19 Mayıs, çağdaşlaşma ve tünel…
Türkiye’nin de ekonomik, demokratik ve sosyal dönüşümünü bu standartlara ulaştırmak için çıktığı “AB üyelik yolu”, giderek karanlık ve bitmek bilmeyen bir tünele dönüşüyor.
ATATÜRK’ÜN KURDUĞU, "çağdaşlaşmayı" esas yön olarak benimsemiş Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolun mihenk taşı, Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı tarihtir; 19 Mayıs 1919. Bu mihenk taşının 105’inci yılında Türkiye’nin duruşu ve ülkede yaşanan tartışmalar ise, başlangıçta amaçlanandan çok farklı bir yöne sürüklendiğimizi gösterir nitelikte... Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeni müfredat çalışmasında fen derslerini azaltıp, yerine daha çok dini referanslı ders koyması ve Cumhuriyet tarihini adeta “yeniden yazan” ifadelerin ders kitaplarına yerleştirilmesi, halen ülkedeki en büyük tartışmalardan birini oluşturuyor. Ülkesini seven pek çok vatandaşın endişesi, “integrali” hiç duymadan liseden mezun olacak nesillerle Türkiye’nin, yapay zeka gelişmelerini uzaktan izleyen, evrenin keşfine ancak “uzay turisti” seviyesinde katılabilen bir ülke haline dönüşmesi…
AVRUPA BİRLİĞİ’NDEN KOPUŞ...
Buna elbette Türkiye’nin Avrupa Birliği standartlarından kopuşunu da eklemek gerek; İngiltere’nin ayrılışından sonra Avrupa Birliği uluslararası siyasetteki zaten az olan etkisini, hepten yitirmiş bir görüntü ortaya koyuyor. Ancak bu durum Birliğin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ekonomi alanlarındaki güçlü yapısına henüz etki etmiş değil.
Avrupa Birliği üyesi ülkelerin vatandaşlarının tecrübe ettikleri günlük hayata dair üst düzey standartlar, hala dünyanın dört tarafından pek çok ülke tarafından gıptayla izleniyor. Türkiye’nin de ekonomik, demokratik ve sosyal dönüşümünü bu standartlara ulaştırmak için çıktığı “AB üyelik yolu” ise, giderek karanlık ve bitmek bilmeyen bir tünele dönüşüyor. Değil tam üyelik, yakın zamanda “olacak” diye bakılan gümrük birliğinin güncellenmesi ya da Türk vatandaşlarına vizesiz Avrupa hedefleri bile artık ufukta görünmüyor. Aksine, Türk hükümeti bugünlerde Avrupa Birliği ülkeleri ile pazarlık sürecini “Türk vatandaşlarına verilen Schengen vizesinin” pandemi öncesi hıza ve sayıya ulaştırılmasına kadar düşürmüş durumda…
“DIŞİŞLERİ ANONİM ŞİRKETİ...”
Son dönemde, Atatürk tarafından Cumhuriyet içinde özenle kurumsallaştırılmış yapılardaki bozma/bozulma da iyice görünür olmaya başladı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilk “yeniden yapılanma” askeriyede gerçekleşti; Askeri tıbbiyenin yok edilmesinden, Genelkurmay Başkanlığı’nın etkisizleştirilmesine, Harp Okulları’nın “Milli Savunma Üniversitesi”ne dönüştürülmesine kadar varan bir “eskiyi değiştirme” çabası oldu bu…
AK Parti hükümetleri son dönemde savunma bakanlarını artık eski genelkurmay başkanlarından seçtiği için, Genelkurmay makamının etkisizliği görünür değil; ancak bir sonraki bakan eski Genelkurmay Başkanı olmazsa ne olur, nasıl bir karmaşa yaşanır; bunu da zaman gösterecek.
Şimdi de sıra Dışişleri Bakanlığı’na gelmiş olmalı ki, TBMM’ye “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” kurulmasına ilişkin bir kanun teklifi verildi. Teklifte imzası bulunan AK Parti Balıkesir Milletvekili Canbey, vakıf kapsamında kurulması planlanan diplomasi akademisinin amacını, “Diplomatların akademik donanımlarının geliştirilmesi, yabancı etkilerden uzak, yerli ve milli nitelikli akademik eğitim sağlanması” olarak açıkladı. Ve bu durum akla, “şimdiye kadar Türkiye’yi şerefle temsil etmiş Türk diplomatlar, yerli ve milli nitelik taşımıyorlar mıydı” sorusunu getiriyor elbette... Nitekim, Dışişleri Bakanlığı’na yıllarını vermiş, siyasette de kendine yer edinmiş emekli büyükelçiler, bu yeni yapılanmayı çok sert eleştirdiler. Meclis’e giden teklifte söz konusu vakfın emlak alım satımından, hisse senedi ticaretine, hatta araç kiralamaya kadar pek çok “işle” meşgul olmasının önü açıldığı için olsa gerek, Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, hedeflenen oluşum için “Dışişleri Anonim Şirketi” tanımını yaptı.
“Devlet ticarethane değildir” diyen Emekli Büyükelçi Namık Tan ise, “Dışişleri Bakanlığı, her şeyden önce ülkeyi temsil eden bir kurumdur. Dünyanın farklı ülkelerinde günlük ticari ilişkilere girmesi, kâr amaçlı çalışmalar yapması yakışık almaz, devlet geleneğine uymaz, yüz kızartıcıdır” yorumunu yaptı. Tan, böyle bir oluşumun “Dışişleri Bakanlığına paralel bir yapı” haline gelmesi tehlikesine de dikkat çekerek, “Alım satım, ihale, taşınır taşınmaz mal kullanımı gibi konularda vakıf, Dışişleri Bakanlığı ile yetki paylaşacak, bakanlık dışarıdan siyasi müdahaleye ve baskıya açık hâle gelecektir” ifadelerini kullandı. Emekli Büyükelçi Kamil Erozan da, “Dışişleri Bakanlığı’nın şimdiye kadar sokağa bu kadar saçıldığı görülmemişti” yorumunu yaptı. Dışişleri Bakanlığı sadece bir örnek; 19 Mayıs’ın 105’inci yıldönümünde, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti “yeniden yapılandırılmaya” çalışılıyor. Ancak bu yeni yapılanmanın ne yazık ki, yine Atatürk’ün hedef gösterdiği “çağdaşlaşma” ile pek ilgisi yok gibi...
Şimdi sıra Dışişleri Bakanlığı’na gelmiş olmalı ki, TBMM’ye “Dışişleri Teşkilatını Güçlendirme Vakfı” kurulmasına ilişkin bir kanun teklifi verildi. Emekli Büyükelçi Ünal Çeviköz, hedeflenen oluşum için “Dışişleri Anonim Şirketi” tanımını yaptı.