Demokrasinin olmadığı bir ‘kalkınmanın’ faydası yok

AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, dövizdeki oynaklık nedeniyle Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) bir araç olarak kullanıldığını belirterek, “Bu bir ekonomik zorunluluk, şartların gereği olarak kullanıldı ve tabi ki ilanihaye kur korumalı mevduat üzerinden bir ekonomi dengelerini sağlayamaz biz de bunun farkındayız, ama sonuç itibariyle atılan bu adım olumlu olmuştur” dedi.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Demokrasinin olmadığı bir ‘kalkınmanın’ faydası yok

Maruf BUZCUGİL - Canan SAKARYA/ANKARA

EKONOMİ gazetesi Ankara Sohbetlerinin konuğu olan Numan Kurtulmuş, seçim öncesi ekonomiden, siyasete uzanan sorularımızı yanıtladı.

AK Parti’nin seçim bildirgesine baktığımızda siyasi rekabetin bazı temel noktalarda aynı yerde buluştuğunu görüyoruz. Ekonomik Sosyal Konsey, kadına odaklı aile yardımları, gençlere dönük vaatler, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diğer partilerle asla karşılaştırmak istemem. AK Parti, sadece vaatte bulunan bir parti değil, 21 yıldır iktidarda olan ve vadettiğinin tamamına yakınını gerçekleştirmiş bir siyasi parti. Rasyonel olarak siyaset yapıyoruz ve yıllardır girdiğimiz her seçimden de birinci parti olarak çıkıyoruz. Rasyonel bir şekilde bakarak, yaptıklarımızı, yapamadıklarımızı da görebiliyoruz. ‘Eksik kalanları da yapmamız geriyor’ diye aylarca tartıştık. Örnek olarak verdiğiniz, Aile Koruma Kalkanı çerçevesinde, ailenin gelirini tamamlayıcı birtakım çalışmaların yapılmasını sadece şimdi söylemiyoruz.

Şimdiye kadar çok farklı şekilde aile gelirini tamamlamak için sosyal yardımlar veren bir siyasi iktidarız. Ailelere belki de 10’unun üzerinde destek veriliyor, bütün bunları birleştirerek aile bazlı vatandaşlık maaşı şekline dönüştürelim ve ülkemizde hiçbir aile belli bir gelir seviyesinin altında olmasın istedik. Her aileye mutlaka bir istihdam teklif ediyoruz. Bütün bunları daha rahat bir şekilde yapabilmek, kaynakların hepsini bir noktada toparlamak için de Dijital Aile ve Gençlik Bankası kurmayı teklif ediyoruz.

1,5 yıldır seçim ekonomisi uygulandığı yönünde değerlendirmeler yapılıyor, ekonomi politikasında bir değişim dönüşüm olacak mı?

Bir kere seçim ekonomisi uygulanıyor kısmını kabul etmek mümkün değil. Türkiye pandemi ile birlikte gelen süreçte büyük bir kısmı küresel ekonomideki gelişmelerden kaynaklı bütün dünya ile birlikte bir türbülansın içinde. Ardından Ukrayna –Rusya savaşı çıktı ve Türkiye bütün bu süreçlerden diğer ülkelerle karşılaştırdığınızda nispeten daha olumlu bir seyir izledi.

Bunu zaten bütün küresel kuruluşların raporlarında da görüyoruz. Türkiye ekonomisi hem büyüme hızı hem de istihdam yaratma kapasitesi bakımından bu süreçte birçok ülkeden hatta gelişmiş ülkelerden bile pozitif ayrıştı. Türkiye ekonomide kendine bir istikamet tayin etti. Milli üretiminizin olması lazım ki ayakta kalasınız.

Bir kere Türkiye’nin güçlü istikrarlı bir ekonomi olması lazım. Bizim seçim beyannamemizin üçüncü maddesi, hem istikralı hem güçlü bir ekonomik yapının kurulmasını içeriyor. Bunun için de Türkiye’nin üretmesi, istihdamını ve ihracatını artırması, cari fazla ile birlikte büyüme kaynaklarını finanse edebilmesi lazım.

