“Orwell’in 1984’ünü biz yaşıyoruz zaten”

Ekonomist kimliğiyle ön planda olsa da gündemimizde bu kez kitaplar var. Kara roman üçlemesinin son kitabı ‘Fon’ ile karşımızda Mahfi Eğilmez… “Bir insan sadece ekonomi ile ilgilense çok sıkıcı biri olurdu” diyen Mahfi Hoca ile son kitabı ve yeni hikayeleri üzerine konuştuk. Yakalamışken içine biraz da ekonomi serpiştirdik.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
“Orwell’in 1984’ünü biz yaşıyoruz zaten”

Gülseren Üst POLAT

Siyaset, iş dünyası, cemaatler ve bürokrasi arasındaki bağlantılar… İlk iki roman Inferis ve Sahte Sultan’da olduğu gibi tüm bu kirli bağlantıları çözmek için Rüya ve Murat bir kez daha iş başında. Kahramanlarımız bu bağlantıları çöze dursun Mahfi Eğilmez, Remzi Kitabevi’nden çıkan son kitabı Fon’da bir kez daha her gün karşılaştığımız toplumsal sorunlara, çevrenin bozulmasına, adaletin zedelenmesine ve tüm bu yaşananlara karşılık insanların verdiği tepkiye okuru dikkat kesmeyi amaçlıyor.

Fon, her üç kitabın kahramanları olan Rüya ve Murat’ın son yolculuğu mu bilenmez ama biz Mahfi Hoca’nın zihninden yazıya dökülen daha çok kitap okuyacağız gibi… “Kafamda 15 tane daha konu var” diyen Mahfi Eğilmez ile son kitabı Fon için buluştuk. Ancak çok daha fazlasını konuştuk.

Inferis ve Sahte Sultan’ın ardından kara roman üçlemesinin son kitabı Fon çıktı. Biraz içerikten söz ederek başlayalım. Okuru ne bekliyor bu kitapta?

Genellikle kitap yazarken bazı şeylere kızarak yazıyorum. İktisat kitaplarını da öyle yazıyorum. Mesela iktisat kitabında Amerika’yı ve Amerikan kurumlarını anlatıyorlar. Beğenmiyorum; Türkiye’yi anlatmak lazım diyorum. Bu üçleme de böyle oldu. Bizde de çok beğendiğim polisiyeler var ama genelde bizdeki polisiyeler bizi yani Türkiye’yi anlatmıyor. Bizim suçluları, bizdeki suçları anlatmıyor. Inferis’e öyle başladım, Sahte Sultan’da da öyle devam ettim. Son kitabım Fon da öyle. Bizde yaygın olan suçlar öyle Kuzey ülkelerinde işlendiğini gibi vahşi cinayetler gibi şeyler değil. Bizde de var tabi ama Türkiye’de çoğunlukla mali suçlar, yolsuzluklar, siyasi suçlar, kadın cinayetlerinden söz ediyoruz. Kadın cinayetleri dışında bu suçlar bir kişinin eseri de değil. Siyasetçi var işin içinde, bürokrat var, mafya var, cemaat var. Tüm bunların girdiği suçlara dönüşüyor. Üç kitabımda da bunları anlatıyorum.

Benim gençliğimde bir banker olayı vardı mesela. Fon buna benzer bir olayı anlatıyor. Sürpriz gelişmeler ve sürpriz sonu var ama tüyo vermeyelim. Neticede özü bu. Her gün yaşadığımız ve yaşamaktan da bıkmadığımız -hani böyle bir olay olunca bir daha olmaz diye beklersiniz ama bizde tekrarlıyor.

Kitabın kurgu ve yazım sürecinden bahsedelim biraz. Nasıldı sizin için? Mesela ne kadar sürede yazdınız kitabı?

Benim yazma sürem aslında çok uzun sürmüyor. Ben kitabı 8 ay ya da 1 yılda toparlayabiliyorum. Hatta daha çabuk yazıyorum da sonra dinlendiriyorum. Dönüp bakıyorum, bazı yerlerini değiştiriyorum. Tutarlılıklarını sağlamaya çalışıyorum ama bir yılı geçmiyor. Fakat bu işi kafada kurgulama o kadar kısa değil. Mesela Inferis sırasında Sahte Sultan’ı kurgulamaya başlamıştım. Sahte Sultan’ı kaleme alırken de Fon’u kurgulamıştım. Düşünmesi, kurgusu 4-5 yıla yayılan bir birikim. Tabii yılların getirdiği birikimleri sayarsan o çok daha fazla. Ben mesela Sahte Sultan’daki olayı belki 20 yıl kafamda kurguladım. Türkiye’de yaşanmış olaylardı bunlar.

ÖNCE ROMANIN SONUNU YAZIYORUM

Kitap yazmak kurgusu, yazım süreciyle aslında zor bir süreç. Bu süreçte yol alırken noktayı koyacağınız ana nasıl karar veriyorsunuz?

Çok zor. İşte en zor kısmı o. Benim şöyle bir yöntemim var: Ben kafamda kurguluyorum konuyu ama önce romanın nasıl biteceğini belirliyorum. Böyle yapınca iş biraz daha kolay oluyor. Sonra en sondan başa geliyorsunuz. Araya hikayeleri koyuyorum. Yüzde yüz ilk yazdığım gibi kalmıyor sonu ama işin özünün nereye varacağını en azından biliyorum.

Kitabınız bitince ilk kime okutursunuz?

Remzi Kitapevi sahiplerinden Ömer Erduran Bey benim kitabımı müsveddeyken okuyor. Bahsettiğim editörlük gibi bir şey değil. Tam bir polisiye roman okuyucusu gibi okuyor ve inanılmaz katkısı da oluyor. Bazı tutarsızlıkları buluyor. Çoğu önerilerinden yararlanıyorum. Ayrıca bir arkadaşım var ona okutuyorum. Onların önerilerinden faydalanıyorum.

“Kitaplarımı rafta görmek hele ki haftalarca en çok satanlar içinde olmak bana çok büyük haz veriyor. Özellikle ekonomi dışı olan kitaplarımı görmek.”

 

Siz eve kapanıp günlerce kitap yazacak kadar boş vakti olan biri değilsiniz. Günlük temponuz çok yoğun. Bu yoğunlukta yazma rutininiz nedir?

Benim oturup her gün yazma şansım olmuyor. Tüm rutin işlerime devam ediyorum, bu işlere devam ederken de aklıma geldikçe oturup yazıyorum. Her gün bir sayfa yazmıyorum ama bazen oturup on sayfa birden yazıyorum. Kitabın sonucunu yazdıktan sonra parça parça öyküler halinde yazıyorum sonra birbiriyle bağlantılı hale getiriyorum.

Fon, 25. kitabınız. Ekonomi kitabınız da var Hitit tarihi de, anı-günlük, deneme türü de. Son kitabınız gibi polisiye-kara roman da… Aslında sabit bir tür yok.

Öncelikle şunu söyleyeyim. Bir insan sadece ekonomi ile ilgilense çok sıkıcı biri olurdu. Ben ekonomiyi çok seviyorum, yazmayı da araştırmayı da seviyorum bu alanda… Fakat hayat bundan ibaret değil, sporla da ilgilenmek lazım, sinemayla ilgilenmek lazım, roman okumak lazım. Ben ortaokuldan beri edebiyatla çok iç içeyim. Çok roman okuyorum. İyi ki de öyle yapmışım. Benim üslubumu, tavrımı, hayata bakışımı çok etkiledi. Dolayısıyla tüm bunlar varken sadece ekonomiyle ilgilenmek gerçekten sıkıcı olurdu. Kaldı ki tüm bunlarla ilgilenince insanın ekonomiye bakış açısı da doğru yöne gidiyor. Birçok insana ‘Türkiye nasıl düzelir’ dediğinizde verdikleri şeyler ekonomiyle ilgili reçeteler. Çok konuyla ilgilendiğim için ben bunun yeterli olmadığını düşünüyorum mesela. Türkiye’de sosyolojik yapıyla ilgili değişiklik lazım, hukukla ilgili değişiklik lazım… Bunların hapsiyle ilgilenmek lazım.

