Mavi düşler atlasının yıldızı

Bir kitap düşünün, kocaman dünyayı evlerinize sığdırsın... Bu bir mucize değil mi? Özellikle de 1960’lardan söz ediyorsak. Bahsedeceğim eserin yaşanmış olaylardan yola çıkarak 1960’ların ikinci yarısında kaleme alındığını düşünürseniz konunun önemini daha iyi anlarsınız…

YAYINLAMA
GÜNCELLEME
Mavi düşler atlasının yıldızı

Hakan ATİS

“Önümüzdeki uzun Pasifik yolculuğu için sonu gelmeyen ihtiyaç listesini tekrar tekrar gözden geçirdik. Unuttuğumuz bir şey kalmadığına kani olduktan sonra 25 Mart 1966 Cuma günü bağlı olduğumuz şamandırayı Bismillah ile fora ettik. Kısmet, beyaz yelkenleri ile ilk defa Pasifik rüzgarı ile şişmiş, sürprizlerle dolu engin ufuklara doğru koşarken, tıknaz vücutlu uzun gagalı pelikan kuşları kervan gibi art arda takılmış onu uğurluyordu. Önümüzdeki ilk durak, inşallah 900 küsur mil mesafedeki Galapagos Adaları olacak. Gerçi mesafe olarak yol uzun değil ancak yelkenli tekneler için münasebetsiz kabul edilen ‘Doldrum’ mıntıkasından geçeceğiz. Güney yarım kürede keşişlemeden, kuzey yarım kürede ise poyrazdan esen ticaret rüzgarları arasında sıkışıp kalan bölgeye ‘Doldrum’ sahası denir. Burada rüzgarlar değişik yönlerden kah fırtına, ani boralar, kah günlerce yanan kibriti dahi söndüremeyecek kuvvette limanlık havalar yapar…”

Paylaştığım satırlar Türkiye’de amatör denizcilerin manevi öğretmeni sayılan Sadun Boro’ya ait. Onun ‘Pupa Yelken/Kısmet’in Dünya Seyahati’ adlı eserinden aktarıyorum. Bu kitabı başucu kaynağı olarak görüyorum ve yediden yetmişe herkese tavsiye ediyorum. Çünkü, amatör denizciliğimizin kutup yıldızının mavi yaşamı, ülkemizde kim bilir kaç kuşağa hayaller kurdurdu? Onun satırlarını okuyup kağıttan, çam kabuklarından ve derme çatma tahtalardan yaptığımız kayıkları bıraktık denizlere. Sonra delikanlılık yıllarımız geldi… Cahit Külebi’nin ‘Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokar’ dediği Ege’nin incisinde bindiğimiz her sandalda hepimiz o olduk. Saygın duruşuyla denizcileri öylesine yüreklendirdi ki onun yolunda ilerleyen Ekrem İnözü, Tanıl Tuncel,  Osman Atasoy, Özkan Gülkaynak ve nice değerli ustaya sahip olmanın toplumsal kıvancını yaşar olduk. Yeri geldi kıyılarımızın talan edilmesine karşı yüreğindeki acıyı haykırdı, yeri geldi denizlerin temiz tutulması için neler yapılması gerektiğini anlattı. Ülkemizde denizciliğe yönelik çözümlenmeyen sorunlardan hayli üzüldü ve yoruldu. Ancak… Mekteb-i Sultani’de edindiği vizyon, disiplin ve aldığı terbiye ile ne çizgisini bozdu ne de geri adım attı.

DÜNYA SEYAHATİ

Sadun Boro’nun İstanbul Erenköy’de başlayan mavi sevdası yıllar geçtikçe daha da kuvvetlenince Türk denizcilik tarihinde ayakta alkışlanan büyük bir olay yaşandı. 1948 yılında Manchester Üniversitesi’nden Tekstil Mühendisliği diplomasını aldı almasına ancak yüreğinde yanan kor ateş hiç sönmedi. Çocukluğunda olduğu gibi gençliğinde de her fırsatta koştuğu enginler onu gün be gün hayallerini süsleyen büyük ve sihirli dünyanın içine çekti. Bu nedenle 1952 yılında yelkenli ile dümen suyunda bıraktığı Atlantik Okyanusu’nu uçakla geçerken kendisine tüm benliği ile söz verdi… “Bir gün gönderinde ay yıldızlı bayrağım dalgalanan kendi kotramla bu sulara döneceğim” diyerek kişisel tarihine önemli bir not düştü. Derken, takvimler 1963 yılını gösterdiğinde keç armalı Kısmet, Salacak’ta Athar Beşpınar’ın atölyesinde Zümrüd-ü Anka kuşu gibi kızağa kondu. Geri sayım başlamıştı… Ancak, hayatın maviliklerin İstanbullu efendisine sunduğu bambaşka bir sürpriz daha vardı. Oda Boro’dan söz ediyorum… Bir başka deyişle eşinin hayallerine destek olan, ona kol, kanat geren ve kadınlardan denizci olmaz denilen bir dünyanın tüm kalıplarını yerle bir eden cesur yürekten. Onların omuz omuza vermeleri sayesinde amatör denizcilik tarihimizde bambaşka bir sayfa açıldı. Kısmet, 17 Temmuz 1964 tarihinde İstanbul’un masmavi sularına merhaba dedi. Aradan geçen zamanda ihtiyaçları yavaş yavaş giderildi ve 22 Ağustos 1965 günü, Sadun Ağabey’in güzel ifadesiyle ‘Puslu bir İstanbul sabahının erken saatlerinde’ Vira Bismillah denilerek mavi evrenin kucağına atıldı.

