istiyorsa” onu görüyor. Kitle turizmi yapan tatilciler, ağırlıklı olarak tesislerin kalitesine, yemeklerin lezzetine ve ödedikleri ücretin ne kadar avantajlı olduğuna bakıyor. Onların zihnindeki Türkiye, iyi hizmet veren, uygun maliyetli bir tatil ülkesi.

Oysa kültür amaçlı gelen ziyaretçiler, binlerce yıllık geçmişi, katmanlı tarihi, çok kültürlü yapısı ve zengin sanat mirasıyla kadim bir ülke görüyorlar. Onlar için Türkiye, sadece bir tatil destinasyonu değil, aynı zamanda bir “medeniyetler beşiği”.

Biz hangi imajı güçlendirmek istiyorsak, iletişimimizi ve ürünlerimizi o yöne doğru ağırlıklandırma şansına sahibiz. Eğer “ucuz tatil ülkesi” imajından “yüksek kültürel değere sahip, nitelikli destinasyon” imajına geçmek istiyorsak, bütün marka çalışmalarımızı bu odak etrafında yeniden düşünmemiz gerekiyor.

Kültürel mirasın doğru anlatımı ülke ekonomisine nasıl bir katma değer sağlıyor?



Türkiye’nin köklü ve eşi benzeri olmayan düzeyde zengin bir kültürel mirası var. Bu mirası ön plana çıkaran bir turizm yaklaşımı, doğal olarak bu profile uygun, kültür odaklı ve alım gücü daha yüksek ziyaretçileri çeker. Bu ziyaretçiler, hem daha fazla harcama yapar, hem de bunu konaklamadan gastronomiye, sanattan yerel el işlerine kadar daha geniş bir alana yayarlar.

Daha az sayıda ama daha ilgili ve nitelikli ziyaretçi ağırlayarak, çevreyi daha az kirleterek, yerel yaşamı daha az zorlayarak, kişi başına çok daha fazla gelir elde etmek mümkündür. Ayrıca kültürümüze ilgi duyan bu insanlar, ülkemizin zenginliğini keşfettikçe Türkiye’nin uluslararası alandaki algısına da olumlu katkı yapar. Uzun vadede bu durum, sadece turizm gelirlerini değil, ülkenin genel itibarı ve yumuşak gücünü de güçlendirir.

Küresel ölçekte sürdürülebilir turizm artık sadece bir trend değil, zorunluluk. Türkiye bu konuda hangi adımları atmalı?



Sürdürülebilirlik dendiğinde aslında iki temel boyuttan söz etmeliyiz: çevresel sürdürülebilirlik ve kültürel sürdürülebilirlik.

Çevresel sürdürülebilirlik, rezervlerimizin tükenmemesi, doğanın kirlenmemesi, su ve enerji kaynaklarının dengeli kullanılması, taşıma kapasitesinin üzerinde ziyaretçi almamamız gibi unsurları içerir. Taşıma kapasitesini aşan destinasyonlar, bir süre sonra hem yerel halkın yaşam kalitesini düşürüyor hem de bizzat turizmin kendisini imkânsız hale getirebiliyor.

Kültürel sürdürülebilirlik ise en az çevre kadar önemli. Çok fazla ve kontrolsüz turizm hareketi, kültürel yozlaşmaya, otantikliğin kaybolmasına, gelenek ve göreneklerin erozyona uğramasına neden olabiliyor. Kültürel değerlerimizi koruyup günümüzle uyumlu şekilde yaşatamazsak, ülke olarak özümüzü yitirme riskiyle karşı karşıya kalırız.

Türkiye’nin;

•    Bölgesel taşıma kapasitesi çalışmaları yapması,

•    Kitle turizmini belirli sınırlar içinde tutması,

•    Sürdürülebilirlik kriterlerine uyan işletmeleri teşvik etmesi,

•    Yerel halkı karar süreçlerine daha fazla dahil etmesi,

•    Eğitim ve denetim mekanizmalarını güçlendirmesi

gibi adımlarla bu iki boyutu birlikte ele alması gerekiyor.

Kültür turlarında çevre bilincini artırmak için rehberler nasıl bir rol üstlenebilir?



