Bürokratik oligarşi üzerine…
Mülkiye mezuniyetinden sonra gazeteciliğe başladığı günden beri tanıdığım değerli gazeteci dostum Okan Müderrisoğlu’nun 12 Eylül 2024 günü Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde “Şu Bürokratik Oligarşi Meselesi” başlıklı yazısını kaleme almış.
Müderrisoğlu yazısında, AK Parti'nin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’na "bürokratik oligarşi!" meselesinin damga vurduğunu dile getirerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da millete hizmet etmeyen bürokratlar için hayli ağır konuştuğunu belirtmiş.
Müderrisoğlu “Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı kimliği ile illerdeki devlet temsilcisi Valiler!
Erdoğan'ın Parti Genel Başkanı kimliği ile temsilcileri ise İl Başkanları...
Şimdi burada, hiyerarşik üstünlük arayışına girilmesi bence doğru değil. Bir ilde vali ile belediye başkanı, il müdürleri ve siyasetin temsilcileri arasında o beldenin acil ihtiyaçları ve rasyonel beklentilerine göre anlayış birliği bulunması en çok arzu edilen durumlardan biridir. Fakat... Parti yerel kadrolarının; vali, kaymakam veya emniyet müdürü üzerinde yer yer siyasal amir rolüne bürünme eğilimi sergilemesi de bir Türkiye gerçeğidir…” derken bu gitgellere parmak basmış.
Dilerseniz bürokrasi üzerine birkaç şey söyleyelim.
Günümüzde bürokrasinin üç değişik anlamda kullanıldığını gözlemliyoruz.
Birinci anlamda bürokrasi, tüm devlet yönetimini, devletin örgüt ve personelini ifade eder.
İkinci anlamda bürokrasi, "belli bir örgütlenme ve yönetim biçimini" anlatır.
Bürokrasi kavramının üçüncü anlamda kullanılışı, "kırtasiyecilik", "işlerin yavaş yürümesi", "sorumluluk yüklenmekten kaçınma", "kamu yönetiminin verimsiz çalışması" gibi olumsuz ve küçültücü anlamlarda kullanılmasıdır.
Bürokrasinin kırtasiyecilik anlamında kullanılması yaklaşımı duygusal bir içeriğe sahip olup daha çok vatandaş nezdinde yaygındır. Zira haklı veya haksız devlet kapısından geri döndüğü olur ve bu durumda vatandaşın bürokrasiye ve bürokrata karşı olumsuz yargısı oluşur.
Her üç anlam da gerçektir.
Her şeyden önce bir devlet varsa veya devlet kavramından söz ediliyorsa orada bir yapı, örgüt ve personel ile bunları yöneten bir kurallar seti olmak zorundadır. Bürokratik yapı ve işleyiş olmasa sistemi işletmek, koordine etmek ve denetlemek imkânsızlaşır. Denetimin olmaması da keyfilik ve kayırmacılık getirir.
Esas sorun üçüncü anlamın yüklendiği bürokrasi kavramını ortaya koyan yapıdır. Yani bürokrasinin kırtasiyecilik, sorumluluktan kaçma, verimsizlik sarmalına girmiş olmasıdır. Böyle bir yapı niye ortaya çıkıyor? Ona bakmak lazım. Oysa bürokrasi gerçeği üzerine yapılan çok sayıda araştırmalar ve tezler var, üretilen teoriler var. Dolayısıyla bürokrasi bir “gerçek”.
Derdim, bürokrasiyi göklere çıkarmak değil; ama yerin dibine de sokmak değil! Sadece bürokrasi gerçeğine ve reflekslerine parmak basmak. 30 yıl boyunca 5 ayrı bürokrasi kuruluşunda en üst ve sorumlu düzeyde hizmet vermiş olmanın deneyimiyle bu gerçeğe ışık tutmak.
Konu aslında çok uzun, öyle birkaç gazete makalesine sığacak gibi değil. Siyasi, sosyolojik, hukuki, ekonomik, psikolojik boyutları var.
Sadece bir iki örnek vermek isterim. Özellikle bürokrasiyi algılayan akıllı ve deneyimli bürokratların hemen anlayacakları ve hak verecekleri örnekler…
Aslında en büyük bürokratların bakanlar olduğunu diyebiliriz. Yani bakanlar dönüşüyor ve bürokratlaşıyor. Aradan daha 1 yıl geçmeden bakanların adeta bürokratın reflekslerine sahip olduğuna, bürokratların da bu boşluktan yararlandığına şahit olabiliyoruz. Hele de şimdiki hükümet sisteminde siyasi kimliği, altyapısı, sorumluluğu olmadan hatta uzmanlığına da ihtiyaç duyulmadan getirilen bakanların bu rolü daha kolay benimsediklerini izleyebiliyoruz.
Bürokraside köklü ve geleneği oluşmuş kuruluşları bir çırpıda yok etmek ya da kaldırıp atmak kimseye bir şey sağlamadı. Devlet Planlama Teşkilatı, Hesap Uzmanlığı, Maliye Müfettişliği gibi kuruluşların kapatılmasıyla kim ne kazandı? Kim bugünkü vergi denetim yapısının etkin olduğunu söyleyebilir?
Bu güçlü kuruluşları güçlü kılan onların yazılı kuralları ve yazılı olmayan işleyişleri olmuştur. Çünkü bu yapıların işleyişini sağlayan “liyakat düzeni” vardı. Liyakat, kariyer mesleğine sahip olmanın vazgeçilmez gerçeğidir. Kariyer sahibi, geldiği tüm noktalara objektif kural ve sınavlar sayesinde ulaşmıştır. Kariyer mesleğinde, hukukun objektif ve yazılı kuralları yanında ahlak ve etiğin yazılı olmayan ilkeleri de benimsenmiştir.
Oysa liyakatin olmadığı yerde onun yerini “sadakat” aldı. Sadakat, gerekçesi maddi veya manevi ne olursa olsun bir karşılığı içerir. Galiba Türk bürokrasisinin özellikle son 20 yılına damgasını vuran en önemli sıkıntı da bu. Sadakati erdem sayıp ya da kendinden bilip olur olmaz yerlere yandaşları ya da bu görüntüyü veren bukalemunları getirmekle sorunlar çözülemiyor. Liyakatin sembolü büyükelçilik, valilik, yüksek yargıçlık gibi yerlere getirilenlerin hiçbir şekilde dikiş tutturamadığı gibi gittikleri kurumları zedeledikleri de görülüyor.
“Bürokratik oligarşi” söylemi de “yüksek faiz” sarmalı gibi Hükümetin ayağına dolaşacak gibi...