COVIDONOMİ: Korona günlerinde ekonomi yazmak

Dr. Ahmet YARIZ yazdı...

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
COVIDONOMİ: Korona günlerinde ekonomi yazmak

Dr. Ahmet YARIZ - ADMİB Yönetim Kurulu Danışmanı

Geçtiğimiz yıl sonunda Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan Coronavirus veya teknik adı ile Covid-19 salgını gecikmeli geldiği ülkemiz dâhil olmak üzere bütün dünyada korku ve endişe kelimelerinin yeteriz kaldığı bir etki üretti. Global düzeyde üretilen etki, Covid-19 salgını ile mücadelenin bütün dünyada neredeyse ittifak halinde aynı ciddiyetle ve özenle ele alınmasına neden oldu. Kapatılan sınır kapıları, insani dolaşımın ve emtia hareketlerinin sınırlandırılması, evde kalmanın teşvik edilmesi hatta zorlanması, ticari hayatın sadece zaruri ihtiyaçların devamı amacıyla sürdürülmesi, toplumsal ilişkilerin azaltılarak sıfıra yakın düzeye çekilmesi, geçmişte görülmedik şekilde Kabe ziyaretinin yasaklanması, camilerin toplu ibadetlere kapatılarak Cuma namazının dahi kılınmaması, internet dışında alışveriş imkanının neredeyse kalmaması, iletişimin sadece dijital araçlarla takip edilebilmesi vb. kısacık dönemde alışılan, kanıksanan ve zaruret nedeniyle mutlaka uyulması gereken uygulamalar haline geldi.

Konu sağlık, üstelik çok hızlı yayılan ve bütün ülkelerin benzer düzeyde tedbirler aldığı salgın gibi kitlesel sağlık sorunu olunca hafife alınamayacak ve mücadelede rehavete müsamaha edilemeyecek bir nitelik kazandı. Son günlerin popüler deyimiyle “sorun global mücadele ulusal” tanımı, globalleşen ve giderek daha çetrefil hale gelen sorunun çözümünde başarı şansını daha dar bir alana baskılamaktadır. Öte yandan salgının kitleler arasında hızlı yayılımının getirebileceği paniğin sağlık kuruluşlarına yönelimi artırması ve zincirleme kitlesel sorunları tetikleyerek kamu güvenliğini tehdit edebilmesi ihtimali, devletlerin daha önce görülmemiş biçimde sert tedbirler almasına neden olmaktadır.

Salgının ölümcül etkileri geçişte yaşanan salgınlardan daha düşük olmasına rağmen kitleler üzerinde oluşturduğu korkutucu etki ise şaşırtıcıdır. Zira konu üzerinde analizde bulunan ve değerlendirme yapan uzmanlar, beklenen ölüm oranlarının geçmiş yıllarda yaşanan ebola, sars ve mers gibi salgınlarda gerçekleşen oranların oldukça altında kaldığı konusunda ittifak halinde iken Covid-19’ u diğerlerinden ayıran temel fark ise çok hızlı yayılabilme özelliği tedirginlik oluşturmaktadır. Güncel durumda salgın nedeniyle hayatın kaybedenlerin sayısı 200.000’ i aşarken toplam sayının ise 1 Milyon civarında olabileceği tahmin edilmektedir. Öte yandan 20.Yüzyılda iki dünya savaşı, bölgesel ve ulusal düzeyde çok sayıda savaş ve sayısız iç savaşta 100 Milyonun üzerinde insan hayatını kaybetmiştir. Ancak bahsedilen bu savaşlar ve diğer salgınlar dahi kitleler ve devletler üzerinde Covid-19 kadar tedirginlik oluşturamadı. Türkçemizde bu duruma uyan "Şüyuu vukuundan beter" şeklinde bir deyiş bulunmaktadır. Daha sade bir anlatım ile bir şeyin dedikodusunun yapılması, sözünün ortalıkta dolaşması onun gerçekleşmesinden daha kötü sonuçlar üretebilmektedir. Deyiş, söylem düzeyini sınırlı eylemler ile geçen Covid-19’un global ve yerel düzeyde oluşturduğu atmosferi yalın ve çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir.