YILLAR SONRA

Hayatta öyle olaylar vardır ki yıllar geçtikçe değeri ve önemi daha da artar. Günümüzde Sadun Boro’nun izinden giderek dünya denizlerini dümen suyunda bırakan nice denizciye sahibiz. Onların her biriyle gurur duyuyoruz. Ve bunu maviliklerin manevi öğretmenine borçlu olduğumuzu da unutmuyoruz. Şimdi o günlere yeniden dönelim… Sadun Ağabey, nasıl da güzel anlatıyor: “Yaşadığım müddetçe unutmama imkan var mı? Hafif poyrazın önünde Kısmet, pupa yelken yol alırken, kamaranın kenarına ilişmiş, son defa yaşlı gözlerle arkaya bakıyorum… Önce Caddebostan, sonra Fenerbahçe ve yavaş yavaş İstanbul, o aşina siluetler artık seçilmez oldu. Acaba bir daha görmek, gene bu sulara dönmek kısmet olacak mı?” Böyle başlayan dünya seyahati ardında binlerce deniz mili, onlarca farklı ülke, bambaşka kültürleri keşfederek 15 Haziran 1968 tarihinde başarıyla son buldu. Mavi düşler atlasının kahramanları o dakikaları gelecek kuşaklara şu sözleriyle aktardı: “İki yıl, on ay evvel gözden kaybettiğimiz aşina siluetler tekrar belirmeye başlayınca artık yay gibi gerilmiş sinirler birden boşaldı, gözyaşlarımızı bir türlü zapt edemiyoruz… Zaten o andan itibaren geçen saatleri sanki biz yaşamadık. Unutulmaz bir filmin sahnelerini kopuk kopuk seyreder gibi olduk.”

VEFA BORCU

Amatör denizcilik tarihimizde böylesine önemli yere sahip olan Sadun ve Oda Boro, günümüzde eserleri ve ilkeleriyle yaşamaya devam ediyor. Onları belki bu dünyada sonsuzluğa uğurladık ancak hiç unutmadık ve unutmayacağız. Her ne kadar binlerce yürekte taht kurmuş olsalar da korunması için ömürlerini adadıkları topraklarda, koylarda, kıyılarda; sözün özü sevdikleri ve arzu ettikleri yerde anıt mezarları olmalı. Bu, ülkemizi yönetenlerin ve A’dan Z’ye tüm denizcilik camiasının vefa borcudur. Çünkü… Onların imza attığı başarının büyüklüğünü anlayabilmek için dünya atlasına bakmak yeterlidir. Bu da yetmez ise Pupa Yelken’de ‘İkinci tayfun ve hareket’ başlıklı şu satırların okunmasını tavsiye ediyorum: “Öğleden sonra saat 4’e doğru başlayan tayfun, kıbleden bindirerek saatte 200 km hızla esti. Bir tekne üstümüze düştü… Bereket demiri bizimkine takılmadı. Ne yazık ki tarayarak arkamızdaki kayalara sürüklenip parçalandı. Gece karanlıkta tayfun daha da korkunç oluyor. Kayalara düşen teknelerden gelen çığlıklar, bağrışmalar, gergin sinirleri daha da beter bozuyor.” Sözün özü değerli okurlar, Sadun ve Oda Boro’nun aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyor, onları rahmetle anıyorum. Anne ve babasından aldığı bayrağı başarıyla taşıyan Kısmet Deniz Polat’ı ve değerli eşini içten dileklerimle selamlıyorum. Sadun Boro’nun kitaplarını edinmek isteyen okurlar Epona Yayıncılığa ulaşabilir. Tavsiye ediyorum. Sizlere öğretici saatler yaşatacaktır. Haftaya ‘Mersin Rota Yelken’ izlenimlerimi paylaşacağım. Tüm denizcilerimizin pruvası neta, rüzgar kolayına olsun. Esen kalın.