İradenin bakışı

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Nominalizm tartışması ve tümeller konusu hep ilgi çekmiştir. Aşırı derecede işlenmiştir ve geniş bir yazını var. Yönelimsellik (intentionality) bu tartışmanın yanında ve gölgesinde seyreden bir konudur. Dominik Perler’nin Sorbonne’da Abélard 2002 konferanslarında söylediği gibi konu özgür iradeyle ilgilidir. Pierre de Jean Olivi Aristo geleneğine aykırı olarak yönelimsellik tartışmasına duyumlar değil iradeyle başlıyor demek bu anlama geliyor ve dolaylı siyasi sonuçları var. İrade dışarıdan gelen duyumlar veya bu duyumların kaynağı olan nesne veya ruhun bir içsel özelliği ya da gök cisimlerinin etkisiyle belirlenen astrolojik bir nitelik değildir. Belirlenmemiş (insan) irade(si) özgürlüğün ta kendisidir. Olivi bununla da yetinmez çünkü duyumların bilişsel statüsüyle entelektin durumu arasındaki ilişki açısından, “iradenin bakışı” (aspectus) özgür iradenin son nedeni olan gerçek nesnenin seçimini belirlemektedir. “İradenin bakışı” entelektin faaliyete geçmesi için bir ön koşuldur.

Özgürlük ve hiçbir otorite tarafından belirlenmemiş irade savunusu ile Franciscan doktrini arasında bir bağ vardı çünkü Olivi her iki alanda da Aristo’yu eleştirmekle kalmıyordu. Franciscan “fakirliğinin” –yani dünyada ne kolektif (tarikat) ne de bireysel mülkiyete sahip olmamak gereği- özgürlüğe ve Hristiyan inancına –şefkat (charity)- götüreceğini savunuyordu. Hatta Olivi özgür olmayan ve bireysel/kişisel olmayan bir varoluşun özgür varoluşa göre aşağı bir biçim olduğunu söyleyebilmişti. Sic sentio, sic et loquor –böyle hissediyorum böyle konuşuyorum veya ne hissediyorsam onu söylüyorum- diyebilmiş olması bile tek başına önemli görülebiliyor çünkü 13. Yüzyılda hiyerarşik bir toplumda özgür bir birey olduğunu açıklamış oluyor.

13. Yüzyıl “öznenin doğuşunun şantiyesi” sayılıyor. Öznenin/insanın/sübjektivitenin doğuşunun “Fransız efsanesine” kapılmaksızın Sylvain Piron'a ve Alain de Libera’ya katılmak mümkün: 13. Yüzyıl hem tüzel kişiliğin hem gerçek kişiliğin, “öznenin” şantiyesi. İcat edilen veya kullanımı değiştirilen terimler buna işaret ediyor. Intimitas, identitas, reflexibilitas, personalitas gibi. «Experimentum suae suitatis»: İç yolculuk, iç mesafe, kendini deneyimlemek. Mariateresa Beonio Brocchieri’nin o dönemde «intellectualis» teriminin bugünkü anlamda kullanılmadığını, onun yerine litteratus ve magister terimlerinin revaçta olduğunu belirttiğini bildirebiliriz. Entelektüel, erdem, bilgi ve zevk arayışı içinde olan ve bu arayışı “incelterek” yapan kişiydi. Ne toprak rantından geçiniyordu ne de fiziki olarak çalışmak zorundaydı. Sözle ve zekâyla çalışıyordu. Üstelik kendisinin ayrı bir “tip” olduğunun bilincindeydi ve üniversitelerin korporatizmi içinde kendisini bir grubun üyesi olarak görmeden önce de bu bilince sahipti. Felsefi bir entelektüalizm vaaz edenlerle entelektüel gibi yaşayan üniversite dışı marjinaller iki farklı entelektüel grubuydu. De Libera, Latince değil vülger dillerde/diyalektlerde yazmanın ve laikleşmenin aynı olgunun iki veçhesi olduğunu vurgular ve bilgide bir dönüşüm olduğunu –translatio sapientiae- belirtir. Ancak yerel dillerde yazma tercihi Latince’yi lingua franca olarak kullanan kilisenin ve üniversitenin dışında bir alıcı kitle olduğunu veya yaratılmaya çalışıldığını gösterir ki ilgi çekici olan da budur.

Öznenin doğuşuyla entelektüelin doğuşu –bu terimden filozofu anlamak doğru olabilir- kavramsal olarak aynı şey olmasa da zaman ve mekân olarak çakışan, üniversitede oluşan ama dışarıya taşan bir moral, bir iklim, bir yaşam tarzı meselesiydi. Bu çifte doğum 13. Yüzyıl Latin Aristoculuğunun üniversite/kilise nexus’undaki macerasını skolastiğin içinde devinen bir kriz ve bir akım olarak ele almayı gerektiriyor olabilir. Bilindiği gibi de Libera Aristoculuğun Latin macerasının bir “ödünç alma” hikâyesi olduğunu yazıyor. Hatta daha da ileri giderek bizzat Avrupalı “entelektüelin” bir ithal ürün olduğunu belirtiyor. Yani ona göre Araplardan ödünç alınmıştır ve elbette Averroes –İbn-i Rüşt- burada öne çıkıyor. Luca Bianchi İbn-i Rüştçülüğün zamanın en ileri muhalefeti (Marksizm’e ve yapısalcılığa benzetir) olduğunu yazmamış mıydı?

Gerçekten de bu etki 13. Yüzyılda önemli olmuş olabilir ama pek çok etki vardı ve bu faktörler tek başlarına Avrupa düşünce dünyasının sonradan nerelere evrildiğini ne belirler ne de açıklar. En önemli uğraklar Latin Hristiyanlığının, Yunan-Arap felsefesinin Katolikliğe transplantasyonunun ürünüdür. Örnek: “Bireysel özgürlük ve Rönesans” (12. Yüzyıl) ve “kendisini savunacak durumda olmayanları savunmak” (13. Yüzyıl). “Ruhunu kurtaramayacakları kurtarmak” (14. Yüzyıl) ve Kabala-Hermetizm (15 ve 16. Yüzyıllar). “İnsan haklarının/doğal hukukun yeniden kurgulandığı İkinci Skolastik” (16. Yüzyıl) ve cumhuriyetçi ama aynı zamanda dinsel bir dip akıntısı (17. Yüzyıl, “İncil Yüzyılı”). Aydınlanma/“insan bir makine” (18. Yüzyıl) ve “ruhsuz bir dünyanın ruhu” olanın yerine geçecek bir seküler teoloji (19. Yüzyıl) ve en sonunda plan/model/program/ekonomi (20. Yüzyıl). Şu an 21. Yüzyıldan ziyade post-20. Yüzyılı yaşıyoruz ve durum muallakta görünüyor.

 

Henüz bu içeriğe yorum yapılmamış.
İlk yorum yapan olmak ister misiniz?
Yorum yapmak için tıklayınız
Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta Doğu 17 Haziran 2025
İki tür denge 27 Mayıs 2025
Anayasa yapmak 20 Mayıs 2025
ABD: İlk yıllar 13 Mayıs 2025
Politik piyasa 29 Nisan 2025
Aynalar koridoru 15 Nisan 2025