Covid-19 hakkında halen bilmediklerimiz bugün itibariyle bildiklerimizden ne yazık ki daha fazladır. Covid-19’un tamamen doğal bir ortamda kendiliğinden ortaya çıkan yalın ve tabii bir virüs olduğuna inanmayanların ve konuya tereddütle yaklaşanların sayısı her geçen gün artmaktadır. Virüsün biyolojik bir silah olup olmadığı, dünyanın en büyük şirket yöneticilerinin virüs ile ilgili sık değerlendirmeleri, aşı konusunun tek çözüm olduğu konusundaki yönlendirmeler, bugün itibariyle afaki olarak değerlendirilen kana enjekte edilecek chipleri alan bireylere sağlık desteği verilmesi, robotlaşan insanlar, ABD resmi kurumlarının konuyu araştırmak üzere gündeme almaları, var ise egemen veya küresel güçlerin dünyada yeni bir yaşam ve toplumsal modeli test etmiş olabilecekleri ihtimali vb. tartışmalar giderek daha fazla taraftar bulmaktadır.

Yukarıda ifade edilen ihtimallere ve tereddütlere rağmen konu sağlık olunca ciddiyet elden bırakmadan kişisel ve kurumsal olarak 3T (Tedbir-Takdir-Tevekkül) ile ifade edebileceğimiz prensiplere kısaca değinip Covid-19’un işletmelere ve ülke ekonomisine ve işletmelere muhtemel etkilerinin bir bölümüne değinelim.

Tedbir: Prensipler dizisinin birinci aşaması. Bireysel ve kurumsal olarak gerekli tüm tedbirleri azami ciddiyet ve özenle tartışmasız şekilde almak, sürdürmek ve ALLAH korusun demek.

Takdir: Prensipler dizisinin ikinci aşaması. Gerekli ve yeterli tüm tedbirleri aldıktan sonra (inananlar olarak) ALLAH’ın bizler için tayin ettiği sonucu beklemek.

Tevekkül: Prensipler dizisinin üçüncü aşaması. Alınan tedbirlerden sonra oluşan takdirin sonuçlarına rıza göstermek, yeni duruma uyum sağlamak ve hayata devam etmek.

Ünlü fizikçi Einstein bilim dünyasında devrime neden olan izafiyet teorisini, “Elinizi sıcak bir sobanın üzerine koyduğunuzda bir dakika birkaç saat gibi geçer. Dostlarınız ile geçirdiğiniz birkaç saat ise bir dakika gibi geçer” anlamında bir cümle ile oldukça yalın bir şekilde ifade etmektedir. Covid-19’un Çin’deki ilk çıkışından itibaren yaklaşık 120 gün ülkemizdeki ilk vakadan itibaren ise yaklaşık 45 gün geçmiştir. Oysa ki geçen süre 75 yıllık ortalama insan hayatındaki elli yıllık etkin sürenin binde iki buçuğuna yakın bir süreye tekabül etmesine rağmen sanki yıllar süren bir zaman dilimi olarak algılanması Einstein’in izafiyet teorisini tanımlamasına güncel bir örnek oldu. Kıyamet kopmadığı ve insanlık tarihinin sonu gelmediği takdirde; gerçekten uzun olan veya kısa olmasına rağmen uzun olarak algılanan süreler tamamlanacak ve bu günlerde geçecektir.

Yaşandığı anda önemli zorluklar içeren ancak nihayetinde geçici olan bu dönemleri kişiler, işletmeler ve ülkeler için zaman, içerik ve eylemler bakımından; Kısa Vade, Orta Vade ve Uzun Vade olmak üzere üç başlıkta kısaca ele almakta yarar vardır. Oldukça dinamik olan bu süreçte zaman sınırı içeren değerlendirmeler yapmak oldukça riskli olsa da süreci doğru anlamak, tanımak ve yönetmek açısından zaman boyutunun tanımlanması gereklidir:

1) Kısa Vade: Bu aşama için süre azami 3 ay olarak tanımlanmakta, kamu otoritesi tarafından ilk vakanın açıklandığı tarih ile salgının kontrol altına alındığı, gerileme sürecine girdiği ve tekrarlanma riskinin bulunmadığı anonsu ile sona erdiği dönemi ifade etmektedir. Bu süre içerisinde beklenen-beklenmeyen tüm olumsuzluklar gerçekleşecek, insani ve ekonomik tüm aktiviteler asgari seviyeye inecek, temel amaç can güvenliğini ve sağlığı korumak olacaktır. Kendimiz ve ailemizin merkezinde yer aldığı ve giderek genişleyen halkada akıl, ruh ve vücut sağlığımızı korumak, ayakta kalmak ve kalıcı hasar almadan bu dönemi geçmek öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bu dönemin insani, ekonomik, sosyal, maddi, manevi vb. hasar almadan geçilmesi zor görünmekle birlikte asıl olan kalıcı hasar alınmamasıdır. Yine bu dönemde geçmişte kazandıklarımızın bir bölümünü kaybetmeye hazır olmalıyız. Yeter ki kayıplar sadece maddi olsun. Daha yalın bir ifadeyle fırtınada koruyucu tedbirleri almalı ve fırtınanın geçmesini beklemeliyiz. Sonrasına ise ancak fırtına geçtiğinde bakılacaktır. Bu değerlendirmeye göre bugünkü konjonktüre göre kısa vadenin Haziran başlangıcı gibi sonuçlanabileceği öngörülmektedir.

2) Orta Vade: Bu aşama için süre kısa vadenin bitiminden itibaren 3-9 ay aralığında tanımlanmakta, ekonomik aktivitenin dip seviyesinden toparlanmaya başladığı ve istikrarlı artış trendine girdiğinin teyit edildiği süreci ifade etmektedir. Dönemin başlangıcında ayrıntılı bir hasar tespit çalışması yapılacak ardından tedavi programı, rehabilitasyon ve restorasyon faaliyetlerine yoğunlaşılacaktır. Dönemde ekonomik hayatın büyük bir bölümündeki göstergeler istikrarlı bir artış trendinde olmasına rağmen salgının başlangıcındaki seviyelere henüz yaklaşılmamıştır. Kamu otoriteleri tarafından sonlanma ilanı yapılmayacak sürecin 2021 ilk çeyreğine kadar sürebileceği öngörülmektedir.

3) Uzun Vade: Ekonomik ve sosyal aktivitenin kalıcı artış trendini koruduğu ve Covid-19 öncesi seviyelere hızlı bir şekilde yaklaştığı dönemi ifade etmektedir. Bu dönemin ne kadar süreceği global politik ve finansal konjonktür ile ülkelerin kendi dinamiklerine göre farklılık gösterebilecektir. Ülkemiz için bu sürenin iyimser bir yaklaşımla 12 ay civarında olabileceği öngörülmektedir. Bu yaklaşıma göre uzun vade 2021 sonunu aşabilecektir

Büyük savaşlar, tabii afetler, salgın vb. dönemlerde bireylerin ve işletmelerin gözü ve kulağı ülkedeki kamu otoritesine bir başka ifadeyle devlete çevrilmektedir. Yaşanan sürecin belirsizliği, temel insanı ihtiyaçlarının temini ve yine temel kamu hizmetlerinin asgari düzeyde sürdürülmesine yönelik endişeler bu dönemlerde daha güçlü ve etkili bir devlet arayışını ve ihtiyacını artırmaktadır.

Devam eden Covid-19 salgını süresince devletler, öncelikle temel insanı ihtiyaçları ve kamu hizmetlerinin devamı için tedbirler almış, ardından ekonomik hayatın devamı, tedarik-üretim-dağıtım zincirinde önemli aksamalar yaşanmaması için çok sayıda ekonomik önlemleri içeren paketler açıklamıştır.

