Turizmin yükü belediyelerde, vergisi hazinede!

Gülşah Deniz Atalar

CHP Kültür ve Turizmden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı

Otuz yılı aşkın süredir ülke turizmine hâkim olan anlayış, tek bir cümleyle özetlenebilir: “Daha
fazla turist, daha fazla döviz demek”. Pandeminin sert iki yılı dışında turist sayısı gerçekten
arttı; fakat gelen her turistin ortalama harcaması hala 650-800 dolar bandında sıkışmış durumda.
Başka bir deyişle, daha çok turist geliyor ama bıraktıkları para aynı. Turist sayısındaki artış,
sanıldığı gibi şehirlerin bütçesine doğrudan yansımıyor. Kişi başına gelir yerinde saymaya
devam ederken, kentlerin omuzlarına yüklenen görünmez maliyetler giderek ağırlaşıyor.

Turizmin Görünmeyen Yükü: Yerel Yönetimlerin Sırtındaki Artan Maliyet

Belediyelerin en önemli gelirleri, genel bütçe vergi gelirleri tahsilâtından, yerleşik nüfusa göre
alınan paylardır. Ancak turizm gibi mevsimsel ve dönemsel nüfus yoğunluğu yaşayan
kentlerde, yerleşik nüfusun ötesinde artan nüfus; yol, su, kanalizasyon ve temizlik gibi temel
hizmetlerde maliyet artışına yol açmaktadır.

Gelirlerinin büyük kısmını merkezi bütçeden, yerleşik nüfusa göre yapılan vergi paylarıyla elde
eden bu belediyeler, artan hizmet yüküne rağmen aynı oranda kaynak alamamaktadır. Antalya,
Muğla gibi büyükşehirlerde ve Kaş, Bodrum gibi turizm ilçelerinde bu dengesizlik daha
belirgindir.

Merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasındaki yetki ve kaynak paylaşımındaki bu
adaletsizlik, turizmin sürdürülebilirliğini de zayıflatmaktadır. Turizmin mali yükü yerelde
kalırken, gelirlerin büyük bölümü merkezde toplanmaktadır. Sonuç olarak, kentlerin artan
hizmet taleplerini karşılaması zorlaşmakta; yaşam kalitesi ve turizm altyapısının sürekliliği risk
altına girmektedir.

Bu nedenle, turizm gelirlerinden elde edilen vergilerin bir kısmının doğrudan yerel yönetimlere
tahsis edilmesi, adil bir mali paylaşım ve sürdürülebilir turizm politikası için zorunludur.

Dünya Örneklerinden Öğrenmek

Küresel ölçekte kentlerin bu soruna geliştirdiği çözümlerden hangilerinin sürdürülebilir
sonuçlar verdiği gün geçtikçe daha açık biçimde ortaya çıkıyor:

● Barselona, turist vergisini doğrudan belediye eliyle topluyor ve elde edilen geliri kentin
altyapısını güçlendirmek, kültürel mirasını korumak ve halkın yaşam kalitesini artırmak
için kullanıyor.

● Paris ve Roma gibi destinasyonlarda konaklama vergileri şehir bütçelerine
yönlendiriliyor; böylece turizmin getirdiği mali sorumluluk, aynı mekânda elde edilen
gelirle telafi ediliyor.

● Amsterdam ve Viyana, konaklama vergilerini aşırı turizmin (‘over-tourism’) kent
üzerinde yarattığı baskıyı azaltmak amacıyla doğrudan çevre ve altyapı yatırımlarına
ayırıyor.

● Venedik, gece konaklamayan, şehirde yalnızca birkaç saat geçiren günübirlik
ziyaretçilerden (‘day tripper’) 5 ila 10 € arasında değişen bir ücret alıyor. Bu uygulama,
hem ek gelir yaratmayı hem de kentteki aşırı kalabalığı kontrol altına almayı hedefliyor.

● Japonya’da kısa süreli konaklama platformlarından kaynaklanan atık sorunu için ayrı
bir vergi tahsil ediliyor; çünkü altyapı normal nüfusa göre planlandığından turistik
yoğunluk kapasiteyi zorluyor.

Bu örneklerin ortak noktası nettir: Turizmden doğan yük, aynı mekânda elde edilen gelirle
dengeleniyor.