Aslında bu konuda sorumluluk sadece rehberlere değil, tüm paydaşlara ait: kamu otoriteleri, hizmet sağlayıcılar, yerel yönetimler ve yerel halkın birlikte hareket etmesi gerekiyor. Ancak rehberlerin çok özel bir rolü var; çünkü ziyaretçiyle birebir temas eden, sahada duran, en görünür aktör rehber.

Rehberler;

•    Tur başlamadan önce kısa çevre ve davranış bilgilendirmeleri yapabilir,

•    Doğa ve kültürel miras alanlarında uyulması gereken kuralları, yasaklayıcı değil, açıklayıcı ve ikna edici bir dille anlatabilir,

•    Kendi davranışlarıyla örnek olabilir (çöp bırakmamak, yerel ürün tercih etmek, gereksiz tüketimden kaçınmak gibi),

•    Yerel halkın emek ve kaynaklarına saygıyı vurgulayabilir,

•    Sürdürülebilirlik temasını tur anlatısının doğal bir parçası haline getirebilir.

Bu yaklaşım, zamanla ziyaretçilerin de zihniyetini değiştirerek çevre bilincini kalıcı kılar.

Türkiye’de turist rehberliği mesleğinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?



Oldukça olumlu buluyorum. Türkiye’de turist rehberliği, dünyada örneğine çok az rastlanabilecek şekilde kanunlarla tanımlanmış, yönetmeliklerle çerçevesi çizilmiş, düzenli ve kurumsal bir meslek haline geldi. Turist rehberliğinin üniversitelerde lisans bölümleri var; bu alanda yüksek lisans ve doktora yapan, akademik kariyer sürdüren pek çok meslektaşımız bulunuyor.

Meslek bilinci oldukça gelişmiş durumda. Sağlıklı bir rekabet var, medya ve dijital platformlar sayesinde meslek içi etkileşim yüksek; rehberler birbirlerinden öğreniyor, kendilerini sürekli geliştirmeye çalışıyor. Bu da hizmet kalitesini yukarı çekiyor. Bugün Türkiye’de sunulan rehberlik hizmetinin, birçok ülkedeki benzer hizmetlerin üzerinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Elbette çözmemiz gereken sorunlar da var: mevsimsellik, ücret politikaları, kayıt dışı uygulamalar gibi. Ama genel tabloya baktığımda, mesleğin kurumsallaşması ve profesyonelleşmesi açısından oldukça umut verici bir noktadayız.

Genç rehber adaylarına veya turizm bölümü öğrencilerine ne tavsiye edersiniz?



Rehber adaylarına her zaman aynı tavsiyeyi veriyorum: Dünya turizm trendleri, “organize tur” anlayışından “deneyim odaklı” bir yaklaşıma doğru hızla evriliyor. Özel ilgi alanları etrafında şekillenen turizm faaliyetleri dünya çapında yükselişte.

Bu nedenle, “her şeyi biraz bilen ama hiçbir şeyi derinlemesine bilmeyen” rehber yerine, genel kültürü geniş, ama en az bir veya iki konuda gerçekten uzmanlaşmış rehber modeline yönelmeliyiz. Yani hem genel Türkiye bilgisini çok iyi bileceğiz, hem de belirli temalarda (örneğin arkeoloji, gastronomi, sanat tarihi, kuş gözlem, doğa yürüyüşleri, inanç turizmi vb.) derinleşeceğiz.

Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu turizm modeli de buradan geçiyor:

•    Ürünü çeşitlendirmek,

•    Belirli merkezlere ve sezona bağımlı kalmamak,

•    Özel ilgi alanlarına hitap eden, yılın 12 ayına yayılmış turlar oluşturmak.

Gençlere ayrıca; güçlü bir yabancı dil, iyi bir anlatıcılık ve hikâye kurma becerisi, dijital okuryazarlık ve etik meslek anlayışını mutlaka geliştirmelerini tavsiye ederim.

Dijital rehberlik ve yapay zekâ destekli tur planları gibi yenilikler mesleğin geleceğini nasıl etkiliyor?



Turist rehberliği, insan unsurunun çok güçlü olduğu ve birebir ilişkiye dayanan bir meslek. Konu sadece Ayasofya’nın hangi yılda, kim tarafından yapıldığı değil; o süreci hazırlayan tarihsel arka planın, güncel yorumlarla birlikte ziyaretçinin dünyasıyla ilişkilendirilmesi. Bu da canlı bir etkileşim ve empati gerektiriyor.

