‘Öteki’ olan acaba hangimiz?

Dostoyevski’nin, insanın derine gömdüğü yanlarına ve toplumun karanlık yüzüne dem vurduğu eseri ‘Öteki’, yönetmen Emin Alper’in uyarlamasıyla sahnede. Yönetmen ve oyuncular ile bu etkileyici kara komediye dair konuştuk.

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
‘Öteki’ olan acaba hangimiz?

ECE ULUSUM

Size tıpatıp benzeyen ama karakteri sizden tam zıt olan, hatta nefret ettiğiniz özellikleri yüzünden sizin hedeflerinize çok kolay ulaşabilen birini düşünün. Hangi versiyonunuzun daha iyi olduğuna nasıl karar vereceksiniz? Peki, ‘öteki’ siz misiniz, o mu? Yönetmen Emin Alper’in Dostoyevski’nin aynı adlı eserinden sahneye uyarladığı ve yönettiği ilk tiyatro oyunu ‘Öteki’ size düşündürücü ve yanıta yaklaştıkça rahatsız edici sorular sorduruyor.

Kadrosunda, Cem Yiğit Üzümoğlu, Erdem Şenocak, Derya Karadaş ve Gökhan Yıkılkan’ın yer aldığı oyunda, sahne tasarımından kostüme her detayında büyük emek var.

Bu çarpıcı kara komediyi, Emin Alper, Cem Yiğit Üzümoğlu ve Erdem Şenocak ile konuştuk.

Röportaj sonrası merak edenler için sıradaki gösterim 13 Nisan’da Maximum Uniq Hall’de...

 Daha da kısaltmak istemedik

 Tiyatro sizin yabancı olduğunuz bir dünya değil. Ama sinemacı kimliğinizin bu oyuna tesir ettiğini düşünüyorum. Zira sinemada çalışan ekiple çalıştınız. Oyunu izlerken ‘tiyatro değil de film izliyorum gibi hissettim diyenler’ vardı. Siz ne dersiniz?

EMİN ALPER: Evet, ekibimizin önemli bir kısmı sinemacılardan oluşuyor ama açıkçası ekran kullanımı dışında benim için sinemayla çok ortaklaştığını düşündüğüm tarafları yoktu bu oyunun. Hatta bu romanı uyarlama motivasyonlarımın başında ikizlik fikrinin sahnede yansıtılmasının getirdiği meydan okumalar ve imkanlar vardı. Malum sinemada birbirinin aynısı iki karakteri canlandırmak çok kolay. Tiyatroda ise birbirine benzemeyen iki oyuncuyu benzermiş gibi kabul etmek çok kolay. Biz bunu bir adım ileri götürüp her iki oyuncuya iki karakteri de oynattık. Bu fikrin kendisi de çok teatral diye düşünüyorum.

İkiz olma hali, tiyatroda yansıtması çok zor. Maske fikri nasıl ortaya çıktı? Maske yöntemi öncesinde ne düşünülmüştü?

E.A: Maske fikri uyarlama sırasında ortaya çıktı. En başından beri kafamda olan fikir ‘ayna’ fikriydi. Aynaları bolca kullanmak istiyordum. Sonradan bu fikir ortaya çıkınca ayna fikrinin üzerine bir çeşitleme olur diye düşündüm.

Oyunun biraz uzun olduğunu düşünenler var. Özellikle geçişlerden dolayı. Odaklanma süresi gittikçe düşüyor. Herkes süre kısaltma çabasındayken sizde böyle bir çaba olmadı sanıyorum. Ya da bu kısalmış hali mi?

E.A: Hem oldu hem olmadı. Elbette ki ilk provalardan sonra belli yerler makas yedi. Fakat daha da kısaltmak istemedik. Teorik olarak her metin daha da fazla kısaltılabilir. Bu oyun da 40 dakikaya indirilebilir mesela. Fakat her kısaltmanın götüreceği şeyler vardır. Bir noktada bir tercih yapmak zorundasınız. Biraz uzun olmuş olsa da atmaya kıyamadığınız yerler vardı. İzleyici olarak da uzun bulma halinin genelde iki türü olduğunu düşünürüm. Bir tanesinde, uzun bulursunuz ve falanca sahneler keşke atılsaydı dersiniz. Diğerinde ise uzun bulursunuz hatta yer yer sıkılırsınız ama çıkınca “aslında atılacak çok da bir şey yoktu” dersiniz. Kısacası tek hedef kısalık ve seyirciyi sıkmadan diri tutmak olmamalı diye düşünüyorum.

Gösterimlere devam ediliyor. Son zamanlarda film kurgularında bile farklı platforma konulmadan önce yönetmenlerin filmlere bazı sahneler eklediğini ya da çıkardığını biliyoruz. Ama tiyatro yaşayan ve devam eden bir format. Oyun devam ederken metinde, sahnelerde değişiklik yaptığınız oluyor mu? Bu imkan size iyi mi hissettiriyor yoksa durumu karmaşıklaştırıyor mu?