Türkiye’de Durum: Gelir Merkezde Toplanıyor, Yerelde Harcama Yükü Büyüyor

Türkiye’de 2019’da kabul edilen düzenlemeyle Konaklama Vergisi, tıpkı KDV gibi işletmeler
tarafından Hazine ve Maliye Bakanlığına bağlı Gelir İdaresi Başkanlığı’na beyan edilerek
merkezi bütçeye aktarılmaktadır. Yani vergi kentte doğmasına rağmen, gelir doğrudan
Hazine’ye girmekte; yerel bütçelere dönmemektedir. Bu durum yalnızca konaklama vergisiyle
sınırlı değildir. Yerelde üretilen ancak belediyelere kaynak olarak geri dönmeyen üç temel vergi
kalemi öne çıkmaktadır:

1. Konaklama Vergisi

7183 sayılı Kanun’la getirilen bu vergi, konaklama bedeli üzerinden %2 oranında
hesaplanır (Cumhurbaşkanı kararıyla %1’e kadar indirilebilir). Tahsil edilip merkezi
bütçeye aktarılır; belediyelerin bu gelir üzerinde herhangi bir söz hakkı yoktur.

2. Turizm Payı (Hasılat Payı)

Aynı Kanun uyarınca konaklama tesisleri, yeme-içme-eğlence işletmeleri ve seyahat
acentalarından elde edilen net satış veya kira gelirleri üzerinden binde 5 (%0,50)
oranında alınır. Bu gelir doğrudan Türkiye Turizm Tanıtım ve Geliştirme Ajansı
(TGA) bütçesine aktarılır. Kentlerin tanıtım stratejilerinde söz hakkı
bulunmamaktadır.

3. Emlak Vergisi Katkı Payı (Taşınmaz Kültür Varlıklarının Korunması Katkı Payı)

2004 yılında, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nda yapılan
düzenleme ile taşınmaz kültür varlıklarının korunmasına yönelik faaliyetleri finanse
etmek amacıyla özel bir kamu fonu oluşturulmuştur. Bu düzenleme kapsamında
mükelleflerden alınan emlak vergisinin %10’u oranında ek ödeme, “Taşınmaz Kültür
Varlıklarının Korunması Katkı Payı” adı altında tahsil edilmektedir.
Katkı payı, ilgili belediyeler tarafından emlak vergisiyle birlikte tahsil edilir. Ancak
belediyeler bu kaynağın kullanımında söz sahibi değildir. Tahsil edilen tutarlar:

● Büyükşehir belediyesi bulunmayan illerde → İl özel idareleri tarafından,

● Büyükşehir belediyesi olan illerde → Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları (YİKOB) tarafından,

açılan özel banka hesaplarına aktarılır. Bu kaynak, restorasyon, bakım ve koruma projelerinde
kullanılmak üzere merkezi idarenin kontrolünde yönetilir.

Sonuç olarak, katkı payı yerelde tahsil edilse de, kullanımında karar ve yetki merkezi idareye
aittir; belediyeler yalnızca tahsilat aşamasında rol üstlenmektedir.

Bunun sonuçları sahada çok açık:

● Sapanca ve Karadeniz bölgelerinde Turistlerin yoğun ziyaretleri, özellikle içme suyu
barajları ve yeraltı su rezervleri üzerinde baskı yaratıyor. Halk, turizmin ekonomik
katkısını beklerken; bunun yerine artan evsel atık yükü, su kaynaklarında tükenme riski,
yaz aylarında tıkanan yollar ve kapasitesini aşan altyapı ile karşı karşıya kalıyor.

● Antalya: Turizm gelirinin merkeze aktarılması, belediyelerin altyapı yatırımlarını
kısıtlıyor; bu da hem halkın günlük yaşamını hem de turistlerin deneyimini olumsuz
etkiliyor.

● Kapadokya: Balon uçuşları, araç trafiği ve yoğun ziyaretçi akışı tarihi dokuyu koruma
maliyetlerini artırıyor. Turizmden elde edilen vergiden pay alamayan yerel yönetimler
için bu durum, kültürel mirasın korunmasını riske atıyor.

● İstanbul: Tarihi yarımadada turizm baskısı, özellikle altyapıyı (su, kanalizasyon, toplu
taşıma) zorluyor. Merkezi bütçeye giden konaklama vergisi nedeniyle, Fatih ve Beyoğlu
gibi ilçeler bu maliyetleri kendi imkânlarıyla karşılamak zorunda kalıyor.

● İzmir / Urla, Çeşme–Alaçatı: Festival ve yaz yoğunluğu sırasında atık ve trafik yükü
ciddi boyutlara ulaşıyor. Belediyelerin, geçici personel istihdamı veya altyapı takviyesi
için gerekli kaynağa doğrudan erişememesi hizmetlerin aksamasına yol açıyor.

● Trabzon ve Rize: Yayla turizmi ve günübirlik ziyaretler, yol ve çevre düzenleme
ihtiyacını artırıyor. Ancak toplanan vergi merkezi bütçeye gidip geri dönmediği için,
bölge halkı “gelir merkezde, yük bizde” duygusuyla karşı karşıya kalıyor.