Türkiye bu istikametteki yürüyüşünü sürdürecektir. Bizim ekonomik programımızın temelinde iki tane olmazsa olmaz konumuz var, Türkiye büyüyecek gelişecek, istikrarlı bir ekonomi olacak ama demokrasi şartları içinde bu sağlanacak. Demokrasinin olmadığı ekonomik bir kalkınmanın kimseye bir faydası yok. İkincisi ise Türkiye serbest pazar ekonomisi koşulları altında büyümesini sürdürecek. Dolayısıyla üretim büyüme, istihdam, ihracat ve cari fazla yoluyla Türkiye’yi güçlendirme istikametinden asla geri dönmeden gerekli revizyonları yaparak yolumuza devam edeceğiz.

Seçim beyannamesinde, bugüne kadar hep muhalefetin gündeme getirdiği Ekonomik Sosyal Konsey (ESK) vurgusu dikkati çekti, bunu nasıl görüyorsunuz?

Demokrasi ve serbest pazar içerisinde ekonomiyi yöneteceksek burada hiç kuşkusuz ekonominin tüm taraflarının fikirlerinin masada olması gerekiyor. Zaten bizim ilgili bakan arkadaşlarımız ekonominin aktörleri ile sürekli dirsek teması içindeler. Nihayetinde siz ekonomiyi laboratuvarda yönetmiyorsunuz yani kimya laboratuvarında deney yapar gibi ekonomi yöneltilmez.

Bunlarla temas içinde olmanız gerekiyor, illa ki aynı fikirde de olmanız gerekmiyor. Farklı aktörlerin, tarafların çıkarlarının çeliştiği aşikardır. İşçi ve işveren kesiminde olduğu gibi bütün bunların hepsini bir araya getirebilmek ve optimizasyonunu sağlayabilmek de siyasetin becerisidir.

KKM’nin olumlu katkısı olmuştur

Kur Korumalı Mevduat’ın (KKM) kur artışını dizginlediği, enflasyonla faiz arasında açılan farkla birlikte türbülans oluştuğu, seçim sonrası için hangi parti gelirse gelsin kurlarda büyük bir artış olacağına ilişkin her gün yeni raporlar geliyor, bu konudaki değerlendirmeniz nedir?

Maalesef Türkiye’de Gezi Parkı eylemlerinden bu yana felaket tellallığı yapan bir zümre var. Her şeyin güllük gülistanlık olmadığını bu sözleri söyleyenlerden daha iyi biliyoruz çünkü burası yöneten bir kadro. Ama Türkiye doğru bir istikamette ve bu süreçlerde iyileşmeyi sağlayarak yoluna devam ediyor. Türkiye’de maalesef en önemli göstergelerden biri de dövizin ne kadar olduğudur. Hiç dolarla işi olmayan vatandaşımız bile dolara bakar. Son bir, bir buçuk yıldır yaşadığımız en temel hususlardan birisi dövizdeki oynaklık ve buna bağlı olarak da fiyatsızlaşma yani herhangi bir malın fiyatının ortadan kalkmış olması gerçeği.

KKM de araçlardan biri olarak kullanıldı, dövizin belli bir şekilde kontrol altına alınması ve emtia fiyatlarının da bir şekilde belli bir noktada durgunluğa erişmesine vesile oldu. Bu bir ekonomik zorunluluk olarak yapıldı ve ilanihaye KKM üzerinden bir ekonominin dengeleri sağlanamaz. Ama sonuç itibariyle atılan bu adım olumlu olmuştur; hem döviz belli bir seviyede dizginlenmiş hem de piyasada malların fiyatları oluşmaya başlamıştır. Bunun Türkiye ekonomisine olumlu katkısı olduğunu düşünüyorum.

-Özellikle ihracatçılardan ‘bu seviyedeki kur rekabetçi değil’ şeklinde birçok şikâyet geliyor, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

İhracat yapan iş adamları dövizin çok yüksek olmasını ister ama ekonomi sadece ihracat yapan dostlarımızdan ibaret değil. Bir şekilde üretim yapan ve girdileri dövize bağlı olarak sürekli yükselen kesimler de var. Onları geçtik, vatandaş var.

