Devrimciler, kuşaklar ve hoi polloi

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Büyük devrimciler harekete geçirmek istedikleri kalabalıklardan her zaman çekinmişlerdir. ABD’nin “kurucu babalarından” Alxander Hamilton New York’ta kraliyet (İngiltere) taraftarlarının evlerini yağmalamaya kalkışan Sons of Liberty üyelerini bizzat engellemişti. Sons of Liberty, bağımsızlık konusundaki tavizsizliği, işçi sınıfı kökenine dayanan militan ve lider kadrosu –Alexander McDougall ve Isaac Sears- nedeniyle tüm milliyetçiler tarafından onaylanmayan ve korku yayabilen bir hareketti. Amerikan devriminin çoğu liderinin “ayak takımının aşırılıkları” konusunda hayli duyarlı olduğunu ifade etmek gerekir. Sears’ın “sokakların kralı” takma ismine rağmen Batı Hint adaları ticaretinden ve Fransızlarla ve Kızılderililerle yapılan savaştan küçük bir servet edinerek döndüğü ifade ediliyor. Sons of Liberty sadece New York’da örgütlü değildi, hatta esas olarak Massachusetts’de güçlüydü. George Washington’dan sonra ABD’nin ikinci başkanı olacak John Adams’ın –ki oğlu John Quincy Adams da ABD’nin altıncı başkanı olmuştur- kuzeni, 1780’e kadar etkili isim Samuel Adams Boston’da bu örgütü destekliyordu. John Adams çok önceden de halkın gerçek erdemden uzak halinin farkındaydı: «haud facile emergunt quorum Virtutibus obstat res angusta domi». Bu satırın kaynağı: Juvenal (Satire III, lines 164–165). “They will hardly emerge from Obscurity, whose Virtues are obstruct[ed] by Indigence at home. To whose Virtues, a narrow Thing at home opposes.” Early Diary of John Adams, Volume 1, December 1758.

Savaşlarda subayların hedef alınmasının centilmenliğe aykırı bulunduğu bir dünyada kralsız bir demokrasi sadece kadim bir Yunan (Elen) fantazyası olarak görülmüyor muydu? Subaylar vurulursa orduyu oluşturan avamı kim yönetecek, “kara kalabalığın” (ayaktakımı; hoi polloi) yağmaya ve hukuksuzluğa sapmasının önüne kim geçecekti? Daha 6. Yüzyılda Papa Gregory the Great –Gregorio Magno; Gregorius I; Gregor der Große; Grégoire le Grand- sayıca artmakta ama hızla niteliksizleşmekte olan ve artık klasik Latince’yle seslenilemeyecek haldeki heterojen bir Hristiyan avama –simplicissima plebecula- hitap edebilmenin yollarını aramıyor muydu? Amerikan devrimini yapan centilmenler sadece Hobbes ve Locke’u, Bayle ve Spinoza’yı, Hume ve Smith’i, Hutcheson, Ferguson ve Mandeville’i, Pufendorf, Grotius ve Stair’i değil, kadim Yunan felsefesinin ışıklı beyinlerini de okumuşlardı ve filozofların kaygılarını gayet iyi biliyorlardı.

Bu işler daima zor işlerdi. Mesela teori –theoria- dikkatle bakmak, görmek kökeninden geliyor ve tiyatro da –theater- aynı kökenden gelmekte. Keza Latinceye speculatio –veya contemplatio; theoria- olarak çevrilen kavram “aynada görmek”, “şeylerin değişmez özünü görmek” gibi anlamlara sahip olup, speculum, specular gibi ayna etkisine işaret ediyor. Görmek Antik Yunanistan’da ‘uzağa bakmak’ olabileceği gibi, sonradan ilahi ışığa dönüşen lumen –insan görse de görmese de var olan aydınlanmanın özünü oluşturan mükemmel biçim/ışık- ve daha aşağı seviyedeki lux –insanın gözünün görebileceği ışık; optik- ile ‘ayna tutmak’ gibi bir anlama da evrilebiliyor. Ayna metaforu 12. Yüzyılda Bakire Meryem kültünün yaygınlaşması ve speculum sine macula –hatasız, lekesiz ayna- sembolik önem kazandığında öne çıkmıştı. Dindarlara verilen el kitaplarına specula deniyordu çünkü onlar hakikati yansıtan aynalardı. Aynı zamanda “ayna” bir edebi janr idi. Örneğin Marguerite Porete’nin eski Fransızca –1300 yılının Fransızcası- yazmış olduğu meşhur eserinin Latincesi Speculum simplicium animarum oluyor. Bugünkü Fransızcada miroir, eski Fransızca mirouer, Latince speculum. Specula “resimli ay mecmuası” gibi bir şeydi. Rahiplerin bile Latince –ve haliyle İncil- okuyamadıkları bir dünyada “the great unwashed” için resimli basit spiritüel haritalar gibi düşünülebilir. 

Peki ya kuşaklar? Bazen büyük işler başarmış kuşaklar gelmiştir. Bunlar sanatta, felsefede, bilimde ve siyasette devrimci kuşaklardır. Ancak yüz senedir böyle kuşaklar yok. Mesela Z kuşağına hayran olanlar varsa gülüp geçmek en iyisidir. Ancak Z kuşağını bireyci ve özgürlükçü olduğu (sic!) veya belli bir yapısı ve ideolojisi olmadığı için beğenmemek mümkün iken söz konusu beğenmeme halini hala korunan bir “süper kuşak” beklentisine dayandıranları Dark dizisine havale etmekten başka çare yok: “Der Anfang ist das Ende und das Ende ist der Anfang.” Ancak böyle bir döngüsel (periyodik) sistemde –dizide sonsuz işaretiyle gösterilen iki dairenin iç içe geçerek döngülerini (revolution) sürekli tekrar etmesi teması- 1900’leri derinleşerek ve aynı hatalara düşmeyerek tekrar edecek bir kuşak beklenebilir. Üstelik bu sonuncusu –aynı hatalara düşmemek, ∞ dinamiğinde bile her zaman pek olası değil. Mesela bir üst üste binen kuşaklar ekonomisi (overlapping generations), mikro iktisadın bir kavramıyla, sonsuzda bile dengede olmayabilir veya denge belirlenmemiştir ve haliyle etkin (Pareto efficient) değildir –lack of market clearing at infinity. Buna karşın bazı periyodik dengeler etkindir. Hangi (periyodik) dengeyi arzu edeceğimizi bilmemiz lazım ama o zaman da devreye hem modern sosyal bilimler hem de Schopenhauer giriyor: „Der Mensch kann tun was er will; er kann aber nicht wollen was er will.“ Uykunuz gelirse uyuyabilirsiniz ama isteyerek uykunuzu getiremezsiniz gibi. Dizinin son anda işin içine bir de ‘Schrödinger’in Kedisi’ meselesini –quantum mekaniğinin Kopenhag Yorumu- sokmasına söyleyecek lafım yok.

Bundan sonra medeni dünyada en üst seviye kuşak olarak yapay zekâ (AI) ve robot mühendislerinin kuşağı gelecektir kanısındayım. Bu da bir şeydir.

 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Siyasi mitler 23 Nisan 2024
Rerum Novarum 16 Nisan 2024
Cumhuriyetçilik 02 Nisan 2024
Fayda ve emek-değer 26 Mart 2024