Kâğıttan taşlar

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Toplumsal muhalefet ve barikatlar 19. yüzyılın çoğunda iç içe geçmişti. Muhalefetin forumu barikatlar, sembolik silahıysa taşlardı. Oy hakkının giderek topluma yayılması ve evrensel oy hakkına –her ne kadar uzun süre kadınları kapsamasa da- kavuşulması seçimleri öne çıkardı. Przeworski & Sprague’ın mecazıyla oylar artık “kâğıttan taşlardı”. Aynı izleği sürdürerek oylara/seçimlere başka mecazlar yükleyebiliriz. Örneğin seçimlerin ve seçim sistemlerinin önem kazanmasıyla politik piyasalar gelişmiş sayılabilir. Gelişmiş politik piyasalarda oylar artık “politik fiyatlardır” ve tüm fiyatlar gibi enformasyon taşırlar. Politik fiyatlar kâğıttan taşlardır. Öyleyse oylar hisse senedi fiyatlarındaki oynamaların enformasyon taşıdığı gibi siyasi enformasyonu açığa çıkarırlar ve belirsizlik karşısında ajanda ve siyasi platform/program seçişlerini düzenlerler. Ama bunun olabilmesi için seçimlerin 4-5 yılda bir değil çok daha yüksek frekansta yapılması gerekecektir. Tabii benzetme tam değildir. Fakat sık sık yapılan kamuoyu yoklamaları da hesaba katılırsa modern demokrasilerde “sinyal” etkisi hayli önemli görülebilir. Bu damar demokrasiyi ve belirsizliği yan yana getirecektir. Buradan bakınca demokrasi belirsizlik karşısında politik seçiştir.

Politik ve ekonomik rekabetin eş yapılı olduğunu önermek tipik bir “liberal” duruş, bir “burjuva” pozisyonu, dar ekonomik rasyonalitenin siyaset alanına iz düşürülmesi olarak görülebilir. Böyle görülürse arı siyaset kuramına matematiksel modellerle bakmak da aynı çağrışımı yapacaktır. Bu görüşe göre ekonomik modellerden türevlenen politik modeller “liberal” duruşla maluldür. Oysaki has burjuva saf tutuşunda bundan çok daha farklı bir ideoloji mevcuttur. Ekonomik alanda, tam rekabetle temsil edilen ama sosyal açıdan en iyiye götüreceği savunulan, bireysel çıkarların harmonisi vaaz edilirken politik alan “ortak aklın”, “milli iradenin” çıkarlar ve bireyler üstü, saf akla yol açan mabedi gibi düşünülmüştü. Has burjuva bakışında politik bir yarışma ve rekabetten çok zaten aynı çıkarlara sahip yurttaşların faydası için en iyi yöntemlerin tartışılacağı saf politik aklın agorası olarak parlamento fikri vardı.

Öyleyse has burjuva bakışı siyaseti aynı ortak amaca yönelik olarak izlenecek yolun, tekniklerin, yöntemlerin tartışılmasına indirgemeye çalışırken aslında parlamentoyu temsilden arındırmamakta mıdır? Modern burjuva parlamentosu adım adım mesela Cromwell’in zamanındaki parlamentodan uzaklaştırılmaya çalışılmış ve sonunda pek de ilgisi kalmamış bir meclis değil midir? Asıl önemli konular, vergi (hazine), para (merkez bankası), ücret (kar), istihdam (çalışma kuralları), dış ticaret (nasıl?), savaş (kime karşı?) parlamentoların yetki alanlarından birer birer çıkarılmamış mıdır? Orta Çağ’dan farkı meclisin aristokratik bir elitin agorası olmak yerine avamdan gelen bir çıkar nüvesinin kapalı alanına dönüşmesidir.

Dolayısıyla politik rekabet ve “çatışma olarak demokrasi” ne “milli irade” geleneğine eklemlenebilir ne de arı bir “burjuva pozisyonu” olarak görülebilir. Politik rekabet ister ekonomik rekabetle eş yapıda görülsün ister farklı kurgulansın mücadele alanı olarak demokrasi fikrini imler ve burjuva yönetiminin hiç istemediği bir politik kültürü çağırır. Esasen 19. Yüzyılın ikinci yarısında işçi partilerinin sahneye çıkışı ve oy verme hakkının giderek yaygınlaşması eskiden dar bir elit içinde geçen politik rekabetin genelleşmesi, siyasetin gündelik kültüre içkinleşmesi, giderek devrimler dışındaki normal dönemlerde bile sokağın bir theatrum mundi olması anlamına gelmiştir.

Daha da ileri giderek sınıfsallık açısından şu söylenemez mi? Politik rekabet ne kadar ekonomik rekabetin aynası haline gelirse gündelik siyaset o kadar sınıfsallaşır. Bu böyle olmalıdır çünkü modern toplumda sınıfsallık Dante’vari bir evrensellik veya siyasal teolojiden gelen bir erdemler hiyerarşisi –Iustitia’nın önde geldiği Dignitas ve Veritas’ın onu takip ettiği, Cupiditas’ın kamusal alandan kovulduğu bir merdiven- veya şartlı kooperasyon içermez. Kişisel çıkarların kooperatif olmayan bir tarzda optimize edilmesi ve kooperasyona nadiren başvurulması anlamına gelir. ‘Sınıf’ dediğimiz analiz objesi/bilgi nesnesinin epistemolojik bir engel haline dönüşmemesi için hem herhangi bir aşkın amaca sahip olmadığının hem de siyasal teolojiden kaynaklanan bir içkin kategori olmadığının anlaşılması gerekir. Sınıf sadece ve sadece kooperatif olmayan bir oyunun indirgenmiş haldeki çözümünün dönemsel olarak şeyleştirilmiş durumudur. Politik ve ekonomik rekabetin eş yapılı olması modern sınıfsallığın saf tutmuş halidir. Belki de siyasetin dar kişisel çıkarların pazarlık edildiği arena olmaktan uzak bir erdemler manzumesi gibi sunulması “burjuvalıktan” uzaklaşması değil tam tersine “sınıfsallıktan” uzaklaşmasıdır. Walras ve Nash’a ne kadar mesafeli durursak sınıfsallıktan da o kadar uzaklaşıyor muyuz acaba?  

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Laiklik ve sekülarizm 15 Ekim 2024
Devrimlerin devrimi 01 Ekim 2024
Bir kez daha sekülarizm 24 Eylül 2024
Georges Sorel ve ötesi 17 Eylül 2024
Ekonomik esneklik 10 Eylül 2024
Anakronizm 03 Eylül 2024
János Kornai 27 Ağustos 2024