Türkiye tarım sektöründe özelleştirmenin ekonomi politiği

Serbest Kürsü
Serbest Kürsü

Prof. Dr. Havva TUNÇ

Dünya ekonomilerinin ortak sorunu, bir taraftan II. Dünya Savaşı sonrasında içinde bulundukları iktisadi krizlerin diğer taraftan sosyolojik yıkımların üstesinden gelebilmek idi. Ve  içinde bulundukları gelişmişlik farklılıkların neo-liberal politikalarla giderilebileceği düşüncesi kabul gördü. 1970’li yıllarda finansal krizlerin üstesinde gelebilmek için küresel piyasalarda Monetarizm rüzgârları esmeye başladı. Monetarizm bir para teorisi olup yaşanan krizlerin, ekonomik durgunlukların üstesinden gelinebilmesi, ekonominin parasallaşması ile olası olduğunu açıklayan kuram ve politikalardır.

Özelleştirme uygulamaları ülke ekonomilerinin karşı karşıya kaldıkları ekonomik daralmalar, krizler nedeniyle özellikle gelişmekte olan ülkelerde uygulanır oldu ve hala uygulanmaktadır.

Tarım sektörünün, ülke nüfusunun gıda maddeleri ihtiyacını karşılaması, sanayi sektörüne ham madde sağlaması, sanayi ürünlerine talep yaratması, ulusal gelir ve dış satıma katkısı nedeniyle ulusal ekonomi için büyük bir önemi vardır. Tarım, ister gelişmiş ister azgelişmiş olsun, hemen hemen tüm ülkelerde en fazla korunan sektörler arasında yer alır. Yoğun koruma ve desteklemeler daha çok tarımın özelliklerinden kaynaklanır. Tarım sektörü genel karakteri itibarıyla diğer sektörlerden önemli farklılıklar göstermekte, hatta gelişmiş ülkelerdeki tarımın sanayileşmesine rağmen, bu farklılıkların yarattığı sorunları tamamen ortadan kaldırmak mümkün olamamaktadır.

Özelleştirme, devletin mülkiyetinde ve yönetiminde olan sanayi ve ticari kamu kurum ve kuruluşların, yerli ve yabancı, özel ve tüzel kişi, kurum ve kuruluşlara ya komple veya kısmi satışı ya da devri olarak tanımlanabilir. Özelleştirme kavramı genişleyerek mülkiyeti kamuda kalmak koşuluyla işletme hakkının devri, yap-işlet-devret, kiralama, kamu özel işbirliği gibi uygulamalar özelleştirme kapsamında değerlendirilmektedir. 

Kamu kurum ve kuruluşların kısmi veya tamamen satışı dışında yapılan özelleştirme işlemleri özellikle yap işlet devret şeklinde olan kurum ve kuruluşlar, bir yandan finansmanındaki yetersizlikler diğer yandan içerdikleri riskler nedeniyle tercih edilmemektedir.

Devletin piyasada bir firma, bir işletmeci gibi faaliyette bulunması piyasa mekanizmasının aksamasına ve rekabet sisteminin bozulmasına yol açar. Diğer bir deyişle devletin ya banka sektöründe bankacılık faaliyetinde bulunması ya tekstil sektöründe kumaş üretmesi ya da diğer her türlü ekonomik faaliyetlerde aktif olarak rol alması piyasa mekanizması ve işleyişini bozar.

Özelleştirilecek kuruluşları satın alacak olanlar yurt içinden olabileceği gibi yurt dışından da olabilmektedir. Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşları satın alanlar, ulusal ekonomide yeterli sermaye birikimi olmadığından, yabancı kuruluşlardır. 

Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşun, özelleştirme sonrasında konumu değişeceğinden özelleştirmesine karar verilecek olan kurum ve kuruluşun ekonomi içindeki monopol gücü, toplumsal fayda sağlama derecesi, ülke için stratejik konumu gibi durumları dikkatle incelenmelidir. Bunun yanı sıra, özelleştirme sonrasında faaliyette bulunacak kuruluşun piyasa koşulları içinde faaliyette bulunacağı ve temel amacının karını maksimize etmek olacağı da unutulmamalıdır. Örneğin, özelleştirilen bir kuruluş piyasa koşulları ve rekabet ortamı içinde, maliyette ortaya çıkabilecek bir artış sonucu ya o malın üretiminden vazgeçer ya da, kar maksimizasyonu  olası ise, üretilen mal ve hizmet miktarında kısıntı yapar. Özelleştirmeye konu olacak kurum ve kuruluşların belirlenmesinde aceleci davranılmamalı ve uzun vadeli öngörüler yapılmalıdır. Aksi takdirde, özelleştirme ile elde edilmesi hedeflen yararlar yerini zararlara ve toplumsal kayıplara bırakabilir.

Özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşlar, kâr eden kurumlar olabileceği gibi zarar eden kurumlar da olabilir. Özelleştirmenin amacının devletin piyasa içindeki ekonomik faaliyetine son vermek ya da en aza indirgemek olduğu unutulmamalıdır.  

Siyasi otoritenin, özelleştirmeyi kendi varlığını koruyabilmek ve güçlendirmek için kullanması, ülke çıkarlarına ters düşen uygulamalara yol açabilmektedir. Özelleştirme devletin, sahip olduğu her şeyi satması anlamına gelmez.

Devletin, öncü olması gereken ve/veya stratejik önemi olan sektörler hariç, işletmeci olarak piyasada yer almamasını sağlayacak her türlü düzenleme ve uygulama özelleştirme uygulaması olarak uygulamada yerini alır. Bunun yanı sıra, özelleştirme uygulamaları ve uygulamaya konu olan mal ve hizmetler her bir ülkede farklıdır.

Gelişmiş ülkeler ya sermaye birikimini gerçekleştirip, sermaye stoklarına sahip olan ülke ekonomileri gelişmişlik derecelerine ivme verebilmek ya da daralan kar marjlarını arttırabilmek, karlarını maksimize edebilmek için özelleştirme uygulamalarına dört elle sarılıp övgüler sıralamaktadırlar. Buna karşılık gelişmişlik trendini yakalamak için uğraşan ama bir türlü yakalayamayan gelişmekte olan ülkeler, özelleştirmeyi gerek içinde bulundukları siyası konjonktür gerekse ekonomik koşulları nedeniyle sermaye birikimini sağlayacak bir uygulama olarak değerlendirmektedirler. 

Kuramsal olarak söylenenler doğru olmakla beraber yapılan uygulamaların yarattığı etkileri değerlendirdiğimizde, gelişmekte olan ekonomilerin yapısal özellikleri ve sorunları nedeniyle, gelişmiş ülke ekonomileri gelişmekte olan ülke ekonomilerinde yapılan özelleştirmelerden kazanç elde ederken, gelişmekte olan ülkelerin gelişimleri beklenenler doğrultusunda olmamaktadır. Aksine ülke ekonomisi zarara uğramakta, bunun yanı sıra dış dünyaya, gelişmiş ülkelere,  kaynak transferi gerçekleşmektedir. Diğer bir deyişle gelişmekte olan ülkede hedeflenen kazançlar yerini kayıplara bırakmaktadır. 

Türkiye ekonomisinde kamu kurum ve kuruluşları (KİT, KİK), zarar ettikleri ve ulusal ekonomide borç stoklarının artmasına yol açtıkları için bütçe açıklarının temel sorumlusu olarak değerlendirilmektedir.  Ve genel düşünce, ”kamu kurum ve kuruluşları satılırsa ülkeye yabancı sermaye gelir, bu kuruluşların teknolojileri yenilenir, daha etkin bir yönetime kavuşur, üretimde artış ve verimlilik sağlanır, karlarda artış elde edilir ve bunlara bağlı olarak vergi gelirleri artar ve nihai olarak, bütçe  açıkları kapanır ve uzun dönemde istihdam artar” şeklindedir. Yani, bu yaklaşıma göre ekonomik sorunların çözümü, özelleştirmeden elde edilecek başarıya bağlıdır.

Dünyadaki uygulamaların aksine özelleştirme Türkiye’de tarım sektöründe başlamıştır. Dünün tarımsal ürün ihracatçısı olan Türkiye, bugün temel tarım ürünlerinde, özellikle tarımsal girdi ve nihai mallarda ithalatçı konumuna gelmiştir. Diğer bir deyişle Türkiye, 1960’lı yıllarda temel tarım ürünlerinde kendi kendine yeterli dünyanın yedi ülkesinden biri iken 2021’lerde ithalatçı olduğunu görmekteyiz. Ve birçok tarım ürününde arz yetersizliği ile karşılaşılmaktadır. Ve arz yetersizliği artan talep dönemlerinde başta gıda olmak üzere genel fiyatlar üzerinde yukarı yönde baskı oluşturmaktadır.

Tarımsal Kamu İktisadi Teşekkülleri’nin (KİT) temel görevleri tarım ürünlerinin piyasada fiyat oluşumunda düzenleyici olup devletin vereceği destek ve teşviklere rehberlik eder. Zira tarım serbest piyasa koşullarına terk edilemeyecek kadar kırılgandır. Diğer taraftan. Türk tarım üreticisinin kurumsal kimliğinin olmaması (küçük aile işletmeciliği yaygın) sektörün kırılganlığını daha da artırmaktadır.

Türkiye ekonomisinde özelleştirmeye konu olan tarımsal KİT ve KİK’lere örnek olarak  SEK, SEKA, Türk Şeker Fabrikaları, Sümerbank, EBK, TÜGSAŞ, İĞSAŞ verilebilir. Örnekleri çoğaltmak olasıdır.

Türkiye ekonomisi tarım sektöründe şeker fabrikası olarak, kamuya ait 25, kooperatiflere ait 5, özel sektörün 3 toplam 33 şeker fabrikası vardır. Bu fabrikalar 20 milyon ton pancarı işleyerek yılda 2.5 milyon ton şeker üretmektedir. Türkiye genelinde 54 ilde 3 bin köyde 105 bin aile pancar ekmekteydi. 2011 yılında pancar  ekicilerinin sayıları bin olup giderek bu sayı azalmıştır. 64 ilin 7.000 yerleşim biriminde 31 Pancar Ekicileri Kooperatifi faaliyet göstermekte olup kooperatiflerin 50’nin üzerinde tarımsal amaçlı iştiraki, 315 satış mağazası vardır. Kısacası toplam şeker üretiminin 1.4 milyon tonunu kamu kuruluşu olan Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ (Türk Şeker AŞ) gerçekleşmektedir. Özelleştirme İdaresi  2017’den itibaren Türk Şeker’e ait 25 fabrikanın 14’ü özeleştirilmek üzeredir veya  özelleştirilmiştir.  

Tarım sektöründe ürün bazında sadece şeker pancarında yapılan özelleştirme sonucundaki mevcut duruma bakıldığında görülenin, beklenen manzara olmadığıdır.  Zira tarımda yapılan özelleştirme gıda fiyatlarında önlenemeyen fiyat artışlarının devam edeceği anlamına gelmekte olup bu artışlar anlık olmayıp gecikmeli olacaktır.

Tarımda şeker pancarı fabrikaları yanı sıra SEKA kağıt fabrikası, Sümerbank, TEKEL, gibi kuruluşların özelleştirilmesi sonucunda tarımda var olan yapısal ve maliyet sorunları giderilmediği gibi söz konusu ürünlerde ortaya çıkan fiyat artışı hem tarımın hem de genel ekonominin fiyatlar genel seviyesinde yukarı yönde baskı oluşturmakla kalmayıp kurumlar monopol karakter kazanmış faydadan çok kar maksimizasyonu temel hedefi olan şirketlere dönüşmüştür. Daha da önemlisi hayvancılık sektörü ile ilgili SEK (Süt endüstri kurumu), EBK ( Et balık kurumu) ve YEMSAN (Yem ve gübre sanayi), özellikle gübre sanayideki TÜGSAŞ ve İGSAŞ özelleştirilmesi ile gübrede ithalatçı olunarak tarımda maliyet avantajı ortadan kalkmıştır. Türk tarımında çiftçinin kurumsallaşmamış olması kamunun, destek ve yardımlarının çiftçiler yerine söz konusu şirketlere gitmesiyle tarımda var olan sorunlar daha da artmış ve artmaya devam etmektedir.  

Kısacası, özelleştirmeye konu olan kurum ve kuruluşların stratejik konumu ve önemi daha da önemlisi kamu yararı çok iyi sorgulanmalıdır. Ve bu özelleştirilmelerin ne kadar rasyonel olduğu ayrıca tartışılmalıdır. Bunun yanı sıra kamu yararı yüksek ve kar getiren kurum ve kuruluşun özel sektöre devrinin,  uzun vadede getireceği olası sakıncaları veya faydalarının, kalkınma açısından ne anlama geleceğinin çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Keza, özelleştirmeden beklenen faydanın elde edilebilmesi ancak ve ancak elde edilen gelirlerin kısa vadeli harcamaların finansmanında değil, uzun vade de gelir getirecek yatırımların finansmanında kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.

Gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan hatta gelişmişlik sürecini yakalayamayan ülkelerin özelleştirmeye bakışları oldukça farklıdır. Özelleştirme kararı verilmeden önce devletlerin ve /veya hükümetlerin yapmış oldukları özelleştirme sonucu elde edecekleri gelir ile ne yapacaklarını, içinde bulundukları, uzun dönemde, konumlarını gözden geçirmeden özelleştirme kararı almamaları gerek, ülkelerin geleceği gerekse hükümetlerin kalıcılığı ve halkların refahı açısından oldukça önemlidir. Ve özelleştirme sonucu olası etkilerin senaryosu çok iyi yapılmalıdır.

İktisadi gelişmişlik için neo-liberal politikaların uygulanmasında konsensüsün sağlanmasıyla özelleştirme politikaları ülke ekonomilerin gündemine yerleşti. Özelleştirmenin tarımda uygulanabilirliği politika yapıcıların tercihi olmamalıdır. Özelleştirme yapılacaksa, tarım sektörünün geleceği oluşturulurken gerek yapısal gerek sosyal koşullar hesaba katılarak, alınacak kararlarda daha titiz davranılmalıdır. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar