128 milyar dolar meselesi!
Bir şirket bankaya kredi almaya gittiğinde banka firmadan finansal tablolarını ister. Banka, kredi türüne göre finansal tablolarındaki farklı unsurları inceleyerek kredi verip vermeyeceğine karar verir. Kredi verirken bankanın kafasında iki ana soru vardır; “Ben bu krediden ne kadar faiz geliri elde ederim?” ve “Krediyi vade geldiğinde tahsil edebilecek miyim?” Yani finansın diğer alanlarında da olduğu gibi getiriyi ve riski gözetir. Bu sebeple ilk baktığı noktalardan birisi firmanın faaliyetlerinden ne kadar kar elde ettiği, hatta daha da ötesi ne kadar pozitif nakit akışı sağlayabildiğidir. Şirket nakit akışı sağlayacak ki borçlarını geri ödeyecek. İkinci bakılan nokta da firmanın özkaynaklarının ne kadar kuvvetli olduğudur. Firma faaliyetlerinden bir şekilde nakit yaratamazsa borçlarını elindeki diğer varlıklarla ödeyebilecek mi, bunun hesabı yapılır. Özkaynaklarının zayıf olması demek borçlarının yüksek olması anlamına gelir ki, ileride bir problem olduğunda size sıra gelene kadar diğer alacaklılar firmanın varlıklarını edinebilirler.
Yukarıda anlattığım mekanizma borçlanmak isteyen devlet olduğunda da aynı şekilde geçerlidir. Bir ülke döviz cinsinden borç almak istediğinde, kreditörler ülkenin bu borcu vade geldiğinde ödeyip ödeyemeyeceğini ölçmeye çalışır. Yukarıda bahsettiğim faaliyetlerden nakit yaratma meselesi burada ülkenin döviz yaratma kapasitesi olarak karşımıza çıkar. Bu da belirli yollarla olur. İhracatınız ithalatınızdan fazla olacak, ki bizde böyle bir durum yok. Turizm benzeri hizmetlerden döviz girişi sağlayabilirsiniz, bu alanda da maalesef pandemiden dolayı çok şanslı sayılmayız. Hal böyleyken yabancı yatırım ya da yeniden borçlanma yollarıyla döviz üretmek mümkün olur. Eğer bu alanlarda da sorunlar baş gösteriyorsa kreditörler size borç verirken iki kere düşünürler. Yukarıdaki benzetmeden devam edersek, eğer faaliyetlerinizden döviz yaratamıyorsanız ikinci bakılacak yer özkaynaklarınızın durumu. İşte bu özkaynaklar da “Döviz Rezervleri”dir. Bir nevi yastık görevi görür ve sizin duvara çarpmanızı engeller. İşte rezerv seviyeniz yüksekse döviz yaratma kapasiteniz düşük olduğu dönemlerde dahi çok riskli olarak addedilmezsiniz. Nitekim rezerv yeterliliğine ilişkin ölçümler hep bahsettiğim değişkenleri dikkate alır. Kısa vadeli döviz borçlarına, ithalat seviyesine vs bakılır. Peki rezerviniz düşer ve daha riskli hale gelirseniz ne olur? Size borç verenler sizden daha fazla faiz isterler. Böylece maalesef durdurulmadığı takdirde kendini besleyen bir süreç başlamış olur. Yüksek faiz ödedikçe dövizlerimiz yurt dışına akar, böyle oldukça riskimiz artar, faiz yükselir ve böyle devam eder gider. Bunun sonu da hiç hayırlı bir yere varmaz.
