Bu hafta açıklanan kasım enflasyonunun beklentilerin belirgin şekilde altında gelmesi, birçok kurumun aralık ayı faiz indirimlerine ilişkin öngörülerini hızla yukarı çekmesine yol açtı. Bugünkü yazımda kasım ayı verisini baz alarak para politikası belirlemenin sakıncalarını ele almak istiyorum.
Ekonomide en çok tartışılan başlıklardan biri verinin nasıl yorumlanacağıdır. Çünkü tek bir aylık veri enflasyon eğiliminin kırılıp kırılmadığını anlamak için yeterli değildir. Bu noktada ünlü ekonomist Ben Bernanke’nin sözünü hatırlamakta fayda var; “Tek bir ay trend olmaz.” Zira, kasım ayında enflasyonu aşağı çeken gıda fiyatları hem TÜİK’in tarihi verilerinden büyük ölçüde ayrışıyor hem de kasım ayında gıda enflasyonu yapan İTO, TEPAV, TÜRK-İŞ gibi kurumların açıkladığı verilerden.
Enflasyon verisi ne söylüyor?
Mayıs 2024’ten bu yana enflasyon aşağı yönlü eğilimde olsa da, gerçekleşmeler ile hedef arasındaki farkın yüksek olması, enflasyondaki ataleti besliyor. Bunun en belirgin örneklerinden biri Merkez Bankası’nın parasal sıkılaşma dönemine başladığı Enflasyon Raporu’ndaki hedefler ile mevcut enflasyon arasındaki sapmadır. 27 Temmuz 2023 tarihli raporda Banka, 2024 yılsonu için enflasyonu %33, 2025 yılsonu için ise %15 olarak öngörüyordu. Bugün geldiğimiz noktada ise yılsonu enflasyonunun %31–32 bandında oluşacağını görüyoruz. Bu da tahmin ile gerçekleşme arasındaki farkın bir kattan fazla olduğunu gösteriyor.
Kritik Soru: 2026 yılsonunda enflasyon %16 ara hedefine düşecek mi?
Para politikası belirlenirken esas alınması gereken tek aylık gerçekleşmeden ziyade, bizi hedefe götürecek olan patikanın güvenilirliğini sağlamaktır. Erken veya agresif faiz indirimleri bu patikadaki mevcut riskleri daha belirgin hale getirebilir.
Risk 1: Beklentiler çapalı değil
Enflasyonla mücadelede başarının temel şartı beklentilerin çapalanmasıdır. Ancak mevcut görünüm bu açıdan pek iç açıcı değil.
2026 Kasım ayı için enflasyon beklentileri şu şekilde:
- Hane halkı: %52,2
- Reel sektör: %35,7
- Piyasa: %23,5
Enflasyon tahmini ile gerçekleşme arasında en düşük sapmaya sahip reel sektörün önümüzdeki yıl için öngördüğü enflasyon, mevcut oranın üzerindedir. Bu durum yalnızca kasım ayına özgü değil; uzun zamandır değişmeyen bir eğilim.
Risk 2: İç talep hala güçlü
Bu hafta açıklanan üçüncü çeyrek büyüme verileri iç talebin hâlâ güçlü olduğunu ortaya koydu. Ekonomi yılın üçüncü çeyreğinde iç talep ağırlıklı bir şekilde büyümeyi sürdürdü. Üretim tarafındaki göstergeler de tarım hariç büyümenin yüksek seyrettiğine işaret ediyor.
İç talepteki bu direnç, Merkez Bankası’nın tahmin setindeki çıktı açığının enflasyonu aşağı çekme gücünün sınırladığını gösteriyor.
Risk 3: Dış ticaret cephesinden gelen sinyaller olumsuz
Dış ticaret verileri de benzer bir tablo çiziyor. Tüketim malları ithalatı hızla artmaya devam ederken reel kur düşük ve orta-düşük teknolojili mal ihracatını baskılıyor. Bu gruplar toplam ihracatın üçte ikisini oluşturduğu için reel kurun bu alandaki etkisi oldukça belirgin hale geliyor.
Sonuç: Faiz kararında temkinli olunmalı
Tüm bu göstergeler Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelede yeterli sinyallere sahip olmadığını gösteriyor. Bu nedenle erken veya sert bir faiz indirimi, beklentilerin aksine, görünüm üzerindeki riskleri artırabilir. Para politikasında aceleci adımlar atmak enflasyon patikasında kalıcılık sağlanmadan gevşemeye gitmek anlamına gelir ki bu da hedefe ulaşmayı zorlaştırır.
Geldiğimiz noktada para politikasının da sınırlarına dayandığımız için, enflasyonun düşüşünü sürdürülebilir hale getirecek yapısal koşulların güçlenmesinin kritik önemde olduğunu da belirterek yazıyı sonlandıralım.