Ters yönlü sermaye kontrolü gündeme gelir mi?

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

Sermaye kontrolü denildi mi hep ne anlarız? Dövize ulaşmanın engellenmesini ya da sahip olunan dövizi ancak sınırlı bir şekilde kullanmaya imkan verecek bir takım kısıtlamalar getirilmesini... Ya da yurt dışına döviz transferinin tümüyle yasaklanmasını veya sınırlandırılmasını...

Peki bunun tersi olur mu?

Yani Türkiye’ye döviz girişinin sınırlandırılması?

Kulağa bile tuhaf geliyor değil mi?

Doğru; ama niye olmasın! 

Çok döviz gelir ve bu durum yurt içinde bazı dengeleri bozacak gibi olursa, niye olmasın!

Türkiye’ye kaç zamandır döviz gelmiyor. Bu yüzden de bir cepten bir cebe aktara aktara dövizi aylardır sabit tutmaya çalışıyoruz, tuttuk da... 

Ya seçimden sonra her şey değişir ve tam tersi olur, bu sefer oluk gibi döviz akarsa neler yaşanır, bu durum bir takım sakıncalar doğurur mu ve bu sakıncalara karşı nasıl önlemler alınır? 

Ama gelin önce içinde bulunduğumuz günlerdeki genel duruma bir göz atalım, sonra bu “ters yönlü kontrol” olasılığına değiniriz...

14 ya da 28 Mayıs

14 Mayıs’ta seçimin bir ayağı kesin tamamlanacak. Milletvekili seçimi bitecek. O gün belki yeni Cumhurbaşkanı da belli olacak ya da 28 Mayıs’ta yeniden sandığa gidilecek. 

Ama 14 Mayıs’ta yalnızca milletvekili seçimi bitse bile oluşacak tablo hiç kuşku yok ki 28 Mayıs’taki ikinci turu etkileyecek. 

Meclis çoğunluğunu ittifaklardan biri ezici bir üstünlükle alırsa muhtemeldir ki Cumhurbaşkanı seçimi de ilk turda sonuçlanır. Milletvekili seçiminde belirgin bir üstünlük söz konusu olmadığında, Cumhurbaşkanı da ilk turda seçilememişse daha çok sandalyeye sahip tarafın adayı ikinci turda daha şanslı olabilir.

Cumhurbaşkanı ve Meclis çoğunluğunun hangi ittifaktan olacağı konusunda herkes değişik tahminde bulunabilir. Biraz gönülden geçendir dile getirilen, biraz gerçekçi değerlendirmelerdir. Ama önemli olan seçimden sonra hangi durumda bizi nasıl bir ekonomik tablonun ve sorunların beklediğidir.

Bu arada daha önce de yaşadım; ben “hangi ittifak” dedikçe “Ne yani, Cumhur ve Millet ittifakı dışında kimsenin şansı yok mu” diye itiraz eden okurlar oluyor. Sizler adına üzgünüm ama yok! Ben gönlümden geçeni yazmıyorum, gerçekçi bulduğum olasılıklar üstünden değerlendirme yapıyorum. 

Ekonomi politikası değişecek

Seçim sonrasının en değişmez gerçeği, mevcut ekonomi politikasının değişecek olması! 

Daha önce de kaç kez dile getirdim...

Seçimi Cumhur ittifakı da kazansa mevcut uygulamalarını terk edecek. Zaten bunun için adım atılmaya çalışıldı. Herkes biliyor ki Mehmet Şimşek hamlesi bu yönde adım atma çabasıydı.

Burada kişi aslında ikinci planda. Cumhur ittifakı uygulamalarını değiştirmek istiyor, değiştirmek zorunda kaldığını görüyor. 

Cumhur ittifakı seçimi kazanırsa bunu ne ölçüde yapabilir bilemem ama en azından değişiklik yapma isteği ortada. Çünkü onlar da görüyor ki bu uygulama daha fazla devam ettirilemez. Zaten özünde bir uygulamalar setinden söz ediyoruz, bir ekonomi politikasından değil. 

Artık sayısını unutulan, içeriği izlenemez hale gelen bir dizi yeni icatla gün geçirilmek, seçime kadar idare edilmek isteniyor.

Millet ittifakının da işi zor

Seçim sonrasında yaşanacak zorluklar her iki ittifak için de geçerli. Millet ittifakının avantajı bunun için iyi kötü bir hazırlığının bulunması; daha da önemlisi değişiklik yapma niyetinin kesin olması. Ortada “Acaba mı” diye bir soru yok. Millet ittifakı bugünün “uygulamalar seti”nden, ayakları yere sağlam basan bir “ekonomi politikası”na geçiş yapma niyetinde. 

Peki sonra ne olacak, neler yaşanacak?

Pek üstünde durulmayan bu! 

Geçtiğimiz günlerde “tatlı bir telaş” olarak nitelediğimiz durum yaşandığında ne yapılacak, nasıl bir mücadele sergilenecek?

Bu “tatlı telaş”, Millet ittifakı işbaşına gelip gerçekçi bir ekonomi politikası izlemeye başladıktan sonra hızlı bir döviz girişi yaşandığında ortaya çıkacak durum.

Genel kanı Millet ittifakı ile birlikte yurt dışından yüklü bir sermaye girişi olacağı yönünde. Muhtemelen de bu olabilir. Ama bunun da bazı yan etkileri ortaya çıkacak.

Varsayın ki bir ayda örneğin portföy yatırımı için 20 milyar dolar geldi. Bu dövizi almak için karşılığında TL vereceksiniz. 20 milyar dolar giriş, bugünkü kurla piyasaya 380 milyar lira sürülmesi demek. Çok kısa bir zamanda bu kadar para piyasaya çıkarsa ne olacağı çok açık değil mi; enflasyon alır başını gider.

Dolayısıyla buna izin verilemez. Bu paranın bir şekilde sistemden geri çekilmesi gerekir. Bunun yolu da belli, faizi artırmak kaçınılmaz olur.

Ama öyle çok yüklü bir faiz artışından söz etmiyorum, o şekilde anlaşılmasın. Türkiye bankacılık sistemini düşük faizli ve uzun vadeli kağıtlarla boğduğundan beri faizi birden artırma şansını tümüyle yok etti zaten. Faiz ancak küçük oranlarda ve zamana yayılarak artırılabilir. 

Ters yönlü sermaye kontrolü!

Girişte de belirttim; biz sermaye kontrolü kavramını hep dövize ulaşmanın engellenmesi, yurt dışına döviz çıkarmanın kısıtlanması olarak algılıyoruz. Bakarsınız bu kez ters yönlü bir sermaye kontrolünü gündeme getirmek gerekir. 

Yurt dışından çok fazla döviz gelirse kurlar üstünde aşağı yönlü bir baskı oluşabilir. Zaten yedi aydır sabit tutulan ve seçime kadarki süreyi de katarsak dokuz ayı bulacak olan yatay gidiş bir de tersine dönerse dış ticarette zaten bozuk olan denge tümüyle bozulabilir. 

Ve tabii ki biraz önce de vurguladığım gibi enflasyonun tırmanması durumu...

İşte bütün bunlar gözetilerek yurt dışından döviz girişine belli kısıtlamalar getirilebilir. Ters yönlü sermaye kontrolü dediğim bu. 

Aslında buna “tatlı bir telaş” demek de yanlış olmasa gerek.

Tüm yazılarını göster