E.A: Aslında beni rahatlatıyor bu ihtimal. Şu ana kadar yapmadım ama kimi değişiklikler yapmayı düşünüyorum. Daha oyun iki aydır sahnede. Biraz daha izleyeyim fikirlerim biraz daha netleşsin, sezon sonu bazı değişikliklere gidebiliriz.

Rekabet başlamadan bitti

Gelelim oyunculara… En zorlandığınız sahne hangisi oldu? Özellikle maskeli bölüme geçtiğinizde ciddi fiziksel bir performans da görüyoruz.

ERDEM ŞENOCAK: Oyunun iki buçuk aylık bir prova süreci oldu. Fiziksel olarak zorlandım diyemem. Benim için fiziksel zorlanmadan çok, zihinsel zorlanma daha kritik oluyor. Yani, bir sahneyi oynamayı sevmezsem zorlanıyorum. Bu sevgisizlik de sahneyi çözümleyememekten, anlayamamaktan, karakterimin eylemlerini bulamamaktan kaynaklanıyor genelde.

CEM YİĞİT ÜZÜMOĞLU: Benim en zorlandığım sahne, olduğum yerde yürüdüğüm sahne oldu. Çünkü o sahnenin oyun için belirleyici sahnelerden biri olduğunu düşünüyordum ve bir yere oturtmakta güçlük çekiyordum. Hangi anlamları yeşertmek için hangi yerleri vurgulamak gerekir diye çokça prova yaptığım ve hala aradığım sahne.

Tüm provalar ve gösterimler sonrasında hiç birbirinize benzediğinizi düşündüğünüz oldu mu? Ya da aranızda rekabet hissini körükledi mi?

C.Y.Ü: Ben çok isterim Erdem gibi becerikli ve yaptığı her işte özel bir yorumcu olduğunu gösteren bir oyuncu olmayı. Ben Erdem’in becerisini ve tecrübesini kıskanıyorum. Ama rekabet etmek değil de onunla oynamak ve ondan görmeye, aşırmaya, taklit etmeye ve yaratmaya açık olmayı sağlayacak bir konumdayım. Rekabetim, saygıyla arkasından gelmekte.

E.Ş: Rekabet hissinin kışkırtması çok olası bir şey gerçekten. Özellikle oyunculuk gibi, beğenilmeye ve onaylanmaya çok önem atfedildiği bir alanda işten bile değil. Hele ki Cem ve ben bu oyunda aynı rolleri oynuyoruz; insan ister istemez karşılaştırma yapmaya başlayabilir. Benim bu duruma düşmemi engelleyen en önemli şey, Cem’in provaların başından sonuna kadarki iyi kalpli ve olgun yaklaşımı oldu. İçimde bir rekabet hissi daha başlamadan bitti.

Bir banka çalışanı olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Banka gibi, bürokrasinin hantallığı sinmiş mekanlarda bulunmak size nasıl hissettiriyor?

E.Ş: Bankalar sizi müşteri olarak gördükleri için görece hızlı çalışan ve sahte de olsa güler yüzle karşılandığınız yerler sanki. Öyle yerlerde uzun süre vakit geçirmek zorunda kaldığımda yaşamla bağlarımın zayıfladığını hissediyorum.

C.Y.Ü: Ben bunalıyorum. Boğuluyor gibi hissediyorum.

Şakalar, vücut dili ve Kayserili karakterden olsa gerek bazen karakterinizi Avrupa Yakası’ndaki Burhan Altıntop’a benzettim. Siz ne dersiniz?

E.Ş: Hiç aklıma gelmemişti ama Engin Günaydın’ın, yine bir Dostoyevski uyarlaması olan ‘Yeraltı’ filminde oynadığı karakteri, hırsları ve eziklikleri açısından Burak Çıplak’a benzetebiliriz sanırım.

Emin Alper’den bu oyun süresince öğrendiğiniz ya da kazandığınız farklı bir bakış açısı oldu mu?

C.Y.Ü: Mesleğine yaklaşımı, çalışkanlığı, mesafesi ve yapmak istediği şeyi ortaya çıkarabilecek alanların tamamına karşı açık olması benim etkilendiğim özellikleri oldu ama tabii ki bunlar onun sadece küçük bir parçası.

E.Ş: Emin’le daha önce ‘Kurak Günler’de de çalışmıştım. Oyunculuğa önem veren, oyuncuyla iletişimi kuvvetli biri olduğunu zaten biliyordum. İşine yaklaşımındaki titizliğini ve sakinliğini bu süreç boyunca hayranlıkla izledim diyebilirim.