(Federal Reserve System) ABD’nin banknot emisyon rejimi “Federal Reserve System” olarak adlandırılır. 1913’te çıkarılan kanundan sonra Federal Reserve Sistemi 1914’te faaliyete geçmiştir. ABD’de merkez bankasının işlevlerini üstlenen üçüncü kurumdur. Sistemin başlıca hedefleri, para politikasını belirlemek, finansal sistemin istikrarını sağlamak, finans kurumla- rının düzenlenmesini ve denetimini yürütmektir. Ödemeler ve takas sisteminin güvenliğini ve tüketicilerin haklarını korumayı da amaçlayan sistemin üç ayağı şunlardır:
Federal Reserve Board (The Fed): Bu merkezi para otoritesi ABD Merkez Bankası olarak çalışır ve 12 şehirdeki federal reserve bankalarının koordinatörlüğü görevini üstlenmiştir. Tam adı “Federal Reserve Board of Governors” olup günlük ekonomik hayatta The Fed kısaltması kullanılır. Para siyasetinin belirlenmesinde merkeziyetçilik, uygulamada ise özerklik ilkeleri geçerlidir. Merkez bankacılığının tüm işlevlerini üstlenen Fed’in başkanını, ABD Başkanı seçer ve bu seçim Senato’nun onayına sunulur.
12 bölgesel banka: Sistemde ABD, 12 emisyon bölgesine ayrılmıştır. Bu bölgelerden her birinde ayrı bir Federal Reserve Bankası kurulmuştur. Bunlar Boston, New York, Philadelphia, Cleveland, Richmond, Atlanta, Chicago, Saint Louis, Minneapolis, Kansas City, Dallas ve San Fransisco federal rezerv bankalarıdır. Her federal rezerv bankasının dokuz yöneticisi vardır Bu bankalar anonim şirket yapısında olup, kamu hizmeti olarak faaliyetlerini yürütürler.
Federal Open Market Committee (FOMC): Açık piyasa işlemleri bu komite tarafından yürütülür. Komite dolaşımdaki para miktarına esneklik getirmeyi ve ticari senetlerin ıskontosu için gerekli kolaylıkları gerçekleştirmeyi amaçlar. Sistem tüm merkez bankaları gibi para politikasını belirlerken, ekonominin büyümesi, enflasyonun düşük düzeylerde kalması ve istihdamın artırılması gibi temel ekonomik hedefleri göz önünde tutar. ABD Merkez Bankası’nın para politikası, dünyadaki sermaye hareketlerini doğrudan etkilediği için tüm ülkelerdeki ekonomi çevreleri tarafından yakından izlenir. Çünkü ABD faiz oranlarının yükselmesi, gelişen ülkelerdeki yabancı kaynaklı kısa vadeli portföy sermayesinin gelişen ülkelerden çıkmasına neden olur. Bu ülkelerde kurların ve faizlerin yükselmesi ise resesyon riskini artırır.