"Mükemmel fırtına yaklaşıyor mu?..."

Emre ALKİN PAYLAŞMASAK OLMAZDI

Son birkaç yıldır yaptığım sunumlar ve yazdığım yazılarda bir gerçeğim altını çizmeye çalışıyorum: "Eğer bir finansal kriz çıkarsa gelişen değil gelişmiş ülkelerden çıkacak". 

Bu savımı şu argümanlara dayandırmaktayım: 

- IMF’nin 2010 yılında yayınladığı “G-7 Ülkelerinin Kamu Finansmanında Uzun Dönem Trendleri” raporunda oldukça çarpıcı bir saptama bulunmakta: Eğer G-7 ülkeleri kamu borçlanması ve büyüme konusunda şu anki tempolarıyla giderlerse, 2050 yılında kamu borcunun milli gelire oranı %441 olacak.

 Rakam elbette korkutucu; En baştan ifade etmekte fayda var. Bu borcun ödenmesi mümkün değil. Ancak aynı raporda bir mucizeden de bahsediliyor. Dünyanın 7 büyük ekonomisine sahip olan ülkeler 2050’ye kadar her yıl büyüme oranlarını öngörülenden 1 puan daha fazla artırırsa, bu borçluluk oranı 256 puan aşağıya düşerek %185 olabilecek. Pandemiden önce hazırlanan bu rapor, eğer şimdi yazılırsa sanıyorum oldukça korkutucu seviyeleri bize işaret edecek.

Rapora geri dönersek: Her şeyden önce, G-7 Ülkelerinin büyüme hızlarını her yıl öngörülenden 1 puan daha fazla gerçekleştirebilmeleri kolay değil demiyorum, neredeyse imkânsız. Ancak bir an düşünelim ki bu gerçekleşti, bu borç ödenebilir hale gelebilir mi? Bunu anlamak için bazı ülkelerin bugünkü borçluluk oranlarına bakmakta fayda var.

Japonya’nın bugünkü borç/milli gelir oranı %239. Hemen arkasından Yunanistan %181 ile geliyor. Lübnan %149, İtalya %132, Portekiz %130, ABD %125 gibi oranlarla ilk sıradalar. Elbette borç/milli gelir oranları kadar, bu ülkelerdeki toplam borçların toplam varlıklara oranına bakan uzmanlar var. Bu durumda Japonya haricindeki ülkelerin gerçekten “batak” durumda olduklarını söylemek mümkün. Çünkü % 100’ün üzerinde borç/milli gelir oranına sahip bir ülkenin büyüme hızını sürekli olarak yüksek tutması gerekiyor ki, bunun da enflasyon ve finansal krizler gibi yan etkileri olabiliyor. Hatta başka komplikasyonlar da çıkıyor.

- İkinci argümana dikkat kesilmek gerek: Hatırlarsanız 2008 Krizinde 600 milyar dolarlık Lehman Brothers'ın "kurtarılamayacak kadar kötü durumda" olduğuna karar verilmiş ve diğer kurumları kurtarmak için oldukça ciddi destekler açıklanmıştı. Bu, Oğul Bush döneminin en çarpıcı gelişmesi olduğu kadar, "devlet kapitalizmi" denilen olgunun da habercisi olmuştu diyebilirim. Yani devlet istediği zaman istediği firmaya destek verip ayakta tutuyor, bazılarını ise gözden çıkarıyordu. O sıralarda Başkanlık seçimleri için kampanyalar son hızla giderken, Bush yönetiminin hatalı kararları Cumhuriyetçi aday McCain'in Obama'ya kaybetmesine sebep oldu desem yanlış olmaz. 

AB'de kurumların fonlanması % 80 bankalardan sağlanıyor ama ABD'de bu oran sadece % 18 seviyesinde. Amerikan Şirketlerinin neredeyse tamamı özel sektör borçlanma piyasasına bono ya da tahvil ihraç ediyor. Elbette kredi dereceleri yüksek firmalar 1 yıldan çok daha uzun vade borçlanabiliyor ama BBB- derecelendirmeden daha düşük seviyedeki şirketler için 1 yıldan kısa ya da biraz uzun vadede işleyen, neredeyse Amerikan Ekonomisinden daha büyük bir "riskli" borçlanma piyasası var. Son baktığımda 22-23 Trilyon Dolar hacminde idi.