Eğer ziyaretçiler sadece bilgi isteselerdi, bugün bunun için yapay zekâ veya dijital rehberlik uygulamaları fazlasıyla yeterli olurdu. Ama rehberlik hizmetinin değeri, o bilginin nasıl anlatıldığı, hangi bağlamlara oturtulduğu, ziyaretçinin ilgi alanına göre nasıl uyarlandığı ve kurulan insani bağda ortaya çıkıyor.

Bu yüzden dijital rehberlik ve yapay zekâyı bir tehdit olarak değil, mesleğimizi zenginleştiren araçlar olarak görüyorum. Doğru kullanıldığında;

•    Tur planlamasını kolaylaştıran,

•    Bilgiye erişimi hızlandıran,

•    Rehberin hazırlık süresini kısaltan ve derinleştiren

destekleyici unsurlar olabilirler. Esas olan, insan rehberin katma değerini iyi tanımlamak ve bu araçları o değeri yükseltecek şekilde kullanmaktır.

Bir yazar ve rehber olarak sizi en çok etkileyen rota veya hikâyeyi anlatabilir misiniz?



Beni en çok etkileyen konulardan biri, insanlık tarihinde adeta dönüm noktası oluşturan Göbeklitepe, Karahantepe ve Taş Tepeler kazılarının benim rehberlik yaptığım döneme denk gelmiş olmasıdır. Dünya tarihini kökünden sorgulatan bu bulgulara, her yıl yeni gelişmeleri yerinde takip ederek tanıklık etmek benim için büyük bir ayrıcalık ve heyecan kaynağı.

Bu alanlar, sadece bir arkeolojik ören yeri değil; aynı zamanda insanın yerleşik hayata geçişini, inanç sistemlerinin doğuşunu ve toplumsal örgütlenmenin ilk izlerini anlatan canlı laboratuvarlar. Hem bir rehber hem de yazar olarak, bu hikâyeyi ziyaretçilerle paylaşmak ve onların gözlerinde oluşan şaşkınlık ve hayranlığa tanık olmak beni çok etkiliyor.

Bugün Türkiye’yi ilk kez ziyaret edecek birine sadece üç yer önerecek olsanız nereleri seçerdiniz ve neden?



Ülkemiz o kadar zengin ki sadece üç yer seçmek gerçekten çok zor. Ancak genel ziyaretçi eğilimi, “en önemli yerleri atlamamak” yönünde. Bu yüzden ilk sıraya mutlaka İstanbul’u koyarım. İstanbul, bir kültür başkenti olarak; imparatorluklar mirası, Boğaziçi, farklı inançların ve dönemlerin izleriyle Türkiye’yi anlamak için eşsiz bir başlangıç noktasıdır.

İkinci olarak Kapadokya ve Efes’i bir paket gibi düşünürüm. Kapadokya, doğa ve kültürün birlikte şekillendirdiği benzersiz bir coğrafya ve yaşam biçimi sunuyor. Efes ve çevresi ise antik dünyanın görkemini, Akdeniz medeniyetleriyle Türkiye’nin bağını son derece etkileyici biçimde ortaya koyuyor.

Üçüncü sıraya ise yine az önce sözünü ettiğim Göbeklitepe, Karahantepe ve Taş Tepeler’i koyardım. Böylece ziyaretçilerin, dünya kültür tarihindeki büyük bir kırılmaya – insanlık tarihini yeniden yazdıran bulgulara bizzat tanık olma fırsatı olur. Bu üç durak, Türkiye’nin çok katmanlı tarihini ve çeşitliliğini, kısa sürede ama son derece çarpıcı bir şekilde anlatabilecek bir bütünlük sunuyor.

Bakanlık çalışmalara başladı: Okula başlama yaşı değişecek mi? Kritik tarih belli oldu: Asgari ücrete ne kadar zam yapılacak? Tok-Yat geleneksel dürümünü Türkiye’ye açacak “Fıstık stratejik ürün kapsamına alınsın” Yapı Kredi'den 500 milyon dolarlık yurt dışı tahvil ihracı Eurovision, İsrail'in katılımını onayladı: Birçok ülke yarışmadan çekildi