Türkiye üretim bakımından dolara bağlı olmasa bile dolar yükseldikçe malların fiyatının yükseldiğini biliyoruz ve bunun da doğrudan doğruya vatandaşa etkisi var. Biz bir taratan 2028’de 400 milyar dolar ihracat hedefini tutturmak isteyen bir iktidarız ama diğer taraftan da vatandaşın alım gücü ve üretici kesimlerin üretim girdilerinin maliyetinin düşürülmesi önemli, işte bu dengeyi sağlayacak olan siyasi iktidardır.

2022 yılına kadar Merkez Bankası para politikası metinlerinde hep ‘politika faizi enflasyonun üzerinde belirlenecektir’ ibaresini görürdük sonra birden bu kalktı ve faiz indirimleri başladı. Faiz ve enflasyon arasında büyük bir uçurum oluştu, bu sürdürülebilir bir durum mu?

Biz ekonomiye sadece faiz ve enflasyon üzerinden bakamayız, ekonominin geneline bakmak lazım. Türkiye ekonomisi iki koldan yürümek zorunda istihdamı geliştirmek durumundayız, her yıl ortalama 1 milyon 200 bin yeni istihdam üretmemiz lazım. Ama diğer taraftan da yüksek teknoloji alanında ciddi yatırımlar yaparak teknolojide devrim yapan bir ülke olmamız lazım.

Ekonomimiz hem geleneksel alanlarda güçlü olmalı hem de yenilikçi alanlarda, yüksek teknolojide güçlü olmalı. Böyle bir ekonomik gidişatı sürdürürken önümüze çıkan en önemli meselelerden birisi enflasyondur. Enflasyonla mücadeleyi önceliyoruz seçim sonrasında da zaten enflasyonla mücadele bir numaralı meselemiz olacaktır.

“Enflasyon birinci önceliğimiz olacak” dediniz, bizim gibi yüksek enflasyonun olduğu ülkelerde mücadele için toplumsal bir konsensus gerekiyor. Bu da orta vadeli bir programı akla getiriyor. Bu anlamda ESK’yı devreye sokacak mısınız?

Türkiye’nin farklı kesimlerinin görüşlerini tabii ki alıp değerlendireceğiz, bu hakikaten önemli bir öncelik. Küresel şartlar da buna çok uygun seyretmiyor, bunun da farkındayız ama özellikle maliyet enflasyonu kısmını dengeleyecek işler yapmak zorundayız, başta enerji maliyetlerinin düşürülmesi olmak üzere. Orta vadeli adımların atılabilmesi için ana çerçeveyi zaten kendi içimizde konuşuyoruz, bunu da seçimden sonra süratle yapacağız. Türkiye’nin farklı toplumsal kesimlerinin görüşlerini de mutlaka işin içine katarak ortak bir enflasyonla mücadele hedefi belirlenecek.

Bu orta vadeli bir plan mı olacak?

Bir eylem planı, bir enerji maliyetinden bahsediyorsak orta vadelidir, ihracatın artırılması 400 milyar dolara çıkarılması için bazı önlemlerin alınması zorunludur. Yine turizm gelirlerinin 100 milyar dolara çıkmasıyla ilgili hem bugün atacağımız adımlar var ama orta vadede gerçekleştirilecek işler var. Bunların hepsini bir paket olarak görmek lazım.

Enflasyonla mücadelede faiz enstrümanını hiç kullanmayacaksınız herhalde, bir de Ortodoks, heterodoks tartışması var?

Bu tartışmalara girmek istemiyorum, Türkiye’ye çok yararı olan tartışmalar olarak görmüyorum. Türkiye kendi milli menfaatleri, ekonomisinin gereği ve şartlarının ortaya çıkardığı yeni dinamikler çerçevesinde kararlarını alır ve yoluna devam eder.

Türkiye enflasyonla mücadele ederken dünyada bizi nasıl bir ekosistem bekliyor, bu bizi nasıl etkiler?

Neoliberal pembe dünya çoktan yıkıldı, dünyada tamamen her şeyin pazar ekonomisi şartları içinde gerçekleştiği ve büyük ekonomiler dediğimiz Avrupa, ABD gibi ekonomilerin tıkır tıkır işlediği, dünyanın da neredeyse tek bir pazarmış gibi ekonomik kurallar içerisinde yöneltildiği bir devir artık çok geride kaldı. Neoliberal tezler çöktü.

Zaten yaşanan sıkıntıların önemli bir nedeni de budur. Dünyada neoliberal sistemin yerine konulacak yeni bir sistemi özellikle batı ülkeleri ikame edemediler. Kapitalizm sadece varlığı paylaşmaya dönük bir sistemdir; yokluğu nasıl paylaşacağını bilemez. Dünyada yaşanan krizin temel meselesi bir paragdigma iflasıdır. Bu paradigmanın yerine yeni bir paradigmayı sadece biz değil batılılar da arıyor.

‘Soğan mı, uçak gemisi mi? ‘Domates mi, SİHA mı? ‘ şeklinde tartışmalar var, bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunların ikisi birbirinden ayrı şeyler değil bunu sosyal medya üzerinden köpürtüp kullanılan bir cümleyi tersine çevirmek bunları konuşmak doğru değil, ben bu tür polemiklere girmem kişilik olarak.

Enflasyonun farkındayız, hayat pahalığının farkındayız, vatandaşın alım gücünün artırılması hem de fiyatların aşağı çekilmesi için mücadele veriyor, klavye silahşörlerinin aksine bütün bakanlıklarımız, kurumlarımız bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Soğan 25 lira ise bizim arkadaşlarımız soğanın 10-15 lira olması için mücadele ediyor. Bunun farkındayız yani ‘bu beyler gerçeği bilmiyorlar, siz hayal dünyasında yaşıyorsunuz’ anlayışı tamamen yalandır, iftiradır. Söylediğimiz şu Türkiye’nin büyük hayallerini küçük gören bir muhalefet ile karşı karşıyayız.

Seçim bir gençleşme ve yenilenmenin önünü açtı

AK Parti milletvekili listelerinde üç dönem kurulanın da istisnasız uygulanması ile yüzde 65’lere varan bir değişim yaşandı. Bu ölçüde bir yenilenmeye neden ihtiyaç duyuldu?

AK Parti şu an itibariyle 12 milyon üyesi bulunan dünyanın en büyük sivil toplum kuruluşlarından birisi, ayrıca AK Parti’ye bu ülkede bir kere oy vermiş insanların oranı yüzde 65. Çok büyük toplumsal karşılığı olan bir siyasi hareketten bahsediyoruz. Bu hareketin en önemli özelliği sürekli yenilenmeyi, gençleşmeyi, kadrolarını ve programlarını revize etmeyi başarabilmiş olmasıdır.

Bu anlamda da yüzde 65 oranındaki bir yenilenme oranı AK Parti’nin kurumsallaştığını, kökleştiğini gösteren önemli göstergelerden. Üç dönem kurulanının istisnasız uygulanmasının bunda önemli önemli rolü olduğu kanaatindeyim, bu seçim önemli bir gençleşme ve yenilenmenin önünü aşmış oldu.

Bakan yardımcılarından biri bürokrasiyi yönetebilir

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde bir restorasyona gidileceği açıklandı, yürütme ve yasama ayaklarında nasıl bir restorasyon planlanıyor?

Yeni sistem 5 yıllık bir tecrübe edindi, çok güzel çalışmalar yapıldı aksayan yönler tespit edildi. Bunların büyük kısmı anayasal ve yasal değişiklikler gerektirmiyor, uygulamaya dönük. Bunların en önemlisi yürütme ile yasama arasındaki irtibatın sağlanması.

Anayasal bir zorunluluk yok ama bundan sonra bakan arkadaşlarımızın Meclis çalışmalarına biraz daha dikkatli devam etmesi, yasama ve yürütme arasındaki ilişkilerin daha yakın ve sıcak olmasını sağlayacaktır. Belki bakan yardımcılıklarında bir düzenleme olabilir, önceden müsteşar vardı, bakan yardımcılığı müsteşarlığı karşılamıyor bunu için yasa değişikliğine ihtiyaç yok. Belki bakan yardımcılarından birisi uygulamada fiilen müsteşar gibi yani bürokrasiyi yöneten bakan yardımcı durumuna getirilebilir.