Bu işin bize maliyeti çok yüksek oldu
Şimdi 128 milyar dolar meselesine gelebiliriz. Nihayet dün Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu rezervlerle ilgili bir açıklama yaptı. Bu rezervlerin buhar olmadığını, kamu bankalarıyla yapılan bir protokole istinaden, bu bankalar üzerinden piyasada döviz talep eden ekonomik aktörlere satıldığını anlattı. Bir kere bu konuda bir kafa karışıklığı olduğunu söylemek lazım. 128 milyar dolarla neler yapılır, bu para oraya harcanmasaydı şu kadar köprü yapılırdı, bu kadar vatandaşımıza kaynak sağlanırdı söylemleri de meselenin özünün anlaşılamadığını gösteriyor. Ortada 128 milyar dolar tutarında bir kayıp yok. Bu paranın hangi amaç güdülerek hangi tarihlerde hangi kurdan satıldığının anlaşılamamış olmasından kaynaklı bir şeffaflık problemi var. Bu paranın piyasaya sürülmesi dolayısıyla kurun baskılanması ve dövizlerin düşük fiyattan satılması ve aradaki kur farkından kaynaklı yaratılan bir kamu zararı var. Defalarca sorulmasına ragmen önceki merkez bankası başkanları bu yöntemi kamuoyuna açıklamadılar. Hatta merkez bankasının bir kur hedefi yok, bu yüzden böyle satışlar marifetiyle kuru belli bir seviyede tutmuyoruz açıklaması yaptılar. Ama biz net bir şekilde gördük ki 6.85 gibi belirli seviyelerde kur bir büyük oyuncu tarafından uzunca bir süre sabit tutuldu.
Yukarıda bahsettiğim sebeplerle bu operasyon ülkenin riskliliğini artırmış ve borçlanma maliyetlerini yükseltmiştir. Böylesine bir maliyete neden olan bir politkanın bir de getirisi olmalı ki atılan taş ürkütülen kurbağaya değsin. Bugün baktığımızda kuru dizginlemek için girilen bu uğraş pek sonuç vermişe benzemiyor. Reel kur üzerinden de baksak, nominal kur üzerinden de baksak TL tarihi düşük seviyelerinde. Yani bu operasyonla hem ülkenin rezervleri eritilmiş hem de para birimindeki değer kaybının önüne geçilememiştir. Bu operasyonun en net ve büyük sonuçlarından biri de budur.
Yanlış politika tecihinin bedelini hepimiz ödüyoruz
Deniyor ki merkez bankası cari açığın finanse edilmesi amacıyla, yabancının parasını ülkesine götürürken talep ettiği dolarları ve yurt içi yerleşik vatandaşların döviz ve altın taleplerini karşılamak amacıyla bu döviz satışlarını gerçekleştirilmiştir. Velev ki bu satışları gerçekleştirmemiş olsaydınız şu anda kur ne olurdu? Bundan daha mı kötü durumda olurduk? Pek sanmıyorum. Serbest piyasa ekonomisi içinde işler bir şekilde dengeye otururdu. Kaldı ki bu döviz talebi de; gerek yüksek kredi genişlemesiyle ithalatın artırılması, gerek düşük faiz politikasıyla vatandaşın dövize yönlendirilmesi neticesinde ekonomi yönetimi tarafından yaratılmıştır. Bunu söyleyince de “Bıraksaydık da ülke mi küçülseydi?” cevabıyla karşılaşıyoruz. Ekonomi politikası uygulamak böyle bir şey zaten. Tercihler yapıyorsunuz ve bunların da sonuçları oluyor. Neticeleri düşünmeden alınan kararlar da maalesef kısa süreli bir rahatlama yaratıp uzun yıllarımızın heba olmasına neden olabiliyor. Bu da bir şeylerin yanlış yapıldığının net göstergesi oluyor ama bu arada olan vatandaşa ve şirketlerimize oluyor.
Her ne kadar bazen yanlış taraflarından tutulmuş olsa da rezerv tartışmasının sürekli gündemde tutulmasını çok olumlu karşılıyorum. Bu, her şeyden evvel; “biz yaptık oldu, o anda öyle gerekiyordu öyle yapıldı” şeklinde son yıllarda çokça karşımıza çıkan yaklaşıma karşı bir duruşun simgesi haline gelmiştir. Başta muhalefet olmak üzere bu konuyu gündemde tutan ve üstüne giden toplumun bütün katmanlarını tebrik etmek gerekir.