Bu tabloyu ağırlaştıran bir diğer gelişme ise, 28 Temmuz 2021’de yürürlüğe giren 2634 sayılı
Turizmi Teşvik Kanunu’nun Geçici 11. Maddesi oldu. Bu düzenlemeyle daha önce
belediyelerin ruhsatlandırdığı otel, pansiyon, tatil köyü, kamp alanı, kıyı tesisleri, bar ve plaj
işletmeleri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlandı. Böylece belediyelerin hem ruhsat gelirleri
hem de denetim yetkisi ellerinden alındı. Bugün Türkiye genelinde 25 bini aşkın tesis “Basit
Konaklama Belgesi” ve “Plaj İşletmesi Turizm İşletme Belgesi” ile Bakanlık tarafından
ruhsatlandırılıyor. Toplam yatak kapasitesi yaklaşık 1,9 milyona ulaşmış durumda. Ancak tüm
bu büyüklüğe rağmen, belediyelerin bu işletmelerden elde ettiği mali gelir azalmış durumda.

Sonuçta ortaya çıkan çelişki açıktır: Belediyeler hem turizmin getirdiği yoğunluk, altyapı yükü
ve çevresel maliyetlerle uğraşmakta hem de bu yükü karşılayabilecek kaynaklardan yoksun
bırakılmaktadır. Gelirin ve yetkinin merkeze toplanması, yerel yönetimlerin hem finansal hem
de idari açıdan etkisizleştirilmesine yol açmaktadır. Oysa turizm gelirlerinin kentte kalması,
ruhsat ve vergi kaynaklarının belediyelerin hizmet kapasitesine yönelmesi, yani
vergilendirmenin yalnızca gelir elde etme değil, kamu hizmetlerini güçlendirme ve yerel refahı
artırma amacıyla kurgulanması, hem halkın yaşam kalitesini hem de turizmin
sürdürülebilirliğini güvence altına alacaktır.

Merkezileşme, Güven Sorunu ve Şeffaflık

Sıklıkla dile getirilen öneri, verginin merkezde toplanması ve elde edilen gelirin bir kısmının
yerel yönetimlere bırakılmasıdır. Ancak bu yöntem, finansal ve siyasal açılardan pratik değildir.
Çünkü hizmetin yükünü taşıyan belediyeler kaynağa doğrudan erişemediğinde, hizmetler
gecikir ve etkinliği düşer. Dahası, merkezde toplanan gelirlerin nereye harcandığı çoğu zaman
şeffaf değildir. Oysa yerelde toplanan vergi, hem yurttaş hem de sektör tarafından doğrudan
izlenebilir. Bu, belediyelere keyfi harcama imkânı tanımak değil; tam tersine, belediye
meclisleri ve kurulması elzem olan turizm meclisleri aracılığıyla daha güçlü bir denetim ve
hesap verebilirlik mekanizması yaratmak demektir. Böylece hem halkın vergisinin nerelere
harcandığı net biçimde görülecek, hem de turizmden doğan maliyet adil bir şekilde
karşılanacaktır.

Türkiye’de merkezi sistemin vergi toplama mekanizmasında en önemli sorunlardan biri,
kaynak kullanımında şeffaflık ve hesap verebilirliğe dair güven eksikliğidir. Kamu
kaynaklarının yönetiminde görülen bu zayıf denetim kültürü, yurttaşların ve sektör temsilcilerinin, vergi gelirlerinin akıbetine dair güvenini sarsmaktadır. Bu durum, yalnızca
merkezi yönetim için değil, yerel yönetimler açısından da kurumsal kapasite ve denetim
mekanizmalarının güçlendirilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Bunun en çarpıcı
örneklerinden biri, son yıllarda yaşanan büyük orman yangınlarıdır. Bu felaketlerin ardından
kamuoyunda sık sık dile getirilen endişe, yanan orman arazilerinin imara açılacağı yönünde
olmuştur. Benzer biçimde, 2025 yılında Kartalkaya’da meydana gelen, ağır ihmaller ve
denetimsizlik sonucu 76 kişinin hayatını kaybettiği yangın, kamu otoritesinin yükümlülüklerini
yerine getirmediğinde ortaya çıkan ağır sonuçları açıkça göstermiştir. Oysa yeniden inşa ve kriz
yönetimi süreçleri, tabandan gelen katılımcı mekanizmalarla yürütülse; kültürel ve doğal
mirasın korunması öncelense; hesap verilebilirlik ilkesi eksiksiz işletilse, yurttaşların devlete
ve kurumlara duyduğu güven çok daha güçlü tesis edilebilir. Aynı ilke, turizm gelirlerinin
yönetimi için de geçerlidir: Yerelde toplanan, amacına uygun ve şeffaf biçimde harcanan bir
konaklama vergisi, sadece ekonomik bir araç değil; aynı zamanda toplumsal güveni yeniden
inşa etmenin de en etkili yoludur.