Açıklanan ekonomik önlemler ağırlıklı olarak bireylerin ve işletmelerin nakde (krediye) erişimini kolaylaştıran nakit yardımlar, vergi ertelemeleri ve bankacılık sektörüne yönelik düzenlemeleri içermektedir. Bu önlemler; ekonomide parasal genişleme, krediye erişimi kolaylaştırma ve finansman maliyetlerini düşürmeyi hedeflemekte ve gelecek dönemde kamuya oluşturabileceği mali yükleri göz ardı etmektedir. Daha yalın bir ifadeyle; ağır fırtınanın yaşandığı bugünleri birey, işletme, kurumlar ve devlet olarak olabilecek en az kayıpla atlatalım daha sonrasına bilahare bakalım anlayışıdır ve bu dönemler için son derece doğru bir yaklaşımdır.

ABD ve FED başta olmak üzere dünya ekonomisine yön veren ülkeler ve merkez bankaları ile birlikte çok sayıda ülke yönetimleri ve merkez bankaları bu kapsamda önemli adımlar atmaya başlamıştır. ABD yönetimi her haneye 1.200 USD nakit verilmesi gibi doğrudan yardım başta olmak üzere çok sayıda önlemi hayata geçirmiştir. Öte yandan dünya ekonomisi için belirleyici ve öncü bir güç olan FED parasal genişleme için hızlı ve etkili bir adım atarak adeta para seli oluşturmuş ve bilançosunu kısa zamanda 4 Trilyon USD’den 10 Trilyon USD’ye büyüteceğini ilan etmiştir. Dolaşımda olan USD’nin 1,5 kat daha artacağı anlamına bu büyüme ile nakde-finansmana erişim kolaylaşırken finansman maliyetleri ise düşüşe geçmiştir. Bu büyümenin dünyanın tümü için gecikmeli olsa da gelecekte pozitif sonuçlar oluşturması kaçınılmaz olup bütün ülkeler farklı düzeylerde bu para selinden yararlanacaktır.

Bahsedilen bu adımlar ülkelerin öncelikle borçlanma oranları ve bütçe dengeleri üzerinde kısa dönemde negatif yönde etkiler üretecek, büyüme, işsizlik, dış ticaret ve enflasyon gibi makro ekonomik göstergeler üzerinde hangi yönde etki oluşturacağı ise gelecekte ortaya çıkacaktır. Diğer bir ifadeyleCovid-19 sonrası ülkelerin borçluluk seviyeleri hızla yükselecek ve bütçe açıkları artacaktır.

Bu gelişmelerin ülkemiz ekonomisine etkilerini başlangıç olarak; 1) Kamu Borç Yüküne Etkileri ve 2) Bütçe Açığına Etkileri olmak üzere iki başlıkta incelemekte yarar vardır.

1) Kamu Borç Yüküne Etkileri

Tablo 1’de yer alan verilere göre 2019 sonu itibariyle kamunun 1.442 Milyar TL brüt borç stokunun % 58’i iç borç ve % 42’ si ise dış borç stokundan oluşmaktadır. Brüt borç stokundan kamu yönetiminde olan varlıklar indirildikten sonra net borç stoku 693 Milyar TL olmaktadır.

Ülke analizlerinde kamu borç stokunun miktarı ile birlikte GSYH’ye oranı önemli bir performans parametresi olarak ele alınmaktadır. Grafik 1’de kamu brüt borç stokunun GSYH ile ilişkisi yıllar itibariyle analiz edilmektedir. 2019 yıl sonu verilerine göre kamu brüt borç stoku/GSYH oranı % 34 seviyesindedir. Bu oran birçok gelişmiş ülke ve ülkemiz ile aynı kategoride yer alan ülkelerden oldukça iyi durumdadır.

