ABD’de resesyon tartışmaları

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM

ABD’de ekim ayı enflasyonunun beklentilerin altında gelmesi piyasalarda olumlu etki yapmış, bir süredir düşüşte olan borsa endeksleri de hızla toparlanmıştı. Ancak bununla beraber, ABD doları ivme kaybetmiş, ve dolar endeksi de 110 seviyelerinden 107’e kadar gerilemişti. Buradaki hareketin kaynağını “enflasyon beklentilerin altında kalmaya devam edeceği ve bu nedenle de Fed’in daha önce tahmin edilen faiz artırımlarını daha ılımlı bir rotada gerçekleştireceği” şeklinde özetlenebilecek piyasa inancına dayanıyor.                   

Aslında bu gelişme aynı zamanda ABD ekonomisinin diğer ekonomilere göre daha güçlü kalmaya devam ettiğini, daha düşük faiz artışı gerçekleştireceği için ekonomiyi daha az boğacağı ve orta vadede diğer gelişmiş ülkelere göre daha olumlu bir performans sergileyeceği anlamına da gelmekte. Böyle bakıldığında, belki ABD dolarının değer kaybetmesi anlamsız gelebilir, ancak kısa ve orta vadede doların değerini belirleyen olgu dolar ve diğer para birimleri arasındaki şu anki ve gelecekte beklenen faiz farkı olmakta. ABD’de politika faizinin yüzde 5’te tepe noktasını görmesi beklenirken, diğer gelişmiş ülkelerde daha gidilecek çok mesafe varmış gibi gözüküyor.                

Öte yandan Roubini gibi bazı ekonomistler ise hâlâ son 13 senede yaratılan sıfır faizli aşırı likidite nedeniyle kamu ve özel sektör borçluluk oranlarının çok artmış olduğu, ve bu nedenle de Fed’in (ve diğer merkez bankalarının) sıkı para politikası izleyerek ekonomileri derin bir resesyona sokacağı iddiasındalar. Roubini’ye göre eğer Fed büyüme ve istihdama öncelik vererek para politikasını yeterince sıkı tutmaz ise bu sefer de piyasadaki enflasyon beklentileri artacak ve bir ücret-fiyat sarmalı meydana gelecek.                  

Şahsen Roubini’nin bu (her zamanki gibi karamsar) görüşlerine katılmıyorum. Öncelikle yüzde 7’lerde seyreden bir enflasyon karşısında yüzde 5’te tepe noktasını görecek olan bir faiz artırım döngüsü ekonomiyi çok daraltıcı olmayacaktır. (Kaldı ki, ABD de kamunun borçlanma faizleri halen çok düşük seviyelerde. Bu aynı zamanda “reel” kamu borcunun azalması anlamına da geliyor.) Öte yandan, Batı ekonomilerinde yaşanan enflasyon çok büyük ölçüde arz kaynaklı bir enflasyon. Hal böyle iken, para politikasını aşırı sıkmanın kimseye faydası olmaz. Fed de bu durumun gayet bilincinde. Ancak, enflasyon konusundaki görüşleri Phillips eğrisi kavramı ile şekillenmiş piyasa oyuncularına çok da fazla gevşek bir görüntü de vermek istemiyor.                     

Bu noktada ücret-fiyat sarmalı ve Phillips eğrisi kavramlarına da bir parantez açalım. Phillips eğrisi işsizlik oranı ve fiyat artışları arasında ters yönde bir ilişki olduğu iddiasında olan bir kavram. (İşsizlik oranı düştükçe reel ücretlerin de artacağı tezi nedeniyle bu kavram çoğu zaman direkt ücretler ve enflasyon arasındaki ilişkiye indirgenir.) Ancak gelin görün ki son 40 yılda yapılan ampirik çalışmalar böyle bir korelasyonun olduğunu kanıtlayamamış durumda. Ve en son ampirik tahminler, Phillips eğrisinin genel olarak düz olduğunu gösteriyor - başka bir deyişle, ücretler, fiyatlar ve işsizlik arasında bir ilişki yok. Bu kanıtlara rağmen, bir kısım anaakım iktisatçı ücret artışlarının enflasyon için temel risk olduğunu iddia etmeye devam ediyor. Bu tutumun gerçek nedeninin bazı kesimlerin şirket kârlarını korumak için artan enflasyon karşısında 'ücret baskılaması' istemeleri olduğu iddia edilebilir. (Unutmayalım ki, son tahlilde kapitalist üretim süreci sonunda elde edilen artı değerler emek ve sermaye arasında bölüşülür.)             

Bir de (FTX’in batmasıyla iyice gündeme giren) dijital paraların akıbeti ve bu durumun ekonomilerin geneline etkisi konusu var. Eğer bir şeye fiktif varlık tanımı yapacaksak o da “dijital para” olur herhalde. Bu paralar ve bunların etrafında kurulan diğer finansal sistem ve platformların er veya geç bir darboğaza gireceği ilk günden belliydi. Sadece, küresel enflasyon karşısında para politikalarının az buçuk sıkılaştırılmaya başlaması bile bu sonu erkene çekmiş oldu. Bu piyasalardaki çöküşün reel piyasalara etkisini tahmin etmek ise zor olabilir. “Haydan gelen huya gider” misali fiktif servetlerin erimesinin etkisi de fiktif kalabilir desek de, özellikle düzenleme ve denetimi iyi yapılmayan bu gibi piyasalarda risklerin nerede ve nasıl toplandığını bulmak kolay değil.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar