İçimizde kırılan fay hatları

EKONOMİ gazetesi Yayın Kurulu Başkanı Şeref Oğuz, HAFTA baş yazısında, Kahramanmaraş merkezli deprem felaketini kaleme aldı; olası İstanbul depremini hatırlattı.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
İçimizde kırılan fay hatları

Şeref OĞUZ / HAFTA Başyazı

Ağıtlar coğrafyasında yaşamanın ağır bedeliyle bir kez daha yüzleştik. Cennet Anadolu’nun dibi, fay hatlarıyla dolu ve bir deprem ülkesiyken bu gerçeği reddede gelmek gibi bir özrümüz var. Özür diyorum zira sadece Cumhuriyet döneminde depremde verdiğimiz kayıplar, Kurtuluş Savaşı kayıplarımızın kat be kat üzerinde…

Kırılan sadece dipteki fay hatları mı? Aslında her birimizin derunumuzda var olan hatlar da kırılarak içimizdeki alacayı dışarı çıkarıverdi. Kimimiz iyiliklerimizi saçtık bu topraklara… Kimimiz de fenalıklarımız, bencilliklerimizle belirginleştik.

Büyük Marmara depreminde İstanbul’un başına gelenlerden öğrendik ki ‘depreme hazır değilseniz, ödeyeceğiniz bedel ağır olacaktır’. Bu bedeli ödedik fakat yeterince ders çıkardığımız söylenebilir mi? Depremin sadece bizim derdimiz olmadığını biliyoruz.

Dünya kabuğu kıpır kıpır ve bu afet her yerde… Dünyada; doğal afetlerde son 20 yılda 1.5 milyon kişi hayatından oldu. Riske maruz nüfusun yüzde 15’i gelişmiş ülkelerde olmasına rağmen afette can kayıplarının yüzde 1.8’i bu ülkelerde meydana geldi. Peki ya doğal afetlerin yüzde 94’ünün gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmesine ne demeli?

Hazır dünya ile kıyaslarken birkaç rakam daha vereyim; son 10 yılda tahmini birincil ekonomik kayıplar yılda 1 milyar $’ın üzerinde… Richter ölçeği ile 5.5 üzerinde yıllık deprem sıklığı: 0.76 (Dünyada 6. sırada) Afet nedeniyle yıllık can kaybı: 950 (dünyada 3. sırada). Nüfus başına (milyon) can kaybı: 15,58 (Dünyada 4. sırada) Yıllık ortalama afete maruz nüfus: 2 milyon 745 bin 757 kişi (Dünyada 8. sırada) Maruz nüfus başına (milyon) can kaybı: 346 kişi (Dünyada 4. sırada)

Biz durduk deprem durmadı

Bu kadar rakam yeter… Deprem değil bina öldürür sözünü bize Rahmetli Ahmet Mete Işıkara hediye etmişti. Onun rahmetli asistanı Süheyla Sezan da depremle yaşamaya dair eğitimleri tasarladı ve bize sundu. Ancak biz tınmadık, Işıkara’yı bilimsel değeriyle değil, “yılın en seksi erkeği” yaftasıyla ödüllendirdik (!) Biz durduk ama deprem durmadı, Anadolu beşik gibi sallanmayı sürdürdü. İrili ufaklı binlerce deprem; artçısı, öncüsü ile bizi sürekli uyardı. Aldığımız dersleri unutuverdik, tedbirleri gevşettik ve bildiğimizi okumaya devam ettik. Trafik kazası sonrası kasko yaptırmayı akıl eden şaşkın sürücüler gibi davrandık. İmar affeder ama deprem affetmez dedik, dinleyenimiz olmadı. Roma’dan bin 500 yıl sonra Mimar Sinan’ın geliştirdiği ve günümüze kadar aktarılan inşaat tekniklerini, yapı tasarım bilgeliğini bir kenara bıraktık. Deprem vurdu, biz tınmadık. Deprem öldürdü, biz aldırmadık. Bugün gelinen noktada 1939 Erzincan depremini de geride bırakan afet ile yüzleştik.

Fikirler değişir ama insanı alışkanlıklar yönetir 

Krizler, beklenmeden gelendir. Beklenmeden geldikleri için, krize hazır olmak, akıllı ulusların en önemli uğraşlarındandır. Krizler, toplum hayatında, inanılmaz fırsatlar barındırır. Zira krizin dinamikleri, davranışımızı değiştirir ve bu da çoğu kez daha iyi bir yarın için bizlere, altın fırsatlar sunar. Mesela deprem sabahı, hepimiz jeolog kesildik. Üzerinde durduğumuz toprağın, bir gün gelip adeta kilim gibi silkeleneceğini bir kez daha öğrendik. Eminim şu anda pek çok insanın “hayat algısı” ve fikirleri değişti. Ancak insanın “önce” fikirleri değişir. Fakat hayatını hala “alışkanlıkları” yönetir. Depremin değiştirdiği “fikirlerimizi”, eski ve köhne “alışkanlıklarımıza” yansıtamadığımız için, yeni felaketlere hazırlık yapmama gafletimizi sürdürüyoruz. Fakat yine de depremin ne olduğu, ne yaptığı, nasıl davrandığı, olup olmayacağı konusunda herkesin artık bir “fikri” var. Misal İstanbul’da bir depremin olacağını “bilim insanları” kadar, sokaktaki çocuklar dahi biliyor. Fakat bilmediğimiz, bu “bilginin” günlük hayatımızda nasıl bir “faydaya” dönüştürüleceği… İstanbul, sıradan bir Türkiye kenti değil. Vergilerin %45’inin toplandığı, ekonominin %54’üne yön veren, nitelikli insan gücünün 7’de 1’ini barındıran stratejik bir kent… 

Gaflet noktasından tedbir aşamasına gelemedik

Dünya metropolleri arasında “seçkin” bir yere sahip İstanbul’un depremi yaşamasın rağmen, bir sonrakine hazırlık noktasında yaptıkları ise henüz “gaflet” noktasından “tedbir” aşamasına gelmiş değil. Hele ki son büyük felaketin tazelediği zihin yapımız, olası bir İstanbul depreminde neler yaşanabileceği konusunda bizi eğitmiş olmalı… Söze içimizdeki kırılan fay hatlarıyla başlamıştım. İyi insanlar, felaket zamanlarında, karşılık beklemeden ve sadece iyilik adına hareket ederler. Depremde bu insanlarımız açığa çıktı. Yollara düştüler, yemek, sıcak, yatak kavramlarından utanır oldular. Zira on binlerce insanımız enkaz altında toz yutuyor, susuzluk çekiyor ve soğuktan donuyordu. Kötü fay hatları ile döşenmiş olanlarımız da bu depremde açığa çıkıverdi; sadece kendisine yarayacaksa iyilik yapanlar, çıkarı yoksa kılını kıpırdatmayanlar, deprem vesilesiyle kendini, kurumunu, siyasetini görünür kılanlar…

“Vicdan, içimizdeki tanrının sesidir” der Viktor Hugo… Çifte deprem ile bu sesi bir kez daha işittik. Sözü ağıtlar coğrafyasının ozanlarından Emrah ile bağlayalım; “Nazlı yardan kem haberler geliyor / Dostlarım ağlıyor, düşman gülüyor / Dediler ki sefil Emrah ölüyor / Kimi kazma kürek bel aldı gitti.”