15 civarında ekonomi kitabından söz ediyoruz. Başka bir ülkede yaşasaydınız bu kadar ekonomi kitabı yazar mıydınız?

Güzel soru. Benim gibi yazan var. Çünkü bunların bir kısmı bir nevi ders kitabı niteliğinde. Makro ekonomi, mikro ekonomi, Türkiye ekonomi politikası gibi… Amerika’da olsan Amerika ekonomisi yazarsın… Ya da ekonomide analiz her yerde yazarsın. Ama bu zenginlikte yazılır mı çok emin değilim. Türkiye gerçekten her alanda bir laboratuvar gibi. Bu kadar kitap belki ama bu makale yazılabilir miydi? O yazılmazdı. Ben kendi bloğumda haftada iki ya da üç makale yazıyorum. Bazı günler oluyor ki günde iki tane yazıyorum. Şimdi Danimarka’da olsanız ne yazarsınız? Ayda bir defa enflasyon açıklanırsa… O da zaten 0,001. Çok sıkılır insan orada sadece iktisatçı olsa. Ama Türkiye daha önce de söylediğim gibi her konuda bir laboratuvar. Mesela, Batı’da bilimkurgu diye yazılan şeyler bize gelince gerçek hayat oluyor. Orwell’in 1984’ünü biz burada yaşıyoruz zaten. Elimizde o kadar çok şey var ki. Normal olayı anlat bilimkurgu diye okusun adam. Konu akıyor… Daha kafamda 15 tane konu var.

Hazır yeri gelmişken Fon’dan sonra sırada ne var? Yine bir kara roman mı gelecek? Ya da başka bir kitap?

Kafamda bölük pörçük fikirler var henüz şekillenemeyen. Üçlemede Rüya ile Murat karakterlerimiz var. Bu karakterlerle devam edeyim mi etmeyeyim mi bilmiyorum. Üçleme kesin bitti. Ama Rüya ile Murat’ı sevdi insanlar. Polisiyelerde kadın kahramanlar vardır ama daha azdır. Kadın ve erkeğin birlikte olayları çözdüğü çok rastlanmamıştı. İkisinin birlikte yürümesi sevildi. Yine öyle mi yapayım ya da karakterleri değiştireyim mi? Karar veremedim. Ekonomi ile ilgili de bir kitap planım var. Ona da başladım aynı zamanda.

1 MİLYON VERSENİZ O KADAR TATMİN OLMAM

Akademiysen, yazarlık, blog yazarlığı, makaleler… İçi içe geçmiş şeyler olsa da oldukça yoğunsunuz. Tüm bu yaptıklarınız içinde sizi en çok motive eden şey nedir?

Kitap yazmak güzel bir şey. Yazdığım kitaplar da kitapevinin raflarında ilk sırada kaldı -bakalım Fon ne olacak-. Bana 1 milyon verseniz o kadar tatmin olmam. Kitaplarımı rafta görmek hele ki haftalarca en çok satanlar içinde olmak bana çok büyük haz veriyor. Özellikle ekonomi dışı olan kitaplarımı görmek. Ekonomide zaten isim biliniyor. Ama bu kitaplar öyle değil. Bu biraz iddialı bir laf belki ama ben eğer bir ekonomi yazarı olmasaydım bu polisiye kitaplar belki daha çok da satılabilirdi. Çünkü insanlar ekonomi sanıyor. Çünkü ekonomi itici bir konu, nerden bakarsanız bakın. İnsanlar sevmiyor. Benim de ekonomiyi anlattığımı düşünenler de olabiliyor.

Çok okurum demiştiniz. Siz en çok kimleri okursunuz?

Benim en çok sevdiğim yazar Albert Camus... Onun tüm eserlerini okudum. Aynı şekilde Sartre’ın da. Dostoyevski’yi, Stefan Zweig’ı severim. Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Ahmet Ümit’i beğenirim, yerli yazarlardan.

Genelde bir yazarın kitabını bitirince başka bir yazara geçerim. Sonra istiyorsam tekra aynı yazarın farklı kitabına dönerim. Bir tek Stefan Zweig’da onu yapamadım, hepsini okudum.

Aynı anda birden çok kitap okuyanlardan mısınız peki?

Okuyorum ama çok verimli olmuyor. Bir polisiye ile bir edebiyat oluyor ama iki aynı tür aynı anda okunmuyor.

Peki, ekonomiyi bir kenarda bırakırsak… Nedir kafanızı boşaltan, sizi rahatlatan şeyler?

Büyük ölçüde okumak ve spor müsabakalarını izlemek… Kadın voleybolu maçlarını özellikle takip ediyorum, çok da severek izliyorum. Kadın basketbolu için de aynı şey geçerli. Yine erkek basketbolu da izliyorum. Futboldan koptum. Çünkü hem izleyici kalitesi hem oyun kalitesi düştü. Ama mesela İngiliz futbolu, bir Manchester City izlemek hoşuma gidiyor. Bunlarla kafamı boşaltıyorum. Ama şöyle de bir durum var. İnsanlar bu tür şeyleri sadece oturup izliyorlar. Fakat ben -müfettişliğin verdiği bir şey bu sanırım- kafamda oturup şurayı nasıl düzeltmek lazım, burada ne yapmak lazım diye kurguluyorum. Öneriler yazıyorum filan. Bizim futbolda çok var. Adama dokunuyorsan takımı galipse kendini yere atıp 5 dakika yuvarlanıyor. Hemen orada çözüm geliştiriyorum. Böyle olunca çıksın dışarı 3 dakika giremesin gibi öneriler geliştiriyorum. Voleybol daha iyi, temas yok (Gülüyor).

ENKAZ SADECE EKONOMİK DEĞİL

Bugün gündemimiz kitaptı ama sizi yakalamışken yine de sormak isterim. Seçimler bitti ve eski dönemin yeni bir kurgusundayız. Ne görüyorsunuz siz Türkiye için?

Çok zor bir dönemdeyiz. Ben seçimden önce de yazdım bunu. Biz her zaman bir dönemden diğer döneme geçerken ‘enkaz devralındı’ diye yazar, çizeriz ama bu sefer gerçek bir enkaz var. Ötekiler de belki kötüydü ama ilk defa ekonomi ve ekonomi dışında bir enkaz var. 2001’de bir kriz yaşandı. O ekonomik bir krizdi. IMF geldi, para koydu, kurallar koydu, bir yılda toparlandı, krizden çıktı Türkiye. Türkiye’de hiçbir zaman demokrasi, hukuk düzeni, kadın-erkek eşitliği çok iyi olmadı. Bir sürü konuda eksiğimiz hep vardı ama hiçbir zaman bu kadar kötü değildik. Biz bu 20 yılda bunları da kaybettik. Dünyadaki bağımsız değerlendirme kuruluşlarının yaptığı hukuk endeksi, kadın-erkek eşitliği endeksi, yolsuzluk endeksi gibi birçok endeksler var. Bunların tamamında geri gittik. Dolayısıyla ekonomide şunu yaptım, faiz artırdım toparladım… Bu değil konu. Bunların hepsine birden girmemiz lazım ki bu çok zor bir iş. Eğitimi mahvettik. 20 yıl evvel ders verdiğim öğrencilerin en kötüsü bu yıl ders verdiğim öğrencilerin en iyisinden iyi. Böyle bir geriye gidiş oldu.