Avrupa Amerikasız savunmayı düşünmeye başlamalı

İlter TURAN
İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Bay Trump’ın heyecana kapılıp sarf ettiği sözler, tüm Avrupa’da Amerika’nın bir Rus saldırısı karşısında Kıta’yı savunma kararlılığı konusunda endişe uyandırdı. Bay Trump’a inanmak lazım gelirse, milli gelirinin belirli bir yüzdesini savunmaya ayırmayan Avrupa ülkelerine Rusya’nın saldırması karşısında Amerika müsamahakar davranacaktır. Bu tür beyanlar akıldışılık seviyesine yaklaşmakla birlikte, Bay Trump’ın yeniden seçilebilme ve düşüncelerini uygulamaya geçirebilme olasılığı karşısında ciddiyet kazanıyor. Önceki başkanlık döneminde Trump Avrupa ülkelerinin kendilerini savunma harcamalarını üstlenmelerini beklediğini birkaç defa açıkça ifade etmiş, Amerika’nın Avrupa güvenliğini sağlama külfetini üstlenmeye devam etmeyeceğini vurgulamış, pek açıkça olmasa da, ABD’nin Kıta’dan tamamen çekilebileceğini dile getirmişti. Bay Biden göreve başlayınca, kişisel girişimlerine ek olarak Kongre’yi de harekete geçirmiş ve NATO’nun Avrupalı üyelerini Amerika’nın bir yere gitmediğine, Avrupa’yı savunma taahhütlerini  yerine getireceğine ikna etmeye çalışmıştı.

Rusya’nın Avrupa açısından başlıca güvenlik tehdidi olarak geri döndüğü şu sıralarda, Bay Trump’ın sözlerinin Kıta’da neden endişe uyandırdığı anlaşılabilirse de, Amerika’nın Avrupa’yı savunmakta ne derecede kararlı olduğu sorusu yeni değildir.  Eski günlerde Amerika’nın Avrupa’yı savunma iradesine ne oranda güvenilebileceği caydırma doktrininin bünyesel bilinmezliklerinden ileri geliyordu. Günümüzde Amerika’ya duyulan güvenin zayıflaması ise siyasi bir sorudur: Acaba ABD hükümeti Avrupa’yı savunma iradesi ve kararlılığını sürdürecek midir?

Gelin önce caydırıcılığın mantığına bakalım ve neden Amerika’nın Avrupa’yı savunmaktan kaçınabileceği sorusuna yol açtığını çözelim. Batı Avrupa’yı Sovyet yayılmacılığına karşı korumak için NATO’nun kurulduğu dönemde, ittifakın Avrupalı üyeleri Amerikan ısrarlarına rağmen, konvansiyonel güçlerini geliştirmek konusunda direndiler.  Şüphesiz, öncelikleri savaşın tarumar ettiği ekonomilerini yeniden inşa etmekti fakat aynı zamanda Sovyetleri caydıracak gücün geliştirecekleri konvansiyonel güçler olmayıp, Amerika’nın nükleer gücü olduğuna inanıyorlardı. Sonunda ABD “kitlesel mukabele” doktrini çerçevesinde Avrupa savunmasını üstlendi. Doktrine göre, Sovyetlerin Batı yönündeki herhangi bir ilerleme girişimi ABD’nin nükleer silahlarını devreye sokmasıyla karşılanacaktı. Bu dönemde Sovyetlerin nükleer silahlarını Amerikan kıtasına gönderme imkanları yoktu. Dolayısıyla, Amerikalılar Avrupa’yı savunurken kendilerinin de nükleer bir hedef olacağı korkusu yaşamıyorlardı.

Sovyetlerin önce hidrojen bombası yapıp, bilahare kıtalararası balistik füzeler geliştirmeleri Amerikalılara artık kendilerinin de nükleer hedef olabileceğini gösterdi. Bunun üzerine savunma doktrini değiştirildi, “esnek mukabele’ye” dönüştü. Artık Sovyet saldırısı hangi düzeyde gerçekleşirse, cevap da o düzeyde verilecekti. Stratejik mantık çerçevesinde düşünüldüğünde, çatışmaların sonuçları peşinen kestirilemeyen fakat büyük bir felaket olduğu konusunda tereddüt bulunmayan nükleer düzeye tırmanmasını engellemeyi öngören esnek mukabele şüphesiz daha makul bir doktrindi. Ancak temel bir soruyu da beraberinde getiriyordu: Şayet Sovyetler Avrupa’da nükleer silah kullanacak olsalar, acaba Amerikalılar buna nükleer bir yanıt verip kendilerini de nükleeer hedef yapmayı kabullenirler miydi? Tabii, bu sorunun cevabı bilinmiyor. Amerikalılar bir ihtimal Sovyetlerin Avrupa’da nükleer silah kullanmalarına karşı kendileri de nükleer silahlara sarılabilirdi. Bu durum karşısında, Sovyetler Amerikan nükleer silahlarının hedefi olma ihtimalinden kurtulamadıkları için, Avrupa’da nükleer silah kullanmamaları akıllıca oluyordu.

Caydırıcılığın mantığı bu gün karşı karşıya bulunduğumuz durumdan ayrılıyor. Esnek mukabele doktrininde Amerikalılar Avrupa’yı savunacaklarını ifade ediyorlar fakat Avrupalılar bunun Amerika’yı da harabeye çevireceği beklentisinden yola çıkarak, verilen sözlerin tutulmayacağından endişe ediyorlardı.  Mevcut durumda ise Bay Trump Avrupa savunmasından vazgeçmeyi öngören bir siyasi karar alınabileceğini dile getiriyor. Daha önceleri de, birbirini izleyen Amerikan hükümetleri Avrupa savunması için Avrupalı NATO üyelerinin daha fazla harcama yapmaları gerektiğini ifade etmişlerse de, hiçbiri ülkelerinin Avrupa savumasına katılmasını, liberal demokrasi ve sosyal piyasa ekonomi değerlerini birlikte savunmayı öngören Avro-Atlantik ortaklığında buluşmalarını sorgulamamıştı. Trump ise Amerika’nın kendi başının çaresine bakacağını, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamak için istediğini yapabileceğini söylüyor.

Bay Trump seçimi kazanmasa bile, ileri sürdüğü görüşler toplumda geniş destek bulduğu ölçüde, seçimi kim kazanırsa kazansın, bu tercihi hesaba katmak zorunda kalacaktır. Avrupalılar savunma planlarını Amerikalıların bir vade sonunda Avrupa savunmasından çekilebileceğini hesaba katarak yapmak mecburiyetindedirler. Acaba Avrupa kendi savunmasını geliştirebilir mi, özellikle bunu İngiltere ve Türkiye’yi de sürece katmadan yapabilir mi? Bu soruların çok ilginç olduğuna kuşku yok ama bu konuları ilerdeki yazılarımızda ele almamız gerekecek.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Kim, ne, neden? 01 Nisan 2024