Birçok sözüne güvenilir Fon Yöneticisi  bu piyasada meydana gelebilecek bir sıkıntının domino etkisinin 2008 Krizinden daha beter bir sonuç yaratabileceğine inanıyor. Fed'in güçlü firmaların borçlanma kağıtlarına destek verdiği biliniyor ama bu derece hacimli bir "junk" piyasaya müdahale gücü sınırlı diyebilirim. Bugünkü borç büyüklüğü 2008'e kıyasla devasa boyutlara geldi ve hiçbir Merkez Bankası'nın ya da Sigorta Fonunun böyle bir enkazı kaldıracak gücü yok. Eğer bir sıkıntı olursa vatandaş kendi yatırım tercihlerinin sonuçları ile baş başa bırakılacak diyebilirim.

Sonuç olarak Amerika'daki SVB'nin batışıyla alakalı hikâyenin temeli de yukarıda anlatılanlara dayanıyor. Elle tutulur olmayan aktiflere bağlı yaratılan borçlanma araçları, sermaye piyasası araçları veya finansal enstrümanlar üzerinden faaliyet gösteren bir bankanın topladığı paralarla ilgili ödeme yetersizliği çekmesi üzerine faaliyetleri durduruldu. Bu durumun ABD'deki diğer bankalara ve Türkiye'ye sirayet edip etmeyeceği de merak konusu oldu.

Basılmış para ile banka parası arasındaki fark nereden bakarsak bakalım en az 1'e 10 kat civarında, hatta dolar ve euro için 50 kattan fazla olduğu için, panik halinde parasını çekmek isteyen ya da başka bir bankaya transfer etmek isteyen insanlar sakinleştirilmezse pekâlâ çok ciddi bir finansal kriz ile karşı karşıya kalabiliriz. Bu kriz 2008 ile kıyaslanamayacak kadar büyük olacaktır. Böyle bir tehlikeyi ancak ve ancak güven telkin ederek aşabiliriz. Çünkü çözüm evrenin diğer ucu parasal işlemlerin tam kontrolü ve kambiyo rejiminde mutlak hâkimiyet demektir.

Araya hafta sonu girdiği için ABD'deki gelişimlerin piyasalara yansımalarını ancak bugün öğreneceğiz. Hatırlamak lazım ki, 1929 buhranı küçük bir bankanın mudilerine paralarını ödeyememesi ile tetiklenmişti. Elbette 1929 buhranını hazırlayan sebepler farklıydı. Ancak yüksek enflasyonla mücadele eden ABD'nin 2008'den daha ciddi bir likidite krizine girmesi, şu ana kadar bilinen ve uygulanmış  reçetelerin çözemeyeceği sonuçlar yaratır. Buraya kadar anlattıklarım işin temeli hakkında. Şimdi teknik ve etik meseleye geçelim.

"Bankacılık ve finans tamamen aynı değildir.."

Bankacılık faaliyeti bir güven faaliyetidir ama çoğu zaman ve doğal olarak içinde para olduğu için bazen salt finansman faaliyeti olarak tarifleniyor. Böyle olduğu zaman fon arz edenle fon talep eden arasında aracılık görevi yapan Bankaların, söz konusu faaliyetteki "hassas" davranışları, risk yönetiminde basiretli davranmaları, yöneticilerin kar payından çok mudilerin parasını düşünmeleri geri planda kalıyor. Bazı durumlarda da "cehennemin yolları iyilik taşlarıyla döşeli" sözüne uygun işler de oluyor. Hemen örnek vereyim:

21. yüzyılın belki de en önemli ticari başarılarından biri "start-up" olarak adlandırılan ve çoğunlukla içinde teknoloji ve dijitallik barındıran çözümleri üreten yeni şirketlerin, önceleri melek yatırımcılar ardından da kurumsal yatırımcılar tarafından desteklenerek milyarlarca dolar değere ulaşması oldu. Whatsapp, Uber, AirBnB gibi çözüm öneren oluşumların yanında dijital oyunları üreten firmalar da milyar dolar seviyesinde değerlere ulaştılar. İsrail İnkübasyon Modeli’nde bu tip yatırımlarda 3/10 isabet sağlayanların parası çarçur olmuyor, kar elde ediyorlar. Yani 10 adet bu tip yatırım yapan kişi sadece 3'ünde bile başarı saplasa pişman olmuyor. 

