Kültürel endüstriler ve yaratıcı ekonomi: Türkiye için yeni bir kalkınma alanı mı?

ELİF ALTINDAĞ ŞENSES elifa@nb.com.tr

Geleneksel ekonomik sektörler; sanayi, tarım ve hizmet üçgeninde tanımlanırken, 21. yüzyılın yükselen değeri “yaratıcı ekonomi” artık bu sınıflandırmayı kökten dönüştürüyor. Kültür, sanat, medya, tasarım, oyun, moda, reklamcılık ve dijital içerik üretimi gibi alanları kapsayan kültürel ve yaratıcı endüstriler, sadece ekonomik değil; aynı zamanda diplomatik, toplumsal ve teknolojik bir güç haline gelmiş durumda. Türkiye de bu yeni dalgayı yakalamaya çalışan ülkeler arasında. Ancak potansiyeline rağmen bu alandaki politikalar hâlâ dağınık, yatırımlar sınırlı ve yaratıcı emek gücü güvencesiz.

UNESCO ve UNCTAD gibi uluslararası kuruluşlar, yaratıcı ekonomiyi “yenilikle harmanlanmış kültürel üretim” olarak tanımlar ve bu alanın hem istihdam yarattığını hem de toplumsal katılımı teşvik ettiğini vurgular. Türkiye'de bu sektörlerin ekonomik içindeki payı henüz %2’nin altında olsa da, hızla büyüyen dijital içerik pazarı, oyun geliştirme şirketleri, müzik prodüksiyonları ve dizi-film ihracatı bu oranın yakında çok daha yukarılara çıkabileceğini gösteriyor.

Türkiye özellikle TV dizileri ve sinema sektörü üzerinden küresel yaratıcı ekonomiye güçlü bir giriş yaptı. Türk dizileri, Latin Amerika’dan Orta Asya’ya, Ortadoğu’dan Balkanlar’a kadar geniş bir coğrafyada izleniyor ve kültürel etkiler üretiyor. 2024 yılı sonu itibarıyla Türkiye, ABD’den sonra dünyada en çok dizi ihraç eden ikinci ülke konumuna yükseldi. Bu ihracatın yıllık geliri yaklaşık 750 milyon dolar seviyesine ulaştı. Ancak sektör hâlâ kamu desteğinden yeterince faydalanamıyor; yapımcılar özel televizyonlara bağımlı, dijital platformlarda ise içerik üreticilerinin gelir modelleri şeffaf değil.

Tasarım, mimarlık, reklamcılık ve moda gibi alanlar ise hâlâ İstanbul merkezli ve küresel rekabet açısından zayıf. Bu alanlarda eğitim veren kurumlar artsa da, sektörde yer alan gençlerin büyük kısmı düşük ücretli, sigortasız ya da proje bazlı işler yapmak zorunda kalıyor. Kültürel emek genellikle “görünmeyen emek” olarak algılanıyor ve bu da uzun vadeli kariyer planlamasını zorlaştırıyor.

Türkiye'nin dijital oyun sektörü ise dikkat çeken başka bir yaratıcı alan. 2025 itibarıyla sektörde faaliyet gösteren şirket sayısı 700'ü geçti. Mobil oyunlar üzerinden küresel başarı elde eden girişimler, Türkiye'deki yazılımcı ve tasarımcıların dünya pazarında da etkili olabileceğini gösterdi. Ancak oyun sektörünün sürdürülebilirliği için finansmana erişim, telif hakları düzenlemeleri ve genç yeteneklerin desteklenmesi kritik önemde.

Yaratıcı ekonominin gelişmesi, aynı zamanda bir ifade özgürlüğü, çoğulculuk ve kültürel çeşitlilik meselesi. Medya, tiyatro, çağdaş sanat ve dijital platformlar gibi alanlarda uygulanan sansür, sansür otosansürü ve politik baskılar, yaratıcı üretimi kısıtlayabiliyor. Bu da hem içeriklerin kalitesini düşürüyor hem de yaratıcı bireylerin yurtdışına yönelmesine neden oluyor. 2020’li yıllarda kültür alanında yaşanan beyin göçü, bu alanın ne kadar kırılgan olduğunu açıkça gösterdi.

Kamu politikaları açısından ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı arasında net bir görev ayrımı bulunmuyor. Yaratıcı girişimcilik için sağlanan destekler çoğu zaman geleneksel sanayi mantığıyla yapılandırılıyor ve özgün ihtiyaçlara karşılık veremiyor. Oysa yaratıcı ekonomi, özgürlük kadar altyapı, teşvik kadar eğitim politikalarıyla desteklenmeli.

Sonuç olarak Türkiye için yaratıcı ekonomi, sadece ekonomik büyüme değil; küresel etkisini artırmak, toplumsal çeşitliliği görünür kılmak ve genç nüfusa yeni iş alanları açmak adına stratejik bir fırsat alanı sunuyor. Ancak bu alanın gelişmesi, klasik sektör mantığıyla değil; esnek, özgür ve katılımcı bir vizyonla mümkün olabilir.

Tüm yazılarını göster