‘’Eserlerim mesaj taşımaz, bir serüveni yaşatır’’

Cengis Asiltürk, iletişim biliminin Türkiye’deki kurucusu Ünsal Oskay’ı odağına alan yeni romanı ‘Karnavalın Ortasındaki Adam: Ünsal Oskay’ ve üçüncü sinema filmi ‘Kelebeklerin Çığlığı’ ile karşımızda: “Roman yazmak, film yapmak, amfide ders anlatmak benim için bir ve aynı, hepsi hikaye anlatıcılığı.”

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
‘’Eserlerim mesaj taşımaz, bir serüveni yaşatır’’

HELİN KAYA

Yazar, yönetmen ve akademisyen olarak kariyerinizde birçok sayfa açtınız. Tüm bu üretkenlik, hayatınızı nasıl yönlendirdi?

Bunlar hayatımın ta kendisi zaten galiba! Bunların dışında bir hayatımın olduğu pek söylenemez. Eğlence düşkünü yetişkin kişileri şaşkınlıkla seyreden biriyim. Lisede bir ömürlük eğlendim, harika yıllardı. Sonra hep çalıştım. Benim çalıştığım kadar, devasa mermer bir blokun karşısına geçip üflemeye başlasanız, onca yılda o çoktan toz olmuştu. Yazarken, film setinde, ders anlatırken ciddi, mutlu bir adamım. Arkadaşlarımla birlikteyken, onlarla tembellik ederken de öyle... Sıradan bir hayatım var işte...

Yazar ve yönetmen yönünüz birbirini besliyor mu?

Birçok insana, şunu anlatmakta güçlük çekeriz: Kendi varoluş serüveninde sinema sanatının yolu birçok sanatla kesişti, sinema kimi evrelerden geçti, deneysel filmler yapıldı, dil açısından farklı kuramlar onun diline kimi katkılar yaptı, ama sinema -benim sinemam- giderek romanesk biçime büründü, görüntülü romana dönüştü. Kısacası roman yazmak, film yapmak, amfide ders anlatmak benim için bir ve aynı, yani hepsi hikaye anlatıcılığı. Bunlar elbette iç içe ve birbirini besliyor.

Üçüncü sinema filminiz olan ‘Kelebeklerin Çığlığı’ için hayata tutunamamış insanların hikayelerini anlattığınızdan bahsediliyor. Bu filmin senaryosunu kaleme alırken nasıl bir mesaj vermeyi hedeflediniz?

TRT için çektiğim otuz kadar televizyon filminde ve ‘Büyülü Gerçekler’, ‘Albatrosun Yolculuğu’, ‘Kelebeklerin Çığlığı’ adlı sinema filmlerimde bir mesajım yok. Filmlerim mesaj taşımaz, bir şey öğretmeye kalkışmaz, bir serüveni yaşatır. Kesinlikle ilginç bir serüven... İlginç olmayan, büyük insanlığa katkısı olmayacağını düşündüğüm bir hikayeyi anlatma arzusu duymam. Mesaj verme kaygısıyla film yapmam. ‘Kelebeklerin Çığlığı’ adlı o filmin senaryosunu yazarken de hikaye anlatmak için yola çıktım.

Filmde şiirsel bir dilin baskın olması dikkat çekici. Buna yönelmenizin sebebi nedir?

Hem takdir etmek hem taktir etmek izleyicilere ve sinema üzerine kafa yoranlara ait. İçinde şiirsellik taşımayan büyük sanat eserine rastlamadım.  Yeni bir film çekeceksem, yeni bir roman yazacaksam, ders anlatırken bilgiyi hikaye içinden geçirerek anlatacaksam, bunların kusursuz şiirsellik taşımasına özen gösteririm. Şiirsel film daha katmanlı, daha doyurucu, daha fazla şey verir insana, hatta bu filmler daha eğlencelidir.

Toplumun gerçekleri önemli

Yazdığınız kitapların ve filmlerinizin neredeyse tamamının toplumsal gerçekliklere ışık tutuyor… Bu sizin için öncelikli bir mesele mi?