Aradan geçen zamanda yatırım yapılan sermaye ile ortaya çıkan maddi değer arasında öyle bir fark açıldı ki, "bir tanesi tutsa bile yeter" diyerek girişim sermayesi hamlelerini maceraya çeviren çok insan oldu. Kazançların bu derece astronomik olması yatırımcıların hevesini artırırken batırılan paranın kazanılan yanında göz ardı edilecek kadar küçük kalması cüretin giderek artmasına sebep oldu. Açıkçası pandemi sürecinde oldukça düşük kalan faizler de, küçük büyük demeden yatırımcıların farklı mecra arayışlarını kamçıladı diyebilirim. Yatırımcıların Sermaye Piyasalarından hemen "exit" yapabilme imkânı da bu iştahı ivmelendirdi. 

2008 Krizinin "subprime" profilleri yani kredi verilmemesi gerekenleri oyuna çekmek suretiyle hazırlandığını, yani kimsenin aklına gelmemesi gereken, tüm risk analiz ve uyarılarını göz ardı eden, muhtemelen "çok büyük sıkıntı olmaz, batan para kimseyi üzmez" şeklinde yazılan raporlarla hazırlandığını hatırlayalım. Denetim kurumları görevlerini değil fatura kesip para almayı rutinleri haline getirince felaket kaçınılmaz oldu. Açıkçası banka ve finansal kurum yöneticilerinin aktifleri şişirerek ortaya çıkan kâğıt üzerindeki kardan nakit olarak paylarını almak için de bu fenalıkları yaptıkları ortaya çıkmıştı. Yani, açgözlülüğün bir başka şekli diyebiliriz.

Bugün de durum farklı bir açgözlülükle ortaya çıktı. Ortaya salınmış fazla paranın düşük faiz sebebiyle gideceği yeri risk parametrelerine özen göstermeden belirleyenlerin, belki de kendi zekâlarına fazla güvenenlerin ortaya çıkardığı bir olumsuzlukla karşı karşıyayız. Kripto değerlerden start-uplara kadar uzanan renkli dünyanın büyüsüyle, bireyler ve kurumlardan emanet alınan paralar yazının başında belirttiğim macera tadındaki işlere yatırıldı. Ne de olsa raporlar risk ihtimalini düşük gösteriyorlardı. Aynen 2008 yılında olduğu gibi. Fakat bu seferki sıkıntı hem yatırım hem de yatırımcı ekosisteminde ciddi bir güven bunalımı oluşturması ihtimali. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer misali, yatırımcılar start-up ekosistemine bir süre mesafeli durabilirler. Bu tip ekosistemler daimi para giriş-çıkışı ile çalıştığı için kendisiyle beraber hareket eden para ve sermaye piyasalarındaki ahengi bozma ihtimali yüksek olacak. 

Tabii herkesin atladığı bir gerçek var: Bir yandan ABD Tahvillerinde faizlerin yükselmesi yani satışların olması, diğer taraftan ABD Özel Sektör Tahvil Piyasasının sürekli risk altında olması, kripto değerlerin sert dalgalanması, enflasyonla mücadele anlamında alınan tedbirler üst üste gelirken bir de banka batışlarının yaşanması uzun zamandır korkulan "mükemmel fırtına"nın gelişini hazırlayabilir. Yani kimsenin parasını park edeceği ele tutulur bir enstrüman ya da mecra bulamadığı finansal bir krizden bahsediyoruz. İhtimal düşük olsa bile, "olmaz" diyemem. Bu arada Rusların yaz aylarında Ukrayna'ya muhtemel saldırısı ve pandemide yeni dalga ihtimalini unutmuyoruz. 