2) Bütçe Dengesine Etkileri

Tablo 2’de merkezi yönetim bütçesinin 2001-2019 yılı gerçekleşen, 2019 ve 2020 yılı bütçelenen verileri karşılaştırmalı yer almaktadır. 2019 yılı bütçesinde 876 Milyar TL gelire karşılık 961 Milyar TL gider, bütçe dengesi 81 Milyar TL açık olarak bütçelenmiş ancak gerçekleşen açık tutarı ise 123,7 Milyar TL’ye ulaşmıştır. Bütçe açığındaki artışın en önemli nedenleri; vergi gelirlerinin beklenenin 90 Milyar TL altında kalması ve bütçe giderlerinin hedeflenen tutarların 55 Milyar TL üzerinde olmasıdır. TCMB birikmiş kâr ve ihtiyatlarının Hazine’ye aktarılması ile bütçe açığının daha fazla artması sınırlandırılmıştır. 2020 Yılında ise bütçe geliri 957 Milyar TL, bütçe gideri 1.1 Trilyon TL ve bütçe dengesi ise 139 Milyar TL açık olarak hedeflenmiştir. 2020 Mart verilerine göre Ocak-Mart döneminde bütçe geliri 256 Milyar TL, bütçe gideri 285 Milyar TL ve bütçe açığı ise 29,5 Milyar TL olarak gerçekleşmiş olup 2020 yılı ön görülen bütçe açığının % 20’ si kadardır. İlk üç aydaki bütçe açığındaki hızlı artışın temel nedeni Mart ayı bütçe performansındaki önemli zayıflamadır. Zira Ocak ve Şubat ayında bütçe fazla vermiş iken Mart ayındaki 43,7 Milyar TL açık vermiştir. Covid-19 etkilerinin hissedilmeye başladığı Mart ayında bütçe gelirleri 47,4 Milyar TL, bütçe giderleri 91,1 Milyar TL ve bütçe açığı 43,7 Milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Bütçe açığındaki hızlı büyümenin nedeni bütçe gelirlerinde önceki aya göre yaşanan büyük düşüş ve giderlerdeki artışlardır.

Grafik 2’ye göre ülkemizde bütçe dengesi ile GSYH ilişkisinin uzun dönemli analizinde ekonomik durgunluk dönemlerinde artan ancak daha sonraki dönemlerde azalan bir bütçe açığı görülmektedir. 2001 yılında % -14,5’e kadar yükselen Bütçe Dengesi/GSYH oranının yıllar itibariyle hızlı bir şekilde düşerek 2008 yılında % -1,7’ye kadar gerilediği, ancak 2009 yılında hızlı bir sıçrama ile % - 5,3 oranına yükseldiği ve 2010 yılından itibaren de yeniden düşüşe geçtiği görülmektedir. Düşüş trendi 2016 yılına kadar devam etmiş ve % -1,1 oranı görülmüştür. Kamu kaynakları ile ekonomiyi canlandırma politikalarının doğal sonucu olarak bütçe açığı yeniden artmaya başlamış ve 2019 yılını % - 2,9 ile tamamlamıştır. 2020 yılı bütçesinde de hedeflenen oran % - 2,9’dur. Ekonominin durgunluk dönemlerini takip eden yıllarda artan Bütçe Açığı/GSYH oranı ekonomik canlanmaya bağlı olarak vergi gelirlerinin artması ve giderlerin normale dönmesiyle birlikte azalışa geçmektedir.

Devlet, Covid-19 salgınının bireyler, işletmeler, kurumlar ve ekonomi üzerinde oluşabilecek olumsuz etkilerini asgari seviyede tutabilmek amacıyla kredi kolaylığı, vergi öteleme, nakdi destek vb. çok sayıda önlem ve düzenlemeleri içeren ekonomik paketler açıkladı ve açıklamaya devam etmesi beklenmektedir. Açıklanan paketlerin günceldeki tutarı 200 Milyar TL’ye yaklaşırken zincirleme etkileri dikkate alındığında kümülatif gücü daha fazla olacaktır. Açıklanan ve daha sonrasında ilave edilebilecekler ile birlikte toplamı 500 Milyar TL’ye ulaşabilecek paketlerin ekonomiye ve kısa dönemde kamu borç stokuna ve bütçeye etkilerini biraz daha somutlaştırarak analiz edelim. Yazıda telaffuz edilen 500 Milyar TL tarafımızdan varsayımsal olarak belirlenmiş olup 2020 GSYH’sinin % 10’u civarında bir orana tekabül etmektedir.

Öncelikle 500 Milyar TL tutarındaki Covid-19 ekonomik paketinin finansmanı için üç farklı yol bulunmaktadır:

1) Özel Tertip Tahvil İhracı: Hazinenin (2001 krizi sonrasında batan bankaların kamuya getirdiği yüklerin finansmanında olduğu gibi) özel tertip tahvil ihraç ederek TCMB aracılığı ile bankacılık sistemine kaynak aktarması. Bu yöntemde TCMB özel tertip tahvilleri satın almak için bilançosunu büyütecek ve oluşan kaynağı nakden bankacılık sistemine aktaracak ve ekonominin ihtiyacı olan likidite sağlanmış olacaktır.

2) Merkez Bankasının Para Basması: 2001 Yılında terk edilen bu yöntemin seçilmesi halinde TCMB yalın ifadeyle karşılıksız para basacak ve Hazinenin nakit ihtiyacını doğrudan sağlamış olacaktır. Bu yöntemin oluşturabileceği enflasyonist etkinin ise gelecek dönemlerde ortaya çıkması beklenmektedir.

3) Karma Yöntem: Birinci ve ikinci seçenekte açıklanan yöntemlerin birlikte kullanılmasıdır. Her üç yöntemin birbirlerine göre avantajları ve dezavantajları dikkate alınarak tamamen siyasi tercihler çerçevesinde bir karar alınacaktır. Yazımızın bu bölümünde ilk yöntem olan özel tertip tahvil ihracı yönteminin kamu borç stoku ve bütçe açığına etkilerini ele alınmaktadır.

Açıklanacaklar ile birlikte 500 Milyar TL’ye ulaşan ekonomik destek paketinin tamamının 2020 yılında kullanılması halinde kamu borç stoku 500 Milyar TL artış ile 2 Trilyon TL’ye ulaşacaktır. Öte yandan 500 Milyar TL tutarındaki bir kaynak 2020 yılı bütçe tutarının yaklaşık % 50’sine tekabül etmektedir. Ancak finansman tutarını bütçe ile doğrudan ilişkilendirmek yerine hazinenin borçlanma maliyeti dikkate alınarak oluşturacağı yıllık finansman yükünün bütçe içerisindeki payını dikkate almak gerekmektedir.

500 Milyar TL finansmanın hangi oranda yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan sağlanabileceği önemli olmakla birlikte bugünkü kurlar ile 80 Milyar USD civarında bir büyüklüğe ulaşan finansman kaynağının kısa vadeli konjonktürde ağırlıklı olarak yurt içinden temin edilmesi imkan dahilinde görülmektedir. Yazının hazırlandığı konjonktürde % 12 civarındaki Hazinenin borçlanma maliyetlerinin gelecek dönemlerde benzer seviyelerde kalabileceği öngörülmektedir. Bu durumda analiz için gerekli iki temel parametre olan finansman tutarı 500 Milyar TL ve finansman maliyeti ise % 12 olarak belirlenmektedir.

Bu parametrelere göre 500 Milyar TL tutarındaki bir ekonomik paket ile;

Kamu Brüt Borç Stoku 1,5 Trilyon TL’den 2 Trilyon TL’ye ve Kamu Brüt Borç Stoku/GSYH % 34 oranından 2020 sonunda % 42 civarında bir orana yükselecektir. Hızlı artan bu oran dahi gelişmiş ülkeler ve aynı ekonomik gruptaki ülkelerin Covid-19 öncesindeki oranlarına göre çok daha düşük bir düzeydedir. Kaldı ki Covid-19 ile tüm ülkelerin parasal genişleme, borçluluk oranlarında ve bütçe açıklarında da artışlar yaşanacaktır.