Bu bağlamda yapılması gereken adımlar nettir:

1. Konaklama vergisinin tahsil yetkisi belediyelere devredilmelidir. Merkezi hükümet
yalnızca vergi oran aralığını ve genel çerçeveyi kanunla belirlemeli; nihai orana ve
istisnalara ise belediye meclisleri karar vermelidir.

2. Gelir, amacına bağlanmalıdır. Su ve atıksu altyapısı, temizlik hizmetleri, toplu taşıma,
kıyıların ve kültürel mirasın korunması ile yeşil alan bakımı gibi kalemlere harcama
zorunluluğu getirilmelidir.

3. Turizm Meclisleri kurulmalıdır. Büyükşehir belediyeleri ile il ve ilçe belediyelerinin
eşgüdümünde; sektör temsilcileri, meslek örgütleri, sendikalar, STK’lar ve yurttaşların
katılımıyla oluşturulacak bu meclisler, vergi oranı, harcama öncelikleri ve Turizm
Master Planı üzerinde söz sahibi olmalıdır.

4. Konaklama vergisinin yerelde toplanması, merkezi hükümete bağlı Türkiye Turizm
Tanıtım ve Geliştirme Ajansı (TGA) ile yerel yönetimler arasında iş birliğini
güçlendirecek önemli bir fırsattır. Bu sadece TGA’nın tek taraflı yetkisini sürdürmesi
anlamına gelmemeli; aynı zamanda Belediyeler Birliği gibi yerel temsil
mekanizmalarının da sürece katılması sağlanmalıdır. Böylece belediyeler, hem tanıtım
stratejilerinde hem de destinasyon yatırımlarında daha fazla söz sahibi olur. Bu
yaklaşım, merkezi otoritenin yok sayılması değil; tam tersine yerel ve merkezi
politikaların uyum içinde çalışmasını mümkün kılacak bir düzenleme olarak
görülmelidir. Böyle bir model ile, belediyelerin konaklama vergisinden ayırdığı kaynak
kadar TGA da katkı sağlamalıdır. Bu sayede turizm tanıtımı ile altyapı yatırımları
birbirini tamamlar; hem halkın yaşam kalitesi hem de turizm sektörünün
sürdürülebilirliği için kalıcı değer yaratılır.

Sonuç

Turizm, yalnızca döviz akışını değil; kentlerin altyapısını, çevresini ve sosyal dokusunu da
doğrudan etkileyen çok boyutlu bir faaliyettir. Bu yükün maliyeti adil biçimde
paylaşılmadığında, halk ile ziyaretçiler arasında gerilim artar, destinasyonların çekiciliği azalır
ve sektörün sürdürülebilirliği tehlikeye girer.

“Vergi kentte doğar, kentte kalmalı” yaklaşımı, bu nedenle sadece mali bir teknik düzenleme
değil, aynı zamanda:

● Adaletin tesisidir çünkü yükü taşıyan, karşılığında kaynağa erişmelidir.

● Şeffaflığın teminatıdır çünkü vergi gelirinin nereye harcandığını yurttaş ve sektör
doğrudan izlenebilmelidir.

● Demokratik katılımın güçlendirilmesidir çünkü turizm meclisleri sayesinde yerel
yönetim, sektör, STK ve yurttaşlar birlikte karar alabilmelidir.

● Sürdürülebilirliğin garantisidir, çünkü altyapısı yetersiz kalan, su kaynakları tükenen
veya atık yönetimini yapamayan destinasyonların marka değeri hızla zayıflar; Oysa
kentine yatırım yapan yerler, halkın yaşam kalitesini ve turistlerin sadakatini uzun
vadede güçlendirir.

● Türkiye’nin turizm politikası artık nicelikten niteliğe ve yerel katılıma evrilmek
zorundadır; turistten alınan vergi Ankara’da kaybolmamalı, Muğla’da suya, Sapanca’da
altyapıya, Kapadokya’da kültürel mirasa dönüştürülmelidir.

● Son olarak, kültürel mirasın korunması ve arkeolojik kazıların finansmanı için yeni bir
kaynak oluşturulmalıdır. Kurumlar Vergisi’ne %5 oranında Kültürel Miras Payı
eklenerek, kazıların ve restorasyonların sürekliliği güvence altına alınırken,
üniversiteler ve yerel paydaşlarla da daha güçlü bir destek mekanizması oluşturulabilir.

Gerçek turizm başarısı, yalnızca ziyaretçi sayısı ya da döviz girdisiyle değil; hem ev sahibinin
hem misafirin eşit yaşam kalitesini paylaştığı kentler yaratmakla ölçülür.

Tüm yazılarını göster