Bu durumda bankalardaki paralarını çekmek isteyenlerin daha önceki yazılarımda bahsettiğim emisyon/kaydi para oranı sebebiyle bunu başaramayacağı, riskin bulaşıcı hale gelmemesi için bankadan bankaya transfer sınırı getirilmesinin mümkün olabileceğini, gelişen ülkelerde kambiyo işlemlerine tahdit gelebileceğini geçmiş tecrübelere dayanarak öngörmek mümkün. Likidite sıkıntısı krediler üzerinde ciddi bir baskı yaratacaktır. Faiz oranlarının ilk etapta çok hızlı yükselmesi beklenmeli. 

Nakit paraya ulaşma zorluğu sebebiyle, çabuk paraya çevrilebilecek varlıkların değerinde yükseliş olabilir ancak donuk varlıkların değerinde ki gayrimenkul başta geliyor, ciddi düşüşler yaşanabilir. Nakit paraya sahip olanların ummadıkları mal varlıklarına sahip olacakları bir dönem ortaya çıkabilir. Her krizde olduğu gibi nakit para/mal varlığı oranında dengeyi koruyanlar kazanacak, tekrar bir servet transferi yaşanacak. "Mal-Para" değiş tokuşu kadar "mal-para çabuk dönüşen değer" değiş tokuşu da yaşanabilir. Donuk bir aktifle bir yıl boyunca bir mekândan kahve içme hakkının değiş tokuşu gibi örnekleri görürsek şaşırmayalım. 

Bu arada pandemide başlayan bulunamadığı için yükselen otomobil fiyatları gibi fenomenler de yaşanabilir elbette. Burada sorun fiyatı çok yükselen bir varlığı elinden çıkarmak isteyen kişinin, benzer bir başka değere yatırım yapma imkânını bulup bulamayacağı. Belki de konjonktürel kazançlarla sahip olunan donuk değerler gelecekte çok büyük paralar kazandıracak. Kimse bilemez, yatırımcının kendi başına karar vereceği bir durum olacak diyebilirim. 

Tüm bu anlattıklarım aslında 2012 yılından beri her konferansta yaptığım uyarıları tekrar gündeme getiriyor diyebilirim:

- Aşırı yatırım yapmamak yani kaynakların tamamıyla yatırım enstrümanlarına bağlanmamak, her zaman elde nakit tutmak.

- Mal varlığını nadir bulunan, modası geçmeyecek ve rahatça paraya çevrilebilecek kalemlerden yapmak

- Detaylarına hakim olunamayan ama herkes kazandığı için "bir de ben deneyeyim" dediğimiz yatırım araçlarına odak alanımızı kaybetmeyecek bir miktar bağlamak

- Ucuz kredi imkanı olan zamanlarda ihtiyaç olmasa da alıp bir kenara koymak ve fırsatları beklemek

- Gayrimenkulde konut ya da binadan çok, arsa veya arazi gibi esnekliği olan zaman kısıtı olmayan yatırımlara doğru yönelmek

- Riskleri tek bir mecradan an ve an kontrol edecek dijital bir kokpite sahip olmak

- Piyasa istihbaratını konvansiyonel mecralar kadar yenilikçi uygulamalarla da güçlendirmek

Sonuncu madde belki en önemli maddelerden biri diyebilirim. Piyasayı duymayan yatırımcı sadece "al-sat" yapabilir, halbuki kritik bilgilere ulaşmak yatırım yapmak kadar önemlidir. Yaklaşan riskleri ve oluşan fırsatları hatta krizleri en hızlı şekilde ikaz eden bir analiz seti sadece kişiler değil kurumlar için de gereklidir diye düşünüyorum. 

Not: ABD Başkanı BİDEN piyasaları rahatlatan bir açıklama yaptı ve özetle meselenin üzerinin örtülmeyeceğini, sorumluların cezalandırılacağını, piyasa ekonomisin gereği olan sonuçların doğal olduğunu, faturanın vatandaşa çıkmayacağını söyledi. Hep söylediğim gibi "güven vermek" böyle durumlarda en iyi müdahale metodudur. 

Tüm yazılarını göster