Sismik izolatörler
Gençliğimde üniversitede okurken yapılan tartışmalar çok zengindi. Ülkede taşlar yerinden oynuyor sanıyorduk ve her şey tartışılıyordu. Karşıt görüşlüler medeni bir şekilde ülke meselelerini ele alıyordu. Karşıt görüşlülerin bir arada olabilmesini sağlayan, kimsenin ne yapacağını bilmemesiydi.
Doğuya yatırım konusundaki tartışmada bölgeden gelen öğrenci arkadaşlar doğuda kışın yollar kapandığı için kaderlerine terk edildiklerinden yakınarak bu yolların kalitesi artırılarak sorunun çözülmesini istiyorlardı. Şehirli arkadaşlar ise, bunun Türkiye’nin koşulları olduğunu söylüyorlardı.
Unutmuyorum, doğulu biri “Kanada’da o kadar kar yağarken yolları açık tutabiliyorlar ama” demişti. Batılı biri, “Türkiye’nin koşulları Kanada ile bir mi?” diye yanıtlamıştı. Trajik olan şuydu: Tartışmaya bu kadar enerji harcanmasına karşın birisi gelip “alın size bütçe, oturun yapın” derse diye kendini hazırlayan yoktu. Kantin tartışmasıydı.
Birisinin bize bunu diyebileceğini düşünmüyorduk. Nihayetinde kimse de bu tür bir talepte bulunmadı. Yıllar sonra bunun enerjiyi boşa harcamanın bir yolu olduğunu gördüm. O tartışan taraflar, tartışmayı hiç kesmediler. Kimse bir şey yapmadı ve yıllar geçti. Kimse “nüfus ileride şehirlerde yaşayacak; bunun nasıl olacağını tasarlayalım” diye tartışmadı.
Ben uzaktan izliyordum çünkü bize Kadıköy Anadolu Lisesi’nde İngilizce dersinde öğretmenimiz Hasan Akçay bu tür tartışmanın tillahını öğretmişti. Bazıları “debate” diyor; eski karşılığı “münazara”. Biz “For and Against” diyorduk. Bazen sınıfta konuyu verip yarım saat içinde tartışmaya katılacak kadar hazır olmamız isteniyordu. Üstelik tarafımızı seçme şansımız da yoktu: neyi savunacağımızı da öğretmen söylüyordu.
Bunun ne kadar önemli olduğunu yıllar sonra anladım. Taraf olmak kolaydı ama bu şekilde her iki görüşü de anlayıp savunacak kadar öğreniyordunuz ve çok daha büyük birikim elde ediyordunuz.
Biz o zaman ne mi tartışıyorduk? Örneğin, insanlığın geleceği için dünyada açlığı bitirecek şekilde tarıma daha fazla yatırım mı yapmalı yoksa uzaya yatırım yapıp oradaki kaynakları kullanarak dünyayı daha yaşanır hale mi getirmeliydik. Elon Musk’ın bugün yaptıklarını biz 40 sene önce tartışıyorduk ama Elon Musk bizim sınıftan çıkmadı.
Asıl mesele kaynak meselesi
Musk’ın bizim sınıftan çıkmamasının önemli bir nedeni vardı: Biz, memur ve küçük tüccar çocuklarıydık ve asla bu kadar büyük projeleri düşünecek kadar güç elde etmeyi hayal etmiyorduk. Ama konuyu bütün boyutları ile tartışabilecek kadar biliyorduk.
Bu arada bilmediğimiz bir şey de vardı: hayatın gerçekleri ve ekonomi. Bunu anlamamı ya da anlayamamamı sağlayan gayrimenkul sektörü oldu. Yerli malı haftalarında Türkiye’nin üretim gücü ve kendimize nasıl yettiğimiz ile ilgili anlatımlarla büyümüş biri olarak, Yalova’da neden o bahçelerin sökülüp yazlık site yapıldığını anlamadım. Yani bizden sonrakileri anlamadım; muhtemelen bizim taşındığımız site de benzer bir bahçe sökümünün ardından kurulmuştu ama biz bunu bilmiyorduk. Elma çalıp bekçiye yakalanmamaya özen gösterdiğimiz bahçenin site olmasının hikayesini biliyorduk.
Sonra o sitedeki villaların fiyatının 1 milyon dolar olduğunu söylediklerinde buna da inanamadık. O villalar yıllarca boş kaldığında ve süper zenginler oraya yerleşmediğinde bunu da anlamadık. Yıllar sonra siteyi yapan işadamının o villaları teminat göstererek kendi bankasından kredi aldığını ve bu binaları teminat göstediği için fiyatlarının düşmediğini öğrendim. Sonra banka batınca, villaların fiyatı üçte birine veya daha fazla düştü. Tabii alıcı buldular.
Sismik izolatörlere ne zaman geleceğimi merak ediyor musunuz? Nikkei Mutlu Dergi Grubu bünyesindeki Fortune Türkiye dergisinde çalışırken Japon yöneticiler bir “sismik izolatör” etkinliği yapmak istediler. Teknoloji editörü olduğum için benimle de konuyu ele aldılar. Ben de, bu konunun çok spesifik olduğunu ve sponsor bulmakta zorlanabileceklerini söyledim.
Kimseyi dinlemediler. Bütün ilgili şirketlerin listesini, Türkiye’nin fay haritasını ve sayısız bilgiyi işlediler. Bir gün bana basit bir soru sordular, “Sizin veri merkezleriniz neden hep deprem bölgelerinde?” diye. “Diğer yerlerde fiber mi var” diyemedim, “ülke deprem bölgesi” dedim. Anlamadılar.
Sonra derginin görsellerine karar veren ekibin kalitesini düşük bulduğu bazı fotoğrafları kullanmanın mümkün olup olmadığını sordular. Red yediler; ilgi çekici bir fotoğrafı büyük açıp bunları küçük dolgu malzemesi olarak kullandık diye hatırlıyorum. Tıpkı depremde yıkılan evlerin internet sitelerindeki reklamlarındakiler gibi fotoğraflar daha cazip görüldü. Dikkatli bakınca anladım ki, o fotoğraflar sismik izolatörlerin maket ya da showroom fotoğrafları değildi. Japonlar sismik izolatörün gerçek uygulamasını temele girip fotoğraflayarak bize göndermişlerdi.
Okumuş arkadaşlarım, sohbet gruplarında bina inşaatına yüzde 2,5 ila 10 ek maliyet yükleyen sismik izolatörlerin yıkımı engelleyebileceğini paylaştıklarında, bütün bunlar bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Belki de hepimizin, Elon Musk’ın veya Japonların yaptıkları üzerine konuşurken kendimizi neden Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ında bulduğumuzu anlamaya çalışması gerekiyor.
PÜF NOKTASI
Bugünle ilgili iki soruyu gündeme getirmekte yarar var. Birincisi, ben İTÜ’de okurken bir müteahhit “İTÜ, Boğaziçi ve ODTÜ mezunu OLMAYAN” mimar-mühendis aradığına ilişkin ilan vermişti. O zaman ülkede gazetecilik yapıldığı için bir gazeteci kendisini bulmuş ve ilanın nedenini sormuştu. Adam da “bunlar çok soru soruyor, alt tarafı bir imza atacaklar” tarzı bir yanıt vermişti. Sahi o müteahhide ne oldu? İkincisi şu: Türk Telekom’un özelleştirilmesi tartışmalarında özelleştirme karşıtları, “telekomünikasyon stratejik sektördür, yarın öbür gün bir savaş çıksa yabancı operatör bizim iletişimimizi kesebilir” diye bas bas bağırmışlardı. Bugün Türkiye Varlık Fonu (TVF) Türk Telekom’un sahibi ve yüzde 26,2 hisseyle Turkcell’in en büyük hissedarı. O zaman deprem bölgesinde iletişimimiz niye kopuk?