Ben bakınca neyi göremiyorum?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

2020’ye birkaç hafta kaldı. Artık kimse 2019 nasıldı diye bakmıyor, acaba 2020 nasıl olur diye bakıyor. Her yeni takvim yılı, bir yeni başlangıç umuduyla birlikte geliyor. Öyle ya, 2018 ve 2019’u nasıl olsa kaybettik, geriye bakmanın bir manası yok, geçti bitti. Günün sorusu şudur: 2020’de Türkiye ekonomisi nasıl bir performans sergiler? Bu çukurdan 2020’de artık çıkar mıyız? Sanmıyorum. Gelin bugün ben bakınca neyi göremiyorum, bir anlatayım.

Türkiye, “Dünyanın en sefil ülkeleri” listesinde ilk beşte

Bizim burada iktisadi vaziyet, mesela Amerika ile kıyaslandığında, pek de güzel görünmüyor doğrusu. İşsizlik oranı Amerika’da yüzde 3.6, 50 yılın en iyi performansı ise, Türkiye’de işsizlik oranı yüzde 13 civarında. Özellikle genç işsizliğinde yüzde 24.7 ile uzun zamanların rekorunu kırmış vaziyetteyiz. Özellikle işsizlik oranının seyri nedeniyle Steve Hanke’nin “Dünyanın en sefil ülkeleri” (The most miserable countries of the world) listesinde tam 95 ülke arasında ilk beşte yer alıyoruz.

Peki, 2020’nin Türkiye ekonomisi açısından iyi olması nasıl olabilir? Ben bu aralar Ankara’da en çok şunu duyuyorum: “Tüketiciler birkaç yıldır harcamalarını erteliyorlar. Bankalar, tüketici kredileri vasıtasıyla, devlet ise kredi kartına taksit sayısını artırma benzeri düzenlemelerle özel tüketimi destekler. Artan tüketim harcamaları ile şirketler önce stoklarını artırmak maksadıyla üretimi ve giderek yatırımlarını artırırlar ve ne olur? Türkiye daha tempolu büyür. Bir bakarsınız, büyüme yüzde 5’i aşar.”

Şimdi yazarken bu açıklama biçimi bana daha da çok Nasrettin Hoca’nın zengin olma projesi gibi gelmeye başladı doğrusu. Hani Hoca bir gün arazisinin içindeki yolun iki tarafına dikenli telden birer çit yapar; soranlara “Şimdi buradan koyunlar geçecek, geçerken bu dikenli tellere yünleri takılacak, sonra ben o yünleri toplayıp eğirip iplik yapacağım ve daha sonra...” diye anlatır ya, işte tam da öyle. Neden?

Öncelikle enflasyon, işsizlik ve faiz oranının toplamı olan Sefalet Endeksi bu argüman için bir başlangıç noktası olarak alınabilir. Enflasyon, işsizlik ve faiz oranı toplamından oluşan dünyanın en sefil ülkeleri listesinde ilk beş içinde olan bir ülkede tüketici güveni fişek gibi yükselir mi? Hayır. Peki, bankaların bu haliyle, zorunlu karşılık avantajından yararlanma amaçlı kredi genişlemesi sınırlı bir saman alevi dışında, bilançoları hareketlendirir mi? Hayır. Avrupa’nın bu halinde ihracat büyümeyi destekler mi diye sormuyorum bile. Yine aynı biçimde, bütçenin bu halinde, kamu harcamaları 2020’de büyümeyi destekler mi diye de sormam bile.

Millet, “Elde avuçta kalmadı, kardeşim.” diyor

Tüketici güveni bahsinde, Metropoll’ün Kasım ayı anket sonuçları analize faydalı bir çerçeve sunuyor bana sorarsanız. İlk soru şöyle: “Son bir yıl içinde sizin ve ailenizin geçim şartları/refah düzeyi nasıl değişti?”. Ankete katılanların yüzde 59.5’i bu soruya “kötüleşti” diye cevap vermişler. Yalnızca yüzde 16.2’si “iyileşti” demiş. Ak Parti seçmeninde bile kötüleşti diyenlerin oranı iyileşti diyenlerden neredeyse 9 puan daha fazla.

Şimdi Metropoll’un anketine göre, “Geçim şartları son bir yılda kötüleşti.” yüzde 32’si bu durumun nedeni, gelir/maaş değişimi ile çalışma durumundaki değişim diyor. Ben bir nevi işsizlik diyeyim, siz daha iyi anlayın. Yüzde 24 ise masraflardaki değişim diyor. Ben enflasyon, hayat pahalılığı diyeyim. Yüzde 21 borçlardaki, yüzde 13 ise birikimlerdeki değişim diyor. Ben size bunu “Elde avuçta kalmadı, kardeşim.” diye yorumlayayım. Bir şeyler eriyor. Nedir? Bu ortamda, tüketim harcamalarından gelen etki, bir saman alevi gibi parlar ve hemen söner.

Bu neyin yokluğudur?

Bu aralar, ekonomi ile ilgili resmi açıklamalarda üç önemli boşluk görüyorum sanırım. Birincisi, banka bilançolarının nasıl temizleneceğine dair bir perspektif görmüyorum. Halbuki Türkiye ekonomisi, şirketlerimizin işletme sermayesi eksikliği nedeniyle, banka kredileri olmadan büyümez. Yatırımları geçtim, üretmek için bile bizim banka kredisine ihtiyacımız olur. Böyle bir ekonomide tüketici kredilerinden büyüme türetmek öyle söylendiği kadar kolay olmaz. Not etmiş olayım.

İkincisi, küresel gelişmeleri takip ederek, önümüze pozitif hedef koyan bir yaklaşım göremiyorum. Varsa yoksa, şikayet yetkili ağızlarda. Halbuki mesela Endonezya, Amerika-Çin ticaret savaşlarından kendisine bir pozitif gündem çıkartmış gibi görünüyor.

Öyle duruyor ki, Çin’den geçen Amerikan değer zincirlerinin Çin dışına aktarımı yakın geleceğin önemli bir meselesi olacak. Zaten Çin’de artan işçilik maliyetleri kaynaklı “iten” bir faktör vardı. Şimdi Trump dönemi ile birlikte bir de “çeken” siyasi faktör ortaya çıktı. Bu durumda, Türkiye gibi ülkelerin, değer zincirleri ağındaki değişimden nasıl fayda sağlarız diye düşünmesi gerekiyor. Endonezya plan yapıyor. İçinden değer zinciri geçen ülke olmanın yolunun salt ucuz işçilikten kaynaklanmadığını biliyor ve hukuk sisteminden altyapıya bir dizi yapısal reform programı tasarlıyorlar. Ama bizim burada “tık” yok. Pozitif gündem yok. Varsa yoksa, “saldırı altındayız” söylemi. Halbuki negatif gündemden pozitif yatırım hamlesi filan çıkmaz. Yine not edeyim. Akıllarda yer etsin. Olmaz.

Bakınca yokluğuyla gözümü alan üçüncü unsur ise, şeffaflık eksikliği ve kurumsal altyapı erozyonu sanırım ve her geçen gün giderek daha derin bir boşluk haline geliyor. Türkiye, 1980’de ve 2002’de devleti şeffaflıkla terbiye ederek krizden çıkmış ve kendi yolunu açmıştı. Yine devleti şeffaflıkla terbiye etmemiz gereken bir krizin içindeyiz. Buradan başka çıkış yok. Daha önce yapmıştık. Yine yapacağız.

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Bu durumda ne yapılır? 14 Nisan 2025
Şimdi buradan nereye? 24 Mart 2025