Benim şu ana kadar yazdığım romanlar, çektiğim filmler toplumsal gerçekçi ögeler taşıyor elbette, ancak ana hatlarıyla salt bu alana yönelmiş değilim. Günün birinde, özellikle bir toplumsal gerçekçi film yapacağım. Geçen hafta satışa sunulan ‘Karnavalın Ortasındaki Adam: Ünsal Oskay’ adlı romanımın başkahramanı Ünsal sık sık, “hepimiz bu ülkeye borçluyuz” diyor. Bu sözün özü de toplumsal gerçekçiliğe dayanır. Toplumun gerçekleri önemli... Bunları sorgulamak, toplumunuzun gelişmiş ülke toplumları kadar iyi koşullarda ve insanca yaşamasını arzulamak, engelleri ortadan kaldırmak gerekiyor... Filmlerimde ve romanlarımda tavrımı daima mizah ve ironi yoluyla ortaya koydum.

Romanınızın odağında Türkiye’de iletişim biliminin öncüsü Ünsal Oskay var… Bu eser bir biyografi mi?

 ‘Karnavalın Ortasındaki Adam: Ünsal Oskay’, sizin de bahsettiğiniz gibi toplumbilimin ve iletişim biliminin Türkiye’deki kurucusu Ünsal Oskay’ın başkahraman olduğu bir roman, ama bu biyografik bir roman değil. Olağanüstü bir kahramanın serüveni bekliyor okuyucuyu. 2009 yılında Ünsal Oskay’ın biyografik bir romanını yazmak için yola çıktım. 1700 sayfa kadar belge topladım, ancak hayır, biyografik roman olamazdı bu! Yurtdışından ve yurtiçinden önemli kurumların ödüllendirdiği önceki romanlarımın tarzında, büyülü gerçekçilik tarzında bir roman yazıp Ünsal Oskay’ı yaşadığı önemli anekdotlarıyla romana başkahraman yapmalıydım. Doğru olan buydu.

2009 yılında kaybettiğimiz Ünsal Oskay’ın bu projenizden haberi var mıydı?

“Hayatının son dört beş yılında Ünsal Oskay’ın en yakın arkadaşı bendim” desem, sanırım onu sevenlere haksızlık etmiş olmam. Gerçek bu! Ona söylemiştim kendisinin romanını yazacağımı. Ne büyük gaf Allah’ım! Biliyorum derhal ölümünü düşünmüş; işaret parmaklarının kökleriyle gözlerini silerek ağlamıştı, kapısının solunda devasa bir fotoğrafı asılı üniversitedeki odasındaydık, zaten gün boyu oradaydık derslerimizin dışında kalan zamanlarımızda, sigara ve çay içerdik. Ünsal Oskay daima yaşatmam, unutulmasının karşısına dikilmem gereken bir bilgin, bir ermiş, bir ustadır. Bütün bunlar ve daha fazlasıdır, onun romanını yazma nedenim.

Gerçek sinema komada

Son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılar özellikle beyazperdeyi oldukça sarstı. Birçok yönetmen ve yapımcı sinemadan uzaklaşarak dijitale yöneldi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Yönetmenlerin ve yapımcıların dijital mecraya yönelmesinde sizin vurguladığınız ekonomik sıkıntıların etkisi var tabii. Ancak dijital mecraya yapılan filmler, her ne kadar sinema filmi uzunluğunda olsa bile, küçük ekran formatına uyan televizyon kurmacalarıdır. Onlar sinema filmi değildir. Bu ayırtı ortaya koymaya kalkışsam, bu hayli uzun bir zaman gerektirir, bunu böyle bir röportaja sığdıramayız. Kaldı ki televizyon kurmacalarında çalışanlar; yönetmenler, oyuncular, senaristler, kameramanlar, ışıkçılar ve hatta televizyon dizisi izleyerek yetişen izleyiciler, farkında olarak ya da olmayarak, sinemayı çoktandır televizyon kurmacasına dönüştürüyor. Gerçek sinema öldü demeyeceğim, ama gerçek sinema komaya girmiş vaziyette.

Hayata geçirmeyi hedeflediğiniz yeni projeleriniz var mı?

‘Kaşgarlı Mahmut’ adlı romanı yazmaya başladım. O da biyografik bir roman değil. ‘Ölüyaprak Vuruşu’ adlı romanımı filme almak yirmi yıllık bir hayalim ve hedefimdir. Benim için, peşi bırakılamaz bir hedef. Bir hayal, gibi bir düş gibi, ancak niçin olmasın ki?  en önemli hedefim hem NOBEL Edebiyat Ödülüne hem En İyi Yabancı Film Dalında OSCAR’a layık bulunan ilk yönetmen ve romancı olmak. Bakalım...