Artan borç stokunun getirdiği finansman yükünün % 12 borçlanma oranı ile bütçe üzerinde yıllık 60 Milyar TL civarında ilave bir finansman yükü getirmesi beklenmektedir. Yıllık hesaplanan bu tutarın 2020 bütçesine ilave yükü ise yılın kalan dönemi ve destek paketinin kademeli devreye alınacağı dikkate alındığında daha düşük düzeyde kalabilecektir.
Özetle; yalın bir yaklaşımla ele alınan Covid-19 ekonomi paketlerinin yukarıda verilen sınırlar kamu ekonomisine yükleri ülkemiz için tedirgin edici bir düzeyde olmayacaktır. Öte yandan 1980 asker darbesinden bu yana geçen kırk yılda ülkemiz neredeyse her yıla bir kriz sığacak kadar ekonomik ve politik çok sayıda krize maruz kalmıştır. Yaşanan bu krizler; bireyler, küçük esnaf, kobiler, büyük işletmeler, finans kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve kamu yönetimi nezdinde önemli bir tecrübe edinilmesini sağlamıştır. Yaşanan her krizden farklı tecrübeler kazanılırken, bireylerin, işletmelerin, kurumların ve kamu yönetiminin dayanıklılığı artmıştır. Krizlerden elde edilen kazanımların yanında toplumsal genlerimizde var olan değişikliklere çabuk uyum sağlama, azalan gelirimize göre hayat seviyesini ayarlama, sahip olduklarımızı paylaşma ve toplumsal yardımlaşma özelliklerimiz bu sürecin daha çabuk ve daha az hasarla atlatılmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Bu yönümüzle ABD ve Avrupa başta olmak üzere ekonomisi daha gelişmiş ülkelere göre daha avantajlı, güçlü ve şanslı olduğumuz ifade edilebilir. İkinci Dünya Savaşının sona erdiği tarihten itibaren geçen yaklaşık yetmiş yılda bahsedilen ülkelerin hiç birinde ülkemizdekilere benzer krizler yaşanmadığı gibi bu toplumların bulundukları ekonomik seviyenin altına düşme ve yüzleşilebilecek göreli yoksulluğa karşı nasıl bir tepki verebilecekleri de bir başka ifadeyle dayanaklılıkları öngörülememektedir.

Bahsedilen bu unsurlar dikkate alındığında, bu ülkelere göre krizi daha az hasarla atlatabilecek, krizden daha çabuk çıkabilecek ve daha güçlü bir şekilde yolumuza devam edebileceğiz.

Ancak Covid-19 sonrası için kısa dönemde ve 2020 yılı ile sınırlı olmak kaydıyla ekonomi tarafında ödemeler dengesi ve dış kaynak temini açısından geçici bir zorluk dönemi yaşanabilecektir. Hızlı bir şekilde gerileyen enerji fiyatları, ödemeler dengesi için önemi bir katkı sağlayacak olsa da daralan dünya ticaret hacminin ihracat pazarlarında oluşturabileceği talep gerilemesi, petrol ihracatçısı ülkelerin gelirlerindeki düşüşlere bağlı olarak harcamaları kısması ve net döviz girdisi açısından önemli bir sektör olan turizmin 2020 yılında sağlayabileceği katkıların öngörülememesi yılın kalan dönemi için ödemeler dengesinin daha dikkatle izlenmesini gerektirmektedir. Covid-19 sonrası sürecin 2021 başından itibaren normalleşmeye başlaması ile gerek turizm sektöründe yaşanabilecek olumlu gelişmeler ve gerekse ülkemize uluslararası finansal piyasalardan fon akımlarının artması ile ödemeler dengesinde daha olumlu bir süreç oluşabilecektir.

İçinden geçtiğimiz Covid-19 konjonktürü ülkemizi kısa vadede yoracak olsa da yukarıda bahsedilen hususlar ile birlikte ülkemizin genç nüfusu, iç talep potansiyeli ve diğer dinamikleri birlikte düşünüldüğünde uzun vade de ülkemiz için daha önemli fırsatlar içerdiğini